“Ne yapayım bayrağı, İsmail? Çocuğumu bu bayrağın altında öldürmüşsün. Bayrakla benim ne işim olur? Bir kere bayrağın suçu da yok. Bu bezdir ya, bez parçasıdır…”( DİSKO’da dövülerek öldürülen Er Uğur Kantar’ın babası)
İsmail Saymaz’ın dayak, intihar, silah, mayın ve patlama sonucu meydana gelen asker ölümlerini 15 dava dosyası üzerinden incelediği ‘Esas Duruşta Cinayet’ okuyucuyla buluştu. Saymaz -yedinci kitabıyla- yine ciddi bir araştırma yaparak tarihe not düşmüş.
Türkiye’de şüpheli asker ölümleri ve cinayetleri genelde küçük puntolarla gazetelerin bir köşesinde yer alabiliyor. Yayımlanan çoğu haberde de gerekçe olarak ‘psikolojik sorunlar’ gösteriliyor. Yaşanan ölümler gün devrilmeden hafızalardan siliniyor ve geriye adalet arayışı içindeki acılı aileler kalıyor.
Saymaz kitabının girişinde şöyle diyor: “Kayda değer bir bölümü Kürt ve Alevi kökenli, tamamı yoksul çocuklarından oluşan kurbanlar ordusuna her yıl ortalama 100 civarında Mehmetçik katılıyor. Binlercesi de onulmaz travmalarla evlerine dönüyor. Elde, üzerine beyaz kireçle ‘Her Türk asker doğar’ yazmaya yarayan, sadece buna yarayan, çoraklaşmış ve oğul vermeyen bir vatan toprağı kalıyor.”
Esas Duruşta Cinayet; "Medeni Ölüm", "Dayakla Ölüm", "Silahla Ölüm", "İntihar" ve "Bombayla Ölüm" olmak üzere beş bölümden oluşuyor. Kitap boyunca okuyucu ajite cümlelerle karşılaşmıyor. Hikâyelerin gerçekliği ve akıcı dil durumun vahametini ortaya koyuyor. Bununla beraber kitapta yer alan rakamlar ve Meclis’te soru önergelerine verilen yanıtlarda çok vahim:
“1992-2012 arasındaki 20 yılda 2,211 asker intihar etti. Keza 1 Ocak 2002-31 Aralık 2012 arasında 605 asker PKK ile girilen çatışmalarda şehit olurken, 965’i ise intihara itildi. Ocak 2014 itibariyle bu rakam, 1,045’e çıktı.”
Kitapta yalnızca askeriyede yaşananlar yok. Ailelerle yapılan söyleşiler, canlı tanık anlatımları ve çoğu dava dosyasında bulunan fotoğraflar, neden ‘Zorunlu Askerlik Kaldırılsın’ denildiğinin kanıtı niteliğinde. Özellikle cenin pozisyonunda öldürülen er Eren Özel’in ‘o an’ fotoğrafı ve sözde yakın arkadaşı tarafından öldürülen Er Sevak Balıkçı’nın katiliyle omuz omuza fotoğrafları insanın yüreğine oturuyor.
Kitapta geniş yer alan Adana Askeri Cezaevi gerçeği de tüyler ürpertiyor: Ağır dayak, çıplak ve çukur arama işkencesi, cinsel taciz, oral seks... Bir cinayet beraberinde birçok gerçeği de ortaya çıkarıyor. İşkence merkezine dönüşen bu askeri cezaevinin Pozantı Cezaevi’nde yaşananlardan bir farkı yok. Devlet geleneği sürüyor ve gardiyanlar korunuyor:
“Mevlüt (beni) banyoya götürdüğünde cinsel organını ağzıma almamı istedi, kabul etmedim. Ancak zorla aldırdı. Ramazan da Mevlüt de copu arkama sokmak istedi, kaçtım. Banyodan atölyeye geldikten sonra Ramazan gardiyan copla tekrar dövdü. O kadar dövmüşlerdi ki, kafamda acı hissetmiyordum…”
Bir kısmımız Utku Kali, Sevak Balıkçı, Uğur Kantar’ın başına gelenleri ucundan kıyısından okuduk, bir kısmımız mayına bastığı için paramparça bedenleri ve Afyon patlamasını duyduk. Ancak bu haberler hep parça parça ve hukuki süreçte eksik olarak çıktı karşımıza. İsmail Saymaz; ismi gündemde yer edememiş masum erlerin gerçeğine de yer veriyor kitabında. Hepimizin başına gelebilecek, kenarından köşesinden duyduğumuz cinayetlerde delillerin nasıl yok edildiğini, davaların nasıl sonuçlanamadığını tarihe not düşüyor.
Kısacası Esas Duruşta Cinayet, ‘toplu mezara ilk kazmayı’ vuruyor. Neden ‘Zorunlu askerlik cinayettir ve kaldırılmalı’ bunun en net yanıtını kitabın gerçekliği ortaya koyuyor…
İsmail Saymaz, Esas Duruşta Cinayet, İletişim Yayınları, 2014