4 yıllık bekleyiş sona erdi ve Nuri Bilge Ceylan yeni filmi Ahlat Ağacı’yla karşımıza çıktı. Çekim sürecinden başrol oyuncularına, Cannes macerasından afişlerine kadar çok konuşulan Ahlat Ağacı 1 Haziran Cuma günü gösterime girerek seyirciyle buluştu.
71. Cannes Film Festivali’nin ana yarışma bölümüne son anda dâhil edilen, Ceylan’ın önceki yıllarda yakaladığı başarılar yüzünden ödül kazanacağı yönünde beklentiler yaratan Ahlat Ağacı festivalden ödülsüz dönmüş ancak hem eleştirmenlerden aldığı olumlu yorumlar hem de yarışma gösteriminin ardından dakikalarca ayakta alkışlanmasıyla merak ve beklentileri yükseltmişti.
Söze karşımızda alışılmadık bir Nuri Bilge Ceylan filmi olduğunu söyleyerek başlayalım… Teknik üstünlüğü ve güçlü görselliğiyle karşımıza çıkan NBC sineması Ahlat Ağacı’nda yerini oya gibi ince ince işlenmiş bir senaryoya, uzun ama hiçbir şekilde sarkmayan diyaloglara, oyuncu performanslarına ve bu performansları daha da zenginleştiren bir oyuncu yönetimine bırakmış. Yönetmen Cannes’dan döndükten sonra sinema yazarı Nil Kural’a verdiği röportajda inandırıcılık ve filmin biçimi arasında yapmak zorunda kaldığı tercihte oyunu inandırıcılıktan yana kullanmaya başladığını, biçimsel tutarlılıktan vazgeçip stilin yara almasına rağmen gerçeklik duygusundan yana durduğunu söylemişti. Bize de filmin teknik anlamda zaman zaman aksayan yönlerini bu tercihe bağlamak ve yaratılan karakterlerin derinliğine, anlatılan hikâyenin evrenselliğine, filmin süresini izleyiciye asla yansıtmayan temposuna, şiirselliğine kapılıp gitmek kalıyor…
Sinan yürüyor. Ahlat Ağacı’nın ilk sahnesinde otobüsten inip başlıyor yürümeye, sonra hiç durmuyor. Üniversiteyi bitirip döndüğü kasabasının yollarını arşınlıyor, köyüne gittiğinde yürüyor, dere tepe, hiç durmadan. Yürürken de konuşuyor. Babasıyla, dedesiyle, annesiyle, eski kalp ağrısıyla, kasabanın çıkardığı ünlü yazarla, eski okul arkadaşlarıyla, köyün imamıyla… En çok seyirciyle. Ama aslında belki de en çok kendisiyle. Konuşuyor diyorum oysa belki de susuyor Sinan. Hep kavga ediyor, hep itişiyor insanlarla, öfkesini konuşuyor, konuştukça söyleyemediklerini susuyor istemsizce.
Öykü belki de dünyanın en sıradan öykülerinden biri: Küçük kasabadan büyük şehre okumaya giden, okulunu bitirip geri döndüğü yuvasıyla doku uyuşmazlığı yaşayan, hayallerini, yani kendini gerçekleştirmeye çalışan genç bir adam. Hayalleriyle çatışan gerçekler etrafında biriktikçe gerçeklere, o gerçekliği oluşturan ailesine, toprağına, köklerine bilenen. Kabuğunu kırmaya çalışan, deyim yerindeyse çıktığı kabuğu beğenmeyen.
Sıradan bu öykü çünkü hepimizin başından geçti. Çıktığımız ve döndüğümüz kasaba küçük olmasa da, babamız yılgın ve vazgeçmiş olmasa da her şeyden, bir zamanlar içimizin titrediği kızlar/oğlanlar başkasına varmamış olsa da, kendimizi roman yazarak kanıtlamaya çalışmamış olsak da, en çok kızdığımızı en çok seviyor olmasak da, ona öykünüp ondan kaçmaya çalışmamış olsak da… hepimizin başından geçti; kalbinin bir yerinde babasından yarası olmayan, köklerinden kopmaya uğraşmamış olan kim var ki bir düşünün.
İçinde sayısız metaforlar barındıran, ve bunu asla seyircinin gözüne sokmadan zarifçe başaran, Ahlat Ağacı, aslında metaforun da ta kendisi. Filmde birkaç sahnede birden “şekilsiz, kuru, verdiği meyveler bile bir acayip” olarak tarif edilen ağaç hem hayatın, hem Sinan’ın hem de Sinan’ın babası İdris’in bir temsili aslında. Üç kuşak baba-oğul çatışmasının (Sinan, babası ve dedesi) gölgesinden bütün topluma yansıyan, usul usul altı çizilen siyasi göndermeler de taşıyan daha büyük bir çatışma, köylerin ve kasabaları üstüne sinen yalnızlığa, sise, iç sıkıntısına dönüşüyor, bunu yaparken yönetmenin öndeki filmleri Uzak ve Mayıs Sıkıntısı’na göz kırpıyor sanki.
İsimleri ilk kez anıldığında herkesin kafasında soru işaretleri uyandıran başrol oyuncuları Doğu Demirkol ve Murat Cemcir oyunculuklarını da Nuri Bilge Ceylan’ın tercihinin doğruluğunu da kanıtlayarak çok iyi performanslar sergiliyorlar. Bunda yeteneklerinin yanı sıra Nuri Bilge Ceylan’ın oyuncu yönetimindeki başarısının da payı büyük elbet.
Filmin 3 saatlik süresine bakıp da sakın ola gözünüzü korkutmayın hiç: Son derece akıcı bir tempoya sahip Ahlat Ağacı’nı izlerken zamanın nasıl geçtiğini anlayamayacaksınız. Uzun ama soluksuz okunan bir romana benzeyen Ahlat Ağacı, Sinan’ın karşılaşma/konuşmalarıyla şekillenen episodik yapısını ağır ama sağlam adımlarla etkileyici finaline taşıyor ve seyirciyi salondan kendi iç hesaplaşmalarıyla, kendi geçmişi, ailesi ve içinde yer eden kalp sızılarıyla baş başa bırakarak bitiyor. Etkilenmemek, izledikten sonra tekrar tekrar düşünmemek çok zor. İyi seyirler…