Mey Diego CEO’su Levent Kömür’ün verdiği rakamlar ilginç: Şirket, gıdadaki ilk 5 büyük şirketin içinde. “Biz çiftçiyiz” diyor, Şarköy ve Elazığ’da hatırı sayılır bağları var. “Biz sanayiciyiz” diyor, 9 fabrikaları, 25 şaraphaneleri var.
“Biz ihracatçıyız” diyor, alkollü de olsa, yaş meyve sebze ihracatçısı olarak kabul ediliyorlar ve en üst sıralardalar!
Modacı Karim Raşit’in tasarladığı kadeh.
Yarısı kadın
Takdir ettiğimiz bir diğer konu ise kadının işgücüne katılımının en yüksek olduğu işletmelerden biri, yarıdan fazlası, yüzde 61’i kadın; yönetim kurulu üyeleri ise yarı yarıya, tam bir eşitlik var. Zaten Levent Kömür, “İşimiz içki satmaktan çok, modern hayat biçimini korumak. Onu da kadın sağlıyor, hiç korkak kadın görmedim” diye ekliyor.
Tadım yemeğindeki şarapları 14 yıldır sektörde olan Özge Kaymaz Özkan seçmiş. Kayra Şarköy Şaraphanesi’nin başında, pek çok altın madalyası var. Yemek mönüsü ise Şef Didem Şenol’dan. O da psikoloji eğitiminden sonra mutfağa merak salıp eğitimini aldıktan sonra bugün ünlü bir şef!
Uskumru Dolması’ Didem Şenol’dan.
Hazırladığı mönüyü kıskandırmamak için anlatmayacağım!
İçkide tekel kalktıktan sonra piyasaya giren dünyanın en büyük alkollü içecek şirketi Diego’nun, bütün engellere rağmen hâlâ Türkiye’de kalıyor olması bizim için bir şans.
Onbin yıldır
Onbin yıldır, buğday ve ekmekten sonra üzüm ve şarap üretilen Anadolu’da hâlâ dünyanın en güzel üzümleri yetişiyor ve bu üzümlerden yapılan şaraplar dünya sofralarına layık. İstihdam ve gelir sağlaması da cabası.
İWSA’da ise işin eğitimi ve sertifika veriliyor. Şimdiye kadar 12500 kişi someliye (şarap garsonu) ve barmenlik eğitimi almış. Hepsi iş bulmuş. Daha ne olsun?
Bir ‘hakaret’ sadece hakaret değildir
Lübnan’ın Yabancı dilde en iyi Oscar Aday Adayı olan filmi “Hakaret”, ülkenin çok dinli toplumunun içindeki çatışmaya dikkat çekiyor. Lübnan, Ortadoğu’nun, Müslüman, Hıristiyan, Ermeni toplumlarının küçücük topraklarında birlikte yaşadığı bir ülke. Ticareti, parayı, eğlenmeyi, yemeyi içmeyi seven Lübnan’ın başkenti Beyrut, güzelliği ve gelişmişliğiyle bir zamanlar Ortadoğu’nun Paris’i idi. Ne ki savaşların, kavgaların sürdüğü coğrafyada kalıp da barış içinde yaşamak mümkün mü? Topraklarından sürülen Filistinli göçmenlerin yoğun nüfus baskısı, dinler arası çatışma, adaletsiz ve mutsuz yaşamın getirdiği öfke ve şiddet, bu küçük ülkeyi barut fıçısı haline getirdi.
Hıristiyan Tony’nin Filistinli Yasser’e öfkesi bebeğin hayatını tehlikeye atar.
Kökü derinde
Lübnanlı yönetmen Zaid Doueiri de filminde, kökü bu derin anlaşmazlıklardan kaynaklanan, ama basit bir ‘hakaret ve özür’ istemiymiş gibi gözüken olaydan hareketle, aslında büyük kavgaların ve hatta savaşların bile nasıl da çatışma ortamından, düşmanlaştırılmış toplumsal grupların arasındaki gerginlikten geldiğini anlatıyor.
Tony (Adel Karam), Beyrut’ta yıkık dökük bir evde hamile eşiyle yaşayan Hıristiyan Arap bir oto tamircisidir. Filistinli Yasser (Kamel El Basha) ise o mahalledeki alt yapı çalışmalarını yürüten şirkette aslında mühendis olmasına rağmen, Filistinli olduğu için ustabaşı konumunda çalışmaktadır. Tony balkonunu yıkarken aşağıdaki işçileri ıslatır.
Bundan ötürü özür de dilemez ve balkonun su giderini onarmak isteyen ustalara izin vermediği gibi onların yaptıklarını da bozar. İtiş kakış sonrası mahkemelik olurlar.
Savaş nedeni
Filmde milliyetçiliğin, toplumun bölünüp kışkırtılmasının ve özellikle üstü örtülüp adaletin sağlanmadığı şiddet ve olayların nasıl tortu bırakıp yıllar sonra zehir olarak çıktığı da ustaca vurgulanıyor.
Filmde kendi ülkemizi düşünmekten de duramadım. Giderek, bırakın mezhep farklarını, farklı yaşam biçimlerine bile tahammülsüzlüğün ve müdahalenin başladığı, toplumu dönüştürmek için her türlü siyaset mühendisliğinin yapıldığı bir ortam nasıl sonuçlar verecek?
Sinema, bu tehlikeleri düşünmemizi sağlıyor, geçmişi ve geleceği, görsel olarak önümüze koyuyor!
18 Ocak 2018, Perşembe 05:00
Haberin Devamı