Kerem Akça'nın Rotterdam’dan ‘Kelebekler’, ‘Meteorlar’ ve ‘Yard’ eleştirileri
Avrupa’nın en prestijli festivallerinden Rotterdam Film Festivali’nin 47. şubesinde iki uzun metrajlı yerli film seyirciyle buluştu: Sundance ve Locarno’dan önemli ödüllerle dönen “Kelebekler” ve “Meteorlar”. Dünya prömiyeri yapılan kısa film “Yard” da dikkat çekti.
31 Ocak 2018 , Çarşamba 15:29
Kerem Akça, 47. Rotterdam Film Festivali’nde gösterilen yerli filmleri değerlendirdi
KEREM AKÇA / kerem.akca@posta.com.tr
‘KELEBEKLER’: İMECE VE GERİLLA USULÜ HALİ HİSSEDİLİYOR
Tolga Karaçelik, “Gişe Memuru” (2010) ve “Sarmaşık” (2015) ile sinemaya kafa yoran gerçeküstücü bir yönetmen kimliğinin sözünü vermişti. Açıkçası birincisindeki ‘hayalci gişe memuru’ hikayesi bir yana, ikincisinde ‘gemide geçen alegorik tek mekan gerilimi’ finaliyle de olgun durmuştu. Ama “Kelebekler”de (2018) bu seviyeden bir adım geri atıldığını görüyoruz.
Elbette dünyada da çekilen politik sıkıntılar, alınamayan destekler, sansürlenme gibi olaylarla yönetmenlerin verdiği tepkileri biliriz. Örneğin “Duvar”da (1983) Yılmaz Güney, ülkeye girişinin yasaklanmasına ve sisteme isyan ederken en didaktik filmine imza atıp sinemayı unutmuştu. Jafar Panahi, “Perde”de (“Pardé”, 2013), ev hapsini ‘sinema eseri’ne çevirirken amatör dururken; “Taksi Tahran”da (“Taxi”, 2015), kendini tek bir günde bir taksinin içine yerleştirerek politik mesaj kaygısını gözümüze sokmuştu.
“Kelebekler” de Kültür Bakanlığı desteğinin çıkmamasıyla ‘gerilla usulü bir isyan’ kıvamında. Filmin post-prodüksiyon görmemiş gibi dururken, sallanan kamerayla ilerleyen, renkleri işlenmemiş yapısı, belki de çekim süresinin azlığı sebebiyle tek çekimde halledilen doğaçlama sahneler de içeriyor. Film, olgun bir yönetmenin geldiği noktayı asla yansıtmıyor.
Aksine Karaçelik’in ilk filmi gibi duruyor. Bu durum da ister istemez ‘yol filmi’ klişeleriyle gelen Serkan Keskin, Hakan Karsak, Ezgi Mola, Ercan Kesal ve Serkan Ercan’ı, Joseph Campbell’ın ‘kahramanın yolculuğu’ mantığıyla ilerleyen mitik yan karakterlerinin kullanımına ortak ediyor. Bu tercih çok bayat duruyor. Sanki oyuncular tek sahnede oynamak, imece usulü katkıda bulunmak için böyle bir yapıya hizmet etmişler. Serkan Ercan ise “Gişe Memuru”ndan çıkıp gelmiş gibi tek bakışla kahkaha attırabiliyor.
Tuğçe Altuğ ve Bartu Küçükçağlayan rollerine cuk oturmuşlar. İletişimse iletişim, yabancılaşmayla yabancılaşma, işlevsizleşmeyse işlevsizleşme, ‘karakterler’den destek alarak inandırıcı duruyorlar Ama Tolga Tekin, ucuz ilk sekanstan itibaren ‘karikatüzelik benim adım!’ deyip hareketlerini sınırlayamayınca göze batıyor. Filmin aksayan yegane başrol oyuncusuna dönüşüyor.
Elbette Karaçelik’in Tuğçe Altuğ’un Suzan’ından ayrılan bir karaktere kendini yazıp işin içine kişisellik katması ve Emin Alper’in bir sahnede Ahmet Misbah Demircan ile dalga geçmek için cameo olarak içeri girmesi; filmin ‘politik döneme uygun’ yapay eylemlerini ortaya koyuyor. 2.35:1’de Gökhan Tiryaki ve Vedat Özdemir ile gelecek profesyonelliği, detaycılığı aradığımız bir film “Kelebekler” sinematografik açıdan. Görüntü yönetmeni sadece kameramanlık yapmak için tutulmuş gibi.
Son düzlükte ‘yağan kelebekler’le birlikte gelen görsel efektler işliyor. Patlayan tavuk da inandırıcı, yaratıcı ve elbette ki eğlenceli duruyor. Flashback ile giren ‘biri kelebekleri çağırıyor’ efsanesi de iyi. Ama bütçesizlikten bu heyecan verici gerçeküstücü yaratıcılığın üzerine çok az gidilebilmiş. “Kelebekler”, “Taksi Tahran”daki gibi kısa sürede halledilip ‘inatla yapılmış bir film’, bir çeşit ‘isyan filmi’. Buna da itiraz etmeyecektir kimse.
Bu sebeple de ‘destek alamayıp imece usulü para toplayan zamane yönetmenleri nasıl sonuçlara kayabiliyor?’ sorusu eşliğinde tarihe not düşülmesi gerekir. Sundance’de gelen Dünya Sineması Jüri Büyük Ödülü de aslında sinemacılarımızın yapabileceklerini göstermek için çok değerli.
Açıkçası tam da bu sebeple babanın görme engelli arkadaşının ‘yas’a bakışı sanki ‘bütçenin azalması’ ile senaryoda değiştirilmiş gibi. Tekin dışında herkes işliyor. Karaçelik’in üzerine yıllarca uğraştığı, detaycı senaryosunda fazla problem yok. Karakterlerin yazılması, onların motivasyonları, çözümlemeleri boyutlu. “Kelebekler” elbette ‘bir sürecin filmi’. Bu açıdan üzerine konuşulup değerlendirilecektir. Ama muhtemelen Karaçelik de yapmak istediğinin en iyisini gerçekleştirdiğini iddia etmeyecektir.
FİLMİN NOTU: 4.5
‘METEORLAR’: HİPNOZ ALTINDAKİ TÜRKİYE’NİN FİLMİ
Şu sıralar ülkemiz insanının her günü ‘savaş’ ya da ‘kıyamet’ olarak yaşamaya başladığı reddedilemeyecek bir gerçek. Buna paralel olarak da bizim ‘kaos’umuzun etkilerini ortaya koyan politik ve psikolojik filmler artmaya başladı. “Meteorlar” (2017) bu furyaya ‘docudrama’ (belgesel-kurmaca kırması film) tarafından girmeye çabalıyor. Siyah-beyaz çekilmiş, altı epizotlu deneysel çalışma fazlasıyla etkili anlara gebe.
‘Avcılar’ ile başlayıp ‘Geri Gelenler’e, oradan da ‘Meteorlar’a, ‘Nemrut’a uzanan bir gözlemcilik var. Keltek açılış ve kapanışta ay yıldızı koparıp atmak isterken, sessiz sinemada aksesuarlarla oynayan Méliès kadar sert oluyor belki de. Bunun yanında “Meteorlar”da Ebru Ojen’in bulunan kasetlerinin arka arkaya kurgulanması, ‘buluntu film’ damarından ‘yıkım’ı ‘hipnoz’a çeviriyor.
Bu meditasyona kapılıp gitmek ise sarsılmamızı sağlıyor. Ama gözlemci ve dingin bir şekilde hareket eden Gürcan Keltek, kariyerinin öncesinde olduğu gibi kısa ve orta metrajlı eserlerde gördüğümüz belgesel ile deneysel arasındaki çizgiyi silikleştirdiği yerden alıyor. Burada da açıkçası 7 Haziran 2015 seçimlerini takiben yaşanan, askerin Kürt köylerine girmesi mevzusunun korkutucu tarafına bakıyor. Yani basından gizlenen onca olaydan sadece birini anlatmaya çabalıyor “Meteorlar”.
Bunu yaparken ses tasarımından müziğine kadar aslında arka plandaki yıkımı anlatma arzusunun altını da dolduruyor. Bu durum karşısında biz altı epizotta bir şeyleri gözlemliyoruz. Finaldeki milliyetçilik karşıtı tutum bir yana Gezi Parkı olaylarının sonrasına bir başka çarpıcı film ekleniyor. Meseleye Doğu’dan, Kürtlerin gözünden bakılması bu ‘kıyamet/felaket’ gözlemini daha da karanlık ve melankolik hale getiriyor. Adeta bir savaş, bir gezegenler düellosu ortaya çıkan…
“Meteorlar” o gördüğümüz, bildiğimiz, alışık olduğumuz belgesellerden veya filmlerden değil. Yakaladığı ‘buluntu film’le döneminin Yılmaz Güney’inin işlevini üstlenen Gürcan Keltek’in karanlık vizyonu, meditasyon niyetine izlenen ‘saklı gerçekler’in hazinliğini gözlemliyor usulca. Nokta atışı bir atmosferle de aslında cesaret vurgusu daha da değerli hale geliyor. Gerçeklik duygusu ikiyle çarpılıp üzerine başarılı ve dingin dil numaraları eklenince politik sinemanın alegorik gücü de etkisini arttırıyor.
FİLMİN NOTU: 6.8
‘YARD’: TEK PLANDA CENAZE RUTİNİ
Miraç Atabey, beşinci kısası “Yard”da (2018) aslında evrensel bir işe imza atmış. Bir cenaze töreninin öncesini ve kendisini mercek altına alan eserin, geceden sabaha geçerken kamerayı aynı yerden ayırmaması, zaman geçişiyle gelen ‘tek plan çekti’ düşüncesini ayağa kaldırıyor. Bu da aslında yönetmenin tecrübesinden kaynaklanan bir durum.
“Yard”, Karadeniz’in doğasında geçse de orayı natüralist bir sömürü aracına çevirmiyor. Aksine olup bitenleri, diyaloglar eşliğinde gözlemleyip olgun bir ‘minimalist duruş’ sergiliyor. Bu da ‘cenaze tasvirleri’ arasında bu kısa filmi özel bir yere yerleştiriyor.
FİLMİN NOTU: 7
KEREM AKÇA’NIN 47. ROTTERDAM FİLM FESTİVALİ’NDE İZLEDİĞİ FİLMLER İÇİN YILDIZ TABLOSU:
LES GARÇONS SAUVAGES: 8.7
MUTAFUKAZ: 7.5
CHARLIE AND HANNAH’S GRAND NIGHT OUT: 7
AN EVENING WITH BEVERLY LUFF LINN: 7
LADY BIRD: 6.9
ANNA’S WAR: 6.8
PITY: 6.7
I, TONYA: 6.3
TIME SHARE: 6.2
I HAVE A DATE WITH SPRING: 6
LOOK UP: 5.9
THEIR REMAINING JOURNEY: 5.8
AUGUST AT AKIKO’S: 5.6
NERVOUS TRANSLATION: 5.6
SULTRY: 5.6
INFERNINHO: 5.5
SILENT MIST: 5.5
THE CANNIBAL CLUB: 5.5
INSECT: 5.4
THE WIDOWED WITCH: 4.7
PIERCING: 4.5
REPORTS ON SARAH AND SALEEM: 4.5
WIJ: 4.5
ZARGOS: 4.5
BLUE MY MIND: 3.8
BOTTOMLESS BAG: 3.8
NIGHT COMES ON: 3
DRIFT: 2.9
THE NIGHT EATS THE WORLD: 2.9
NEOMANILA: 2.3
Haberin Devamı
BUNLARI DA OKUYUN