Donanmanın seyir defteri
Genç Türkiye Cumhuriyeti, Milli Mücadele ile kendi toprakları üzerindeki hükümdarlığını kazanmıştı ama denizlerdeki hakimiyetini çok sonra elde etti. Cumhuriyetin kuruluşundan 3 yıl sonra 1 Temmuz'da çıkarılan bir kanun, Türkiye'nin kendi kara suları üzerindeki söz hakkını ilan ediyordu. Bu tarih, 1939'dan itibaren 'Kabotaj Bayramı' olarak kutlanmaya başlandı. Gelin biz de hazır 3 gün önce bu bayramı kutlamışken Türk denizciliğinin tarihine bir göz atalım
Türk denizciliğinin seyir defterinde Kabotaj yani ‘Nakliyat-ı Bahriye’ (bir devletin, kıyılarındaki limanlar arasında yapılan deniz taşımacılığı hakkının yalnız kendi bayrağını taşıyan gemilere tanınması hakkı) bayram olacak kadar önem taşıyor. Deniz taşımacılığına ve ticaretine ilişkin esasları düzenleyen ‘Türkiye Sahillerinde Nakliyat-ı Bahriye (Kabotaj) ve Limanlar ile Karasularında Ticari Faaliyet Hakkında Kanun’ 1 Temmuz l926’da yürürlüğe girmişti. Kanunla denizlerimizde yabancılara tanınan haklar ortadan kalkıyor ve Türk denizciliğinin ilerlemesine ‘Tam Yol’ veriliyordu. 1 Temmuz, 1939’dan itibaren de ‘Kabotaj ve Denizcilik Bayramı’ olarak kutlanmaya başlayacaktı.
Ergün Hiçyılmaz
DAYI HAKKI
Selçuklular’dan itibaren denizle tanışan, Osmanlı döneminde nice fırtınalar yaşayan donanmamızın seyir defterinde neler yok ki? Amerika, denizlerde güvenli yol almak ve korsanlardan korunmak için Osmanlı Devleti’ne her yıl 12 bin altın veriyordu. Amerikan gemilerinin güvenliğini ‘Dayı’lar sağlıyordu. Osmanlı’ya sorulmadan deniz yolunu kullanmak, vergi ve bahşişi ‘Dayı’ya vermeden deniz yolunu kullanmak mümkün değildi. 1800’lerden çok önce kıtalara sadece karadan hakim olmayan ve denizleri de ele geçiren Osmanlılar, payitahtın çok uzaklarındaki ülkelerin bile idaresini ele almıştı.
Ülkeler, genellikle içişlerinde serbest bırakılıyor ama ekonomik ve siyasi alanda Osmanlı’ya bağlı oluyorlardı. Barbaros’ların, Turgut Reis’lerin Oruç ve Piri Reis’lerin denizlere nam saldığı dönemlerde devlet hazinesi ganimetlerle dolup taşmıştı. Akdeniz’den Karadeniz ve Kızıldeniz’e kadar yaygın deniz ticaret yolu, sadece çevre ülkelerinin değil, diğer Avrupa ülkeleri için de gerekliydi. Ama bunun izni ve yardımı için Osmanlı’ya başvurmak gerekiyordu. İzin ve yardım ücrete tabii idi. Özetle, ‘Kılavuz kaptan’ Osmanlı’ydı ve bir hayli pahalı olan ‘Seyir Defteri’nin sahibiydi. 7 Mayıs 1784 yılında toplanan Amerika Birleşik Devletleri Kongresi Benjamin Franklin, Thomas Jefferson ve John Adams’ı büyük devletler nezdinde ticaret ve dostluk anlaşmaları yapmakla görevlendirmişti. İşte bu adımla birlikte Türk- Amerikan ilişkileri de başlayacaktı. Amerika, ticaret gemilerini Akdeniz’e de sokmak durumunda kalınca Osmanlı vasıtasıyla bizim ‘Dayı’lara başvuracaktı.
Yılda 12 bin altın karşılığında gemilerin ticaret yolunu güvenle kullanmaları sağlanacak ve Amerikan gemileri , korsanlardan korunacaktı. Amerika önce Cezayir ile (1795) ardından Trablusgarp ve Tunus ile masaya oturmuş ve Osmanlı Devleti’nin idari sistemde ‘Dayı’ olarak tanımladığı bu bölge ülkelerinin koşullarını kabul etmişti. Osmanlı’nın resmen dünyaya ‘dayı’landığı bir dönemdi.
OSMANLI’DA İLK DENİZALTILAR
Parçaların İngiltere’den getirilip, Kasımpaşa Valide Sultan tezgahında monte edilen ilk denizaltı, Abdülhamit dönemine rastlar. Tersane işçilerinin monte ettiği denizaltıda bir güverte subayı, 3 makine subayı ile bir er bulunuyordu. Denizaltı 6 Eylül 1886’da denize indirilmiş ama sonuç tatmin edici olmamıştı. Denizaltı suyun altında 1 dakika 20 saniye kalabilmişti.
11 ay sonra Kasımpaşa Tersanesi’nde yapılan ikinci denizaltı başarılı olmuştu. Haliç’ten çıkıp Boğaz’ı geçerek Üsküdar önlerine hedef olarak konulan eski bir vapuru tatbikat amacıyla torpido atarak batırmıştı (4 Ağustos 1887). Zamanla Kasımpaşa Tersanesi’nde zırhlı gemiler de yapılmaya başlanacaktı. Sadece Kasımpaşa Tersanesi’nin modernleştirilmesi ve donanmaya yeni gemiler katılımı ile sınırlı değildi yapılanlar...
Deniz işlerinin yürütülmesi, kadroların genişletilmesi için tüzük, yönetmelik ve yasalar da düzenlenmişti. İlk denizaltıcılar ise yine Kasımpaşa’dan çıktı. Sadık Altıncan, Vasıf Bey’in oğlu Hakkı Burak, Vedat Burak, Rauf Atakan Kasımpaşa’dan çıkan ilk denizaltıcılardır. Sadece Abdülhamit isimli denizaltıda görev almamışlardı. Yavuz’daydılar sonrasında Zafer, Tınaz Tepe, İsa Reis, Ülkü ve Berkin gemilerinde nice donanma komutanı yetiştireceklerdi.
TÜRK DENİZCİLİĞİNDE İLKLER
-Türklerde ilk denizcilik Selçuklu döneminde başladı. İznik üzerinden Gemlik’e akan Selçuklu orduları bu bölgeyi zaptetmiş ve İstanbul ile Marmara kıyılarını da ele geçirebilmek için bir donanmaları olması gerektiğini anlamışlar ve Gemlik’te donanma yapımı için çalışmalara başlamışlardı.
-Çaka Bey 1089’dan itibaren Midilli ve Sakız adalarını almış, bunları Marmara adası takip etmişti. Ege Denizi’ne akınlar 1330’dan itibaren Umur Bey ile gerçekleşmişti. Karamürsel ve Sarıca Bey dönemlerinde, tersane yapımına geçilmesi ile Marmara Denizi’nde Türkler’in egemenliği sağlamıştı.
- Denizde topla yapılan ilk deniz savaşı Burak Adası önlerindeki deniz savaşıdır. Osmanlı Donanması, Venedikliler’e karşı yürüttüğü bu savaşta top kullanmıştır. Osmanlı donanması 10 düşman gemisini topla batırması dünya denizcilik tarihine geçmiştir.
- ‘Bahriye Azapları’ adı verilen deniz erliği sınıfının kurulduğu yıl 1390’dır. Kaptan-ı Derya Saruca Paşa’nın öncülüğünde kurulan ‘Bahriye Azapları’ harp gemilerinde kürek çekme dışında muharip olarak da kullanılmıştı. Eğitim yerleri Azapkapı’daki Azap Kışlası’ydı.
-Tarihimizde ilk ‘gemi harcı’ Fatih Sultan Mehmet döneminde alınmaya başlanmıştır. Bu, gemilerin boğazlardan geçebilmeleri için ‘İzn-i Sefine’ denilen bir fermanı almaları sırasında ödedikleri paraydı. Fermanlar Divan-ı Hümayun kaleminde düzenlenir, gemi adının bulunduğu yer liman yönetimi tarafından doldurulurdu. Harç memurlar arasında bölüşülürdü. 1910 yılından sonra devlet gelirleri arasına katılmıştı.
-İlk Deniz Subay Okulu 18 Kasım 1776’da Mühendishane-i Bahr-i Hümayun (Deniz Mühendis Okulu) adı ile Kasımpaşa’da açılmıştı. Cezayirli Hasan Paşa’nın çabaları ile açılan okulun ilk müdürü Seyyit Hasan Hoca idi.
-İlk deniz işletmeciliği ise 1843 yılında kurulmuştu.
-Deniz fenerleri yapımına ise Kırım Savaşı (1853-1856) sırasında başlanmıştı. Boğazlar’da Anadolu ve Rumeli, Karadeniz’de Karaburun, Marmara’da Yeşilköy, Çanakkale’de Çimenlik, Kumkale ve Gelibolu fenerleri 1856 yılında dikilmişti.
-İlk deniz astsubay sınıf hazırlama okulu 1875 yılında İstanbul’da açılmıştı. Denizcilik Okulu’nun açıldığı tarih ise 1909’dur. Hamit Naci’nin öncülüğü ile kurulan okul, 1946 yılında Yüksek Denizcilik Okulu adını almıştı.
-İlk deniz müzesi 1897 yılında Kasımpaşa’da açılmıştı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Anadolu’ya kaçırılan tarihi eserlerin, savaş sonrası toplandığı müze, 1949 yılında Dolmabahçe’ye daha sonra da bugün İstanbul Deniz Müzesi olan Beşiktaş’a taşınacaktı.
-İlk Bahriye Nezareti 19 Mart 1867’de kurulmuştu. İlk Bahriye Nazırı Hakkı İsmail Paşa’dır.
-Türkiye’de ilk yandan çarklı gemi 1827 yılında faaliyete geçmişti. Halk arasında Buğu vapuru olarak anılan gemiyi II. Mahmud’a hediye edilen ‘Hümayı-ı Pevaz’ izlemişti. Deniz ticaretinin gelişmesi ile birlikte 1843 yılında Bahriye Nezareti’nin İzmit-Gemlik-Tekirdağ iskeleleri arasında ‘Seyr-i Bahr’ isimli bir gemi de çalıştırılmaya başlanmıştı. Aynı yıl ‘Eser-i Hayr’ Boğaziçi’nde faaliyete geçmişti. 1861 yılından sonra faaliyete geçen yandan çarklı gemilerin arasında Şehper, Saiki Şadi, Nümayiş-i Ticaret, Bingazi, Asir, Çeşme, Kamil Paşa, Kılıç Ali, Lütfiye, Necad, Plevne, Bağdad, Basra, Neveser sayılabilir.
-Yavuz Zırhlısı 7 Haziran 1973’de emekli oldu. 1914 yılında Çanakkale Boğazı’na girmiş, Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından satın alınarak ‘Goeben’ olan ismi Yavuz Sultan Selim olarak değiştirilmişti. Osmanlı donanmasında yer alan Yavuz, 1926 yılında Gölcük tersanesinde onarımdan geçerek bir çok devlet adamına ev sahipliği yapacaktı. Yavuz 19 Kasım 1938’de Atatürk’ün naaşını Haydarpaşa açıklarında Zafer muhribinden alarak İzmit’e götürmüştü.
KAYIKÇILAR VAPURA KARŞI
1850 yılında beri 3 bin kuruştan 2 bin hisseli bir şirket olarak faaliyete geçen ‘Şirket-i Hayriye’nin hizmete girişini bazıları hiç de hayra yormamıştı. Kazan kaldıranların başında kayıkçılar geliyordu. Vapur seferleri ile işlerin ters gitmesi bu kayıkçı tayfasını çıldırtmaya yetmişti. Kayıkçılar ile kaptanlar arasında büyük bir mücadele başlamıştı. O zamanlar denizlerde balık kadar kayık kaynıyordu. Özellikle Üsküdarlı kayıkçılar bu vapurların ortaya çıkışına çok bozulmuşlar ve uzun süre eylemlerle direnmişlerdi. Üsküdar, şirketin kurduğu ilk iskelelerden biriydi. Kayıkçılar ‘çapariz’ verir ve vapurların yol hattında durarak seferleri önlerlerdi. Sadece önleseler iyi... Birdenbire savaş durumu ilan edilip, küpeştedeki bilumum cephane çıkarılır ve vapura veryansın edilirdi. Aynı anda başlayan taş yağmuru yüzünden vapurdaki yolcular kaçışırlardı. Bu sırada kaptan köşkünden şöyle bir uyarı anonsu yapılırdı: “Hanımlar ve efendiler... İstirham ediyoruz. İskeleden sancağa ve sancaktan iskeleye koşuşup vapurun hattı üstüvanesini bozmayınız. Zabıta bu bir avuç şeririn hakkından gelecektir. Şirketimiz siz sayın yolcularını hayırlısı ile iskeleye vasıl edecektir.” Gür sesli kaptan telaşında haklıydı. Çünkü yolcuların taş atışından kaçarak, vapurun bir tarafına doluşması yüzünden, vapur iskele ve sancak tarafına yatar, kadın yolcuların çığlıkları ortalığı çınlatırdı. Kayıkçıların bu önlenemez direnişi daha sonraları kundaklamaya kadar varacak, vapurlara zaptiye konulması ve özellikle kayıkçıların üzerine tam yol gitmeleri ile mesele halledilecekti.
HAYATIN BAYRAMI!
Yaşamanın çocukluk basamağında olduğumuz dönemlerde Başımızda ‘Yavuz Kepi’ ve bembeyaz palet giysimizle deniz bayramının en mutena konukları olurduk. Yavuz’un anlı şanlı bahriyelisi olmaktan daha önemli ne olabilirdi? Bayram şerefine fotoğrafhanede poz verirken geleceğin amirali gibi ciddi dururduk. Kimimiz ‘Preveze kahramanı Barbaros Hayrettin Paşa’, kimimiz ‘Deryalar Hakimi Turgut Reis’ olurduk. Hamidiye kahramanı Rauf Orbay ile denizlerde dolaşırdık.
İsmen ve cismen denizler fatihi idik. Denizin karaya henüz küsmediği zamanlardı. Mavilikler henüz atıkları ve mazota bulanmış pet şişeleri görmemişti. Denizin dibinde ‘kaya balık’ları, üstünde ise ‘gümüş’ler parlardı. Karideslerin yosun tutmuş kaya diplerinde nasıl zıpladığını, eğilip baktığımızda görebilirdik. Rengarenk lapinler, kaya üstlerinde kıskaçlarını açan yengeçler, zarganalar hayata yaşamaya değer bir anlam kazandırıyordu. Balıkların son dansını Kadıköy Vapuru’nun sancak tarafından seyretmiştim. Çımacının attığı halat, belki de hayatın boynundaki son deniz kolyesiydi. ‘Yavuz’un boy atıp, serpilmiş çocukları olarak hem hakiki ‘Kabotaj Bayramları’nı yaşadık, hem de Donanma-ı Hümayun’un Cumhuriyet’e kalan son deniz elçileri olduk. O zamanlar karasularımıza mavilik kazandıran bir hayli ‘deniz’ vardı.
Mesela ismi ile özdeş Deniz Tanyeli. Türk sinemasının en güzel oyuncularından biriydi. Artist Ayfer Feray, Kadıköy Vapuru’nda ‘lüks mevki’ye geldiğinde hayran gözlerinin ağırlığından, vapur sancak tarafına yatardı. Nerede Deniz, nerede Ayfer, yolcuların çoğu oradaydı. Vapurlarda bu tür ‘dalga’lanmayı görmüştüm. .
Denizin insanı çağırdığına dair çok örnek vardır. Mesela Boğaz, Şirket-i Hayriye döneminden önce keşfedilmemiş bakir bölgeydi. Ulaşım zorluğu nedeniyle yerleşime tam olarak açılamayan Boğaz, Cevdet Paşa Tarihi’nde de belirtildiği gibi seferlerin başlaması ile gelişmişti. O güne kadar devlet ileri gelenlerinin oturduğu Boğaz kıyıları vapur iskelelerinin yapılması ile her kesimden insanın yerleştiği bir alan olmuştu.
Denizcilik işletmesinin bu konuda uyguladığı ilginç destek örnekleri vardır. Boğazda ev yaptıranlara ‘3 yıl süreli paso’ vermek, ev inşaatında kullanılacak malzemeleri ücretsiz taşımak gibi...
- Şeyma Subaşı'ndan özel hayat itirafı! 'Çok travmatik ilişkim oldu'
- 48 saatlik büyük kriz! İşte Kubilay Aka ve Hafsanur Sancaktutan'ın kavga nedeni
- Esra Dermancıoğlu Türkiye'yi terk etti! 'İstanbul'daki evi kapattım'
- 'Çocuk doğurmaya bayılıyorum' demişti! Dördüncü kızını kucağına alabilmek için ölümden döndü
- Demansla savaşan Bruce Willis'in eşinden yürek yakan sözler! 'Kalbim öyle ağır ki'