12 Eylül döneminde uzun tutukluluk yıllarının ardından 1988’de Bursa cezaevinden tahliye olduğumda, Almanya'dan bir mektup aldım. Mektup, Hamburg Senatosunun bir davetini içeriyordu. Dünyanın değişik ülkelerinde baskı gören yazarlarla dayanışma için kurulmuş bir vakıftı daveti yapan. Benim adımı da Uluslararası Af Örgütü’nün raporlarından öğrenmişlerdi.
Pasaport almam kolay olmadı. 1990 Ağustos'unda Hamburg'a gidip, iki yıl misafir edildik. Uzun hapislik ve baskı döneminin ardından bu davet ailecek hepimize iyi geldi.
Dün içlerinde yakın tanıdıklarımın da olduğu insan hakları savunucularının tutuklandıklarını duyduğumda 12 Eylül günlerini hatırladım. Bu kuruluşlar yeni değiller. 12 Eylül’de olduğu gibi, 28 Şubat günlerinde de mağduriyetlerin dünyaya duyurulması yönünde çaba sarfetmişlerdi. Her dönemde, hak ihlallerine karşı durdular. Bir çok devlet ve uluslararası kuruluş bu örgütlerin raporlarına önem verdi, değerlendirdi.
Neler oluyor?
İki yıl önce iş dünyasından bir isim endişesini şöyle dile getirmişti: “En büyük korkum, Türkiye’nin Avrupa'yla ilişkileri kesme yönünde adımlar atmasıdır. Bu yönelim, insan hakları ve özgürlükler alanında ciddi sorunlar yaratabilir. Ekonomi de bundan olumsuz etkilenir.”
Bu beklentiyi karamsar bulmuş ve katılmamıştım. Türkiye, Osmanlı'dan beri yüzünü Batı'ya dönmüştü. Siyaseti, ekonomisi, kültürel tercihleri bu yönde şekillenmişti. Batı'ya sırtımızı dönmek çoğumuza imkansız görünüyordu. Dış ticaretin yüzde 60'a yakınını, yatırımların yüzde 80'ini gerçekleştiren AB ile ilişkileri kesmenin bedeli ağır olurdu.
Şimdi yaşadıklarımızı görünce, “Batı'yla ilişkiler konusunda aşırı iyimser saptamalarda mı bulunmuştum?” diye düşünüyorum.
Evet AB, Türkiye'ye adaletli davranmadı. Brüksel, Kıbrıs konusunda verdiği sözleri tutmadı. Üyelik müzakerelerini zorlaştırdı, “yorgunu yokuşa süren” bir tutum gösterdi.
Açılım dönemi
Bu dönemde iktidar, risk alan, farklılıkları zenginlik olarak göreen bir yönelime girmişti. Kürtlerin, Alevilerin, Ermenilerin, Romanların yani ötekilerin sorunlarına çözüm arıyor, açılım yapmaya çabalıyordu.
Çözüm sürecinin çökmesi herşeyi tersine çevirdi. Batı’yla ilişkiler sarsıldı. Kaotik ortam iç siyaseti de olumsuz etkiledi. Gezi olayları, 17-25 Aralık darbe girişimi ve 15 Temmuz FETÖ kalkışması, siyasetteki normalleşme çabalarını yerle bir etti.
OHAL dönemindeyiz. Kararlara egemen olan dil, endişe yaratıyor.
Ben, Türkiye'nin Batı'ya sırtını dönebileceğini sanmıyorum. Bunca demokrasi tecrübesinin, bunca darbe acısının, bir birikim yarattığını görüyorum.
Umarım yanılmam...
19 Temmuz 2017, Çarşamba 05:00
Haberin Devamı