Türk ekonomisine ilişkin ilk 3 aylık verilerin açıklandığı, yüzde 11’lik büyümenin kutlandığı günün ertesi idi. Bir büyük şirketin CEO’suyla konuşurken şu değerlendirmeyi yaptı: “Bu büyümenin önemli olduğunu kimse yadsıyamaz. Eğer işsizliği çözecek ve 2023 hedefine ulaşacaksak, yüzde 7-8 büyümemiz lazım.
Ancak, büyürken mutlaka harcanabilir gelire de bakmak, kişi başına harcanabilir gelirin ne kadar arttığını da izlemek gerekiyor.” Yani bu yönetici diyor ki; sadece kişi başına GSYİH (gayrisafi yurtiçi hasıla) rakamına değil, vatandaşın tüketim ve mümkünse tasarruf yapabileceği toplam tutara da bakın... Ve bu miktarın yıllar itibarıyla nasıl arttığını da yakından izleyin...
[[HAFTAYA]]
Borçlanmadaki artışın etkisi
Aslında her vatandaşın amacı ‘harcanabilir gelir’ artışı sağlamak, bununla ihtiyaçlarını almak ve mümkünse tasarruf yapmaktır. Ancak, harcanabilir geliri yüksek tempoda artırmak eskiden de sorundu, şimdi daha büyük sorun. Çünkü, ailelerin borçlanma hevesleri ve oranları giderek artıyor. Her ne kadar Avrupa Birliği rakamlarına göre GSYİH’da hane halkı borçlarının oranı düşük olsa bile, 2010 yılında ailelerin toplam borcu 200 milyar TL’ye yaklaştı. 2008 yılında 128 milyar TL olduğunu dikkate alırsak, sadece 2 yılda 63 milyar TL borçlanıldığı ortaya çıkıyor.
Bir başka rakama daha dikkat çekeyim. Mart 2011’de, 2009 sonuna göre ihtiyaç kredileri yüzde 53, konut kredileri yüzde 42, taşıt kredileri de yüzde 43.6 düzeyinde arttı. Bu tempo sonucunda 2009’da hane halkı yükümlülüklerinin GSYİH’ye oranı yüzde 15.4 iken, 2010 sonunda yüzde 17.3 düzeyine yükseldi. İşte bunlar ailelerin harcanabilir gelir düzeyini artırıyor. Vatandaş ev, araba, ihtiyaç kredisi gibi borçlarını öderken, diğer alanlara, örneğin eğitim, giyim, kültür, teknolojiye harcama yapamıyor. Tasarrufu ise kısıtlı bir kesim gerçekleştirebiliyor. Bunun sonucunda Türkiye’de kişi başına milli gelir 2010 yılı sonunda 15 bin TL’yi geçerken, kişi başına harcanabilir gelir rakamı 6 bin 42 TL’de kaldı.
Tablo çok mu kötü?
İşin doğrusuna bakarsanız 2003 yılından bu yana kişi başına harcanabilir gelir ile kişi başına milli gelir artışı aynı düzeyde gerçekleşmiş. Harcanabilir gelir artışı biraz daha fazla olmuş. Ancak sıkıntı, son yıllarda, biraz da ekonomideki büyüme havasının etkisiyle borçlanmadan kaynaklanıyor. İki gösterge arasında paralel bir artış var gibi görünse bile, kişi başına harcanabilir gelirin performansı biraz daha sınırlı kalıyor. Bir yerde bu, vatandaşın tercihi... Gelecekteki gelirini şimdiden harcayıp, ihtiyaçlarını önceden gidermek istiyor. Böylece borç yükünü artırıp, harcanabilir gelirini de sınırlıyor. Yüksek büyüme, gelir artışı ve gelir dağılımındaki düzelme ile bu sorunun aşılabileceğini düşünüyorum.
Siz ne yapardınız?
İşletme okullarında öğrencilere bir vaka çalışması (case study) verilir ve onlardan gerçek hayattaymış gibi çözüm istenir. Gerçek hayat olmasa bile, işin içinde olduğu için, bu tür vaka çalışmaları yönetici adaylarını şirket dünyasına hazırlar. Tam böyle olmasa bile, üniversitelileri, genç yönetici adaylarını, PR ve iletişim uzmanlarını, hatta yöneticileri böyle bir çalışmaya, yaşanmış bir olayda nasıl karar vereceklerini paylaşmaya davet ediyorum. Olayı şöyle ortaya koyayım:
- Toplantıya katılmak için bir otele gidiyor, valeye arabanızı çalışır vaziyette veriyorsunuz. Arabanın anahtarı, bir ev anahtarı ile birlikte anahtarlığa bağlı.
- Gece geç saatlerde etkinliğiniz sona eriyor, arabanızı çalışır vaziyette alıyor ve evinize gidiyor, park ediyorsunuz. Stop etmek için anahtara basıyor ve elinize alıyorsunuz. Bir de bakıyorsunuz ki, üzerinde anahtarlık ve evin anahtarı yok.
- Arayıp tarayıp sonunda evin anahtarını sürücünün yanındaki küçük bölmede buluyorsunuz. Anahtarlık ise kayıp...
- Eve ulaştığınızda oteli arıyorsunuz; “Telefonunuzu alıp size dönelim” yanıtını veriyorlar. Ama dönen olmayınca, iletişim müdürü ve genel müdürü arıyorsunuz. İşte benim sorum da burada ortaya çıkıyor. Sizce bu otelin hem genel müdürü hem de iletişim müdürü nasıl bir yanıt vermiştir?
a. Çok özür dileriz, sizin için ne yapabiliriz?
b. Çok üzgünüz, hemen anahtarlığınızın aynısını gönderiyoruz.
c. Anahtarlığınızı kaybettiğinize üzüldüm, umarım bulursunuz.
d. Valemizle ilgili bir sorun olamaz, kendiniz kaybetmişsinizdir, umarız bulursunuz.
e. Kayıtlarımızda herhangi bir anahtarlık bulunmamıştır.
Kendinizi CEO ya da iletişimci yerine koyun. Sizce otel yönetimi bu yanıtlardan hangisini vermiştir? Doğru yanıt veren ilk 3 kişiye son kitabımı hediye etmek istiyorum.
‘Baskı’ efsanesi Wall Street’e kadar gitti
İş Bankası Genel Müdürlüğü’nden ayrılan Ersin Özince ile uzun süredir görüşmemiştik. Capital için söyleşi talebimizi kabul edince, banka genel müdürlüğünde öğle yemeğinde buluştuk. Banka genel müdürlüğünden ayrılması genelde ‘emeklilik’ olarak algılandı. Ancak, sohbetten başkanlık görevinin hâlâ yoğun bir mesai gerektirdiğini anlıyoruz.
Bankanın yanı sıra Şişe Cam’daki görevi de ona belli bir tempoda çalışma zorunluluğu veriyor. Konuşma sırasında gördüm ki, Özince’nin canı, genel müdürlüğü bıraktığı dönemde yaşananlara çok sıkılmış. Özellikle de Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ile ilişkisinin bozulduğuna yönelik haberlere... Sohbet sırasında buna açıklık getirdi, yazılanların tamamen yanlış olduğunun altını çizip, şunları paylaştı:
1. Hiçbir zaman şu ya da bu nedenle politik baskıyla karşılaşmadım.
2. Sayın Babacan ile ilişkimiz tamamen çarpıtıldı. Kendisiyle ilişkimiz en medeni, en nazik ve en anlayışlı şekilde devam etti.
3. Bankalara baskı yapılıyor söylevi tamamen bir şehir efsanesidir. Buna hiçbir hükümet tenezzül etmez.
4. Bazı arkadaşlarımızın hayal gücü o kadar yüksek ki, ‘Wall Street’e kadar böyle bir olasılık var mı?’ diye geçti.