Şüphesiz, Amerikan kültürünün yarattığı en büyük kahramanlardan biri Superman. ABD’nin süper gücünün sembolü adeta. Ancak, geçen hafta, devrim niteliğinde bir açıklama yapıyor ve Amerikan vatandaşlığından vazgeçtiğini ilan ediyor Superman!
Çizgi romanın 900. sayısında, İran’daki rejim karşıtı göstericilere destek vermek için İran’a kişisel bir ziyarette bulunan Superman’in bu ziyareti -İran hükümeti tarafından Amerika’nın bir kahramanı olarak algılandığı için- savaş nedeni sayılıyor.
Tüm aksiyonlarının Amerikan politikasına hizmet ettiği şeklinde algılanmasından yorulduğunu söyleyen Superman, Amerikan vatandaşlığından vazgeçtiğini söylerken ‘Amerika’nın tarzı, dürüstlük ve adalet kavramlarıyla örtüşmüyor artık’ şeklinde bir açıklama yapıyor.
ABD’nin politikalarını eleştiririz, ABD’lileri ‘dünyadan bihaber’ olmakla suçlarız, bunlar ayrı, ama sahip oldukları ifade özgürlüğüne edecek bir laf bulamayız. Öz eleştiri konusundaki özgürlüklerine ancak öykünebiliriz.
Misal, Nasreddin Hoca çizgi romanında, birtakım siyasi gerekçeler öne sürerek Türk vatandaşlığından vazgeçtiğini ilan ediyor...
Hayal bile edemeyiz...(!)
Torpilli hayat ve aynalı kitap
Uzun yıllar ‘kişisel gelişim kitap’larına bakıp ‘Hep sevgi, çiçek, böcek anlatıyor bunlar’ diye dudak büktüğümü itiraf edeyim. Son yıllarda ise ‘geyik’ olarak tanımlayamayacağım türden kişisel gelişim kitaplarıyla tanıştım. Ne var ki, bunlar da donuk, ruhsuz ve adeta formül kitabı gibi geldi bana.
Kimbilir belki de hepsi yabancı yazarlara ait kitaplar olduğu için böyle hissediyordum. Batı kültüründe yazılmış kitaplar fazla ‘Batılı’ ve ‘havada’ kalıyor, Doğu kültüründe yazılmış olanlarsa fazla ‘mistik’ ve ‘kopuk’ geliyordu bana. Bizim yaşantımızla, kültürel kodlarımızla uyuşmuyor, bir türlü ‘Hah, tamam işte bu’ duygusunu veremiyorlardı.
Sonra ‘Evrenden Torpilim Var’ adlı kitabı okudum. Ama kitap çıktıktan uzun zaman sonra. Hani ‘çok satan’, herkesin elinde gördüğümüz kitaplara bir süre ‘uzak’ dururuz ya bazen, aynen öyle yaklaşmıştım Aykut Oğut’un bu ilk kitabına. Ta ki iki yakın arkadaşım bana ‘Bunu mutlaka okumalısın’ diyene kadar. Samimi ve günlük bir dille yazılmış, gerçek hayattan örnekler veren ve ‘kasmayan’ bu kitap hoşuma gitti. Sonra kitabın yazarının ve eşinin birlikte hazırladıkları bültenlerinin, videolarının olduğu Ayra Şehri adlı web sitesini keşfettim. Böylelikle kitabın ana fikirleri kafamda iyice pekişti. Ve ikinci kitabı heyecanla beklemeye başladım. Nihayet geçen hafta ikinci kitap, yani ‘kapağı aynalı’ kitap çıktı. Yazar, her okurun kitaba kendi istediği ismi vermesi için kitabını isimlendirmemişti. Bir gecede ikinci kitabı da bitirdim. Ve kendi aydınlanma çağımı (!) başlattım. Bu iki kitabı roman okur gibi değil de, biraz pratik yaparak okursanız eğer, sizin de hayatınızda bir şeylerin hareket etmeye başladığını, şekil değiştirdiğini deneyimlemeniz işten bile değil. ‘Keyifle okuyun ve hayatınızı güzelleştirmek için ilk adımı atın’ derim...
Üç de yetmez dört tane!
‘En az üç çocuk’ sloganı artık absürd bir noktaya geldi. Baksanıza Başbakan Erdoğan’ın son konuşmalarına: “Bazıları ‘İki tane yeter’ diyor. Sakın ha bu oyuna gelmeyin. Bu bir tuzaktır. Bu tuzağı hep beraber bozacağız. Çünkü bu milletin nüfusu azaltılmak isteniyor. Bu milleti kısırlaştırmak istediler. Doğum kontrolleri yaptılar bu ülkede. İstediler ki bu millet ihtiyarlasın. Aynen bizi de batının şu andaki durumuna düşürmek istediler. O oyuna gelmeyeceğiz...”
Şaka gibi. Karikatür gibi. Birazdan ‘Ürememiz engellenemez’ nidaları duyulacak gibi(!)... Kim bizi kısırlaştırmak istiyor?
Kim bize tuzaklar kuruyor? Dış mihraklar olabilir mi?
Maşallah nüfusumuz hep artıp duruyor. Varsın altyapımız yetmesin, sosyal haklarımız yerlerde sürünsün, eğitim, sağlık, ulaşım vs. hizmetleri artan nüfusun altında ezilsin. Önemli değil, iş ki nüfusumuz artsın(!)
Yok, yok, bu artık okunduğu gibi anlaşılabilecek bir şey değil. ‘Üç çocuk meselesi’ falan değil. Bu, milliyetçi, muhafazakar damarlardan beslenen, ‘Alkışları duyalım’ beklentisi içinde olan sağlam bir siyasi malzeme. Damardan verilen popülizm.
Ne diyelim, üç de yetmez dört tane. Dört de yetmez beş tane... Ver Allah’ım ver!
Haftanın notları
-Bir kolejin açılış etkinliğinde şarkı söylemesi için teklif götürülen Nil Karaibrahimgil, okul yönetimine gönderdiği 16 sayfalık şartnameyle herkesi şaşırtmış. Şarkıcının, kendisi ve ekibi için hazırlanması talep ettiği 298 maddelik listede porselen servis tabaklarından dekoratif lambalara, soyulmamış meyvelerden ekstra kalite beyaz ve kırmızı şaraba kadar her türlü detay yer alıyormuş. Bunun üzerine şarkıcı Funda Arar’a teklif götüren okul yetkilileri, kulis için sadece su, kağıt havlu ve bez havlu isteyen şarkıcıyla anlaşıp el sıkışmış. (Hani başka bir şarkıcı böyle bir listeyle gelse çok şaşırmazdık belki ama Nil’in bugüne kadar çizdiği profile, duruşa bakınca bu ‘kaprisli dünya starı’ tavrına anlam veremedik. Hele de bir okuldan bunları talep etmesine iyice şaşırdık. Ha, bunun adı ‘profesyonellik’ ise eğer, demek ki biz daha Nil’in seviyesine çıkamadık.
-Hayvanseverler Derneği’nin yaptığı açıklamaya göre, terk edilen köpekler, sahiplerinden ümitlerini kestiklerinde, istenmemenin getirdiği duygu ile yemek yememeye, su içmemeye başlıyorlar ve bu şekilde intihar yoluna gidiyorlarmış. Serumlar bağlanıldığı halde kurtarılamayan çok köpek oluyormuş. Dernek Başkanı, ailelerin köpekleri çocuklarına karne hediyesi olarak aldıklarını, onları oyuncak gibi gördüklerini ifade etmiş ve çocukların hevesi geçtikten sonra köpeklerin kapı önüne konduğunu belirtmiş. (Barınakların ‘Golden Retriever’ cinsi köpeklerle dolu olmasını da açıklıyor bu ifadeler zaten. Aileler, çocuklarla arası çok iyi olduğu bilinen bu cinsi petshoplardan satın alıyor ama büyüyüp de tüyleri dökülmeye, bakımı zor gelmeye başlayınca bu köpekler sokağa atılıyor. Bu kişilere diyecek laf bulmak zor... Onların terk ettikleri köpekleri sahiplenecek olanları ise, kendilerine ömür boyu sadık kalacak, birer kurtarıcı olarak görecek, bu yüzden de müthiş söz dinleyip uyum sağlayacak köpekler bekliyor.
Bu yazı 8 Mayıs 2011 Pazar Postası'ndan alınmıştır