Beyoğlu’ndaki Turkuaz Sahaf’ın müdavimleri bilir: Emin Nedret İşli dostumuz, eski ve nadir kitapların atom karıncasıdır. Nereden bulur buluşturur, uzun zamandır arayıp da peşine düştüğünüz kitapları önünüze koyar o sevimli tebessümüyle. ‘Nedo’, merhum Kadıköylü Sahaf Sami Bey, yaşayan ünlü ‘eskiler’den İbrahim Manav ve İsmail Özdoğan’dan sonraki genç kuşağın en önde gelen isimleri arasındadır.
Tevellüt 1959, İstanbul- Cerrahpaşa. Ruhunda eski kitap sevdası var bir kere. Pertevniyal Lisesi’nden mezun olduğu yıl, Enderun Kitabevi’nde çıraklığa başladı, vira bismillah! Beyazıt’taki Sahaflar Çarşısı’na uğramadığı gün yoktu zaten. Üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı okudu, hatta yüksek lisans yaptı. Tez konusu ‘İstanbul’da Gömülü Şairlerin Mezartaşları’. Osmanlıcası da pek kuvvetlidir Nedret Bey’in.
Onunla Yapı Kredi Yayınları’nda tanışmıştık. Yayınevinin ve Sermet Çifter Kütüphanesi’nin aranan, sevilen danışmanıydı. Kısa boylu, tıknaz ama öylesine cevval ve bilgiliydi ki. Üstelik hem güleç hem yardımsever: Osmanlıca bir metnin günümüz alfabesine transkripsiyonunu rica edin, anında hazırlar verirdi. Onunla kalmaz, “Şu esere de bakın, çalışltığınız konuda size yardımcı olacaktır” diye ek servis bile yapardı. Hâlâ da öyledir muhterem. Sonsuz enerjiyle çalışan Nedret’i eski kitapların sihirli dünyasından ayıramazsınız.
Sonunda o da, tıpkı tatil gününde kenti gezen postacı gibi, kendi sahaf dükkanını açtı. Ohh be! Gelgelelim, Nedret Bey sadece kitap alıp satmaz; kendi de kitapseverdir. Elindeki pek çok yayını mecbur kalmadıkça satmak istemez, evine götürür, nadide eserler koleksiyonuna katar.
Arada bir iş yerine uğrarım, sadece hasret gidermek için değil, eski bir gravür ya da kitap peşindeyken de. Üzerinde çalıştığım konudan söz ederim ona, üşenmez, deposundaki binlerce cildin uslu uslu oturduğu kitap rafları arasında bence biyonik bir gezinti yapar ve çok geçmeden elinde bir kaç eserle çıkagelir. Yaman adamdır vesselam; bilgisayarına bile nadiren bakar. Zira onda bilgisayara gerek duyurmayan müthiş bir hafıza vardır: Kitap Osmanlıca olsun ya da yeni ama baskısı tükenmiş olsun, fark etmez. Aynı durum yabancı dildeki nadide kitaplar için de geçerlidir.
‘Sahaflık ölümsüz meslek’
Satacak eski eserler bulunduranlar Nedret’i bulurlar elbet. Bir ailenin tozlu tavanarasında bunca yıl hapis kalmış anılar, belgeler, mektuplar, silik fotoğraflar, haritalar, el yazması veya basılı kitaplar olmaz mı? Olur. O da bazen İstanbul’un ünlü ailelerinin peşine düşer, onların ata yadigarı kütüphanesindeki eserleri satın alır. Sahaf biraderimiz, çoğu zaman bu yazılı, resimli mirasların tümünü almak zorundadır elbet. Ama, onları kişisel bilgi ve deneyimiyle önce ayıklar, tasnif eder, sonunda nadide elmasları ortaya çıkarıp raflarına dizer. Bazılarını da yayımlar. Orhan Veli, Oktay Rıfat, Melih Cevdet gibi Türk şiirinin üç ünlü ustasının gazeteci ve yayıncı Şevket Rado’ya fi tarihinde yazdıkları özel mektuplar gibi. “Sahaf, artık pek çok konuda kendini yetiştirmiş ve donanımlı olmak zorunda” diye düşünür.
Zira “Günümüzde kitabı bilmeden alıp satmak internet denilen uçsuz bucaksız bilgi ummanı varken, imkânsız”. Dostumuz bu arada hiçbir kitap müzayedesini de es geçmez. Nedo’ya göre “Sahaflık ölümsüz bir meslektir. Teknolojinin hızla ilerleyişinden etkilenmez. Çünkü kitap her zaman gerekli, her zaman var olan bir eğitim/kültür aracıdır”. Çekirdekten yetişme bu sahaf, şimdilerde pek moda olan elektronik yayıncılığın işlerine sekte vuracağına inanmıyor ve göğsünü gere gere iddialaşıyor herkesle: “Belki de ilerde elektronik yayınları, bilgileri, CD’leri temin eden elektronik sahaflar oluşacak. Ama dünyada evvelce basılan milyonlarca kitap yok olmadığı sürece sahaflık yaşayacak”. Sen de çok yaşa e mi Nedret İşli kardeşim!