Yerinde görmek, öğrenmenin en güzel yollarından biri. Beş gün geçirdiğim İsrail’de gördüklerim, yaşadıklarım, bütün önyargılarımı değiştirdi. Zaten üyesi olduğum uluslararası SCİJ, kayak sporunu bahane ederek 44 ülkeden binlerce gazeteyi bünyesinde buluştururken hedef de bu. Gazetecilerin birbiriyle görüşmesi, birbirlerinin ülkelerini ziyaret etmesi ve yerinde görerek öğrenme. İsrailli gazeteci arkadaşlarımızın düzenlediği Yaz Buluşması’nda, İsrail’in tarihi ve sosyolojik gerçeklerini yerinde gördük. Müslüman yoğunluklu Arap şehrinden Hıristiyan köyüne, Yahudi kibutzuna, her gece başka bir yerde kalarak, her dinden ve kimlikten insanla konuşarak barış içinde yaşamanın da mümkün olduğunu, olabileceğini gördük.
Bütün semavi dinlerin merkezi Kudüs, ayrı bir yazıyı hak ediyor. Ama kale duvarlarının içindeki eski şehirde, Müslüman mahallesiyle Yahudi mahallesi, Ermeni mahallesinin arasında sınırlar yok. Sadece El Aksa Camii’ne girerken silah aramasından geçiyorsunuz, bir de Müslüman olduğunuzu ispat etmeniz gerekiyor! Türk pasaportları ve şahadet getirmemize rağmen iki kadın gazeteci, kaleşli muhafızları tatmin edecek kadar tesettürlü olmadığımız için camiye giremiyoruz, oysa erkek arkadaşlarımız giriyor! Erkekleri camide bırakıp, silahlı muhafızlara içimizden saygılar sunup, Ağlama Duvarı’na gidiyoruz; kimse bize Yahudi olup olmadığımızı sormuyor. Aynı kıyafetle duvarı ziyaret ediyoruz. Önemli olan vicdan, ahlak!
BİR GARİP PAPAZ!
Diyor ki: “İsrailliyim ama Yahudi değilim. Arabım ama Müslüman değilim. Katoliğim ama Latin değilim.” Karşımızda siyah, yakasız, ruhani elbisesiyle duran Mikail Aassy’yi dinlerken bildiğiniz değer yargıları, streotipler birbirine karışıyor: Mikail Aassy, genizden Arapçasını çatlata çatlata konuşurken Kuran okuyor izlenimine kapılıyorum. Çünkü bizim imamlarımız duaları Arapçadan, aynen böyle okuyor. Oysa Mikail Assy, ana dilinde, sadece kendini anlatıyor: “Evet, ben Hıristiyan bir Arabım ve Yahudi vatandaşıyım. Üstelik de Katolik papazıyım!” Lübnan sınırındaki Fassuda köyü, 3 bin Hıristiyanın yaşadığı, kilisesi, okullarıyla bildiğin Katolik köyü. Bizim köylerden farkı, yoksul değiller. Bunu da meslek sahibi olmalarına bağlıyorlar. Tarım yapacak kadar büyük toprakları yok. Köyde endüstri de yok tabii. Yani eğitim yapmaktan başka çareleri yok! Gençler okuyup doktor, mühendis, avukat oluyor. Köyde bu özellikleriyle turizm yapmayı hayal ediyorlar. Şimdilik Jerry’nin işlettiği İrish Bar dışında ne lokanta var, ne kalacak yer, ama 50 kişilik grubumuza herkes evini açıyor! Kadınların hazırladığı akşam yemeği, sosyal etkinlik yaptıkları ortak mekanda yeniyor. Yemekten sonra köyün ileri gelenleri hayat hikayelerini anlatıyor. Gece, Jerry’nin barında pop arabesk müzik dinleyerek sürüyor. Jerry’nin Türk dizilerine hayran kız kardeşi Nur, çat pat Türkçe bile konuşuyor, İstanbul’a gelmeyi hayal ediyor! Fassouta’ya veda ederken bu sıra dışı hayatlara hayran kalıyoruz.
Belediye Başkanının hedefi Arapça üniversite
İsrail’in en büyük birkaç şehrinden biri olan Nazareth’in önemi yüz binlik nüfusununun yüzde 60’ının Müslüman olması. Dolayısıyla seçimle gelen Belediye Başkanı Ali Salam Muya da Müslüman ama söz konusu İsrail olunca şaşırıyoruz! Şehir büyük ve zengin. Nüfusun geri kalanı hıristiyan. Nazareth’de Yahudi nüfus yok.
Kentte gördüğümüz kalabalık turist gruplarının nedeni, burasının Hıristiyanlar için önemli bir hac yeri olması. Hıristiyan inanışına göre Cebrail, Meryem’e, İsa’ya hamile olduğunu burada açıklıyor. Oradaki kalıntıların üzerine yeniden inşa edilen kilise, dolup taşıyor. Müslüman Belediye Başkanı, şehirlerinin kutsallığını defalarca tekrarlıyor, belli ki bundan gurur duyuyor. Sorular üzerine Müslüman Arapların askerlik yapma zorunlululuğunun olmadığını, eğitimin ilk ve orta okulda Arapça olduğunu, ama en büyük arzusunun da Arapça eğitim yapılan bir üniversite kurmak olduğunu anlatıyor. Hükümetle tek sıkıntıları bütçeden yeterince pay alamamak, yasalara saygılıyız derken, duvarlardaki Filistin mesajlarını kimse silmiyor. Açıkçası, bu kadar rahatlığa özeniyorum!