Beni bir kez olsun Çankaya Köşk’ündeki resepsiyonlara çağırmadı. Ne yurt içi ne de yurt dışı gezisinde yanına aldığı gazetecilerden oldum. Ne özel röportaj yaptım ne de bir sohbetimiz oldu. Ne ben ondan ne de o benden bir şey talep etti. Artık görevi de sona eriyor.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den söz ediyorum. Ona büyük bir teşekkür borçluyum. Bu yazıyı onun için yazıyorum. Bundan önce yazsaydım, beklentim olduğunu düşünülebilirdi. O yüzden yazmak için en doğru zaman. Teşekkür gerekçemi anlatayım; 6 Mart 2011 günü sabaha karşı tutuklanıp Metris Cezaevine gönderildiğimizde Milliyet gazetesinin sürmanşetinde Abdullah Gül’ün “Kaygı Duyuyorum” sözlerini gördüm.
Adliye’nin önündeki gazeteci arkadaşlarımızın desteği yanında beni o an yaşadığım şaşkınlıktan çıkaran en önemli açıklama buydu. Bize destek olan meslektaşlarımız yanında devletin içinden sağduyulu bir adam bizim terörist değil gazeteci olduğumuzun farkındaydı.
Başbakan dahil hükümetin çoğunluğu bizi “terörist” diye damgalıyordu. Ne utanmaz günlerdi. Cemaat ve hükümete yakın medya kuruluşlarındaki gazeteciler polis ve savcı ile işbirliği yapıp utanmazca bizim “terörist” olduğumuzu ispatlamaya çalışırken Gül o gün şunları söylüyordu: “Kamu vicdanında kabul görmeyen bazı gelişmeler oluyor. Bu hal, Türkiye’nin geldiği ve herkes tarafından takdir edilen görüntüsünü gölgelemektedir. Bundan kaygı duyuyorum. Savcılardan ve mahkemelerden sorumluluklarını yerine getirirken daha titiz davranmalarını; insanların ve kurumların onur ve hukuklarının zedelenmesine yol açmayacak şekilde davranmalarını beklemekteyim.”
Gazeteciler terörist derken
Devletin tam tepesinden tutuklanmamıza tepki vardı. Abdullah Gül, ne zaman bu konuda sorular sorulsa hep gazeteci tutuklamalarına karşı ve ifade özgürlüğünü savunan açıklamalar yaptı. Başbakan gazeteciler için “terörist”, kitap için “bomba” derken o pozisyonunu hiç değiştirmedi. Hatta bizi tutuklatan hukuk katliamcısı Zekeriya Öz’ün, “Açıklanmayacak deliller var, gazetecilikten tutuklanmadılar. Hiçbir makam ve merci tarafımıza emir ve talimat veremez” diye açıklama yaptığında bile geri adım atmadı. Tüm bunlar dünyanın gözü önünde yaşandı. O yüzden kendisine böyle bir açık teşekkürü borç biliyorum, aynı zamanda yeni Cumhurbaşkanı’na ifade özgürlüğü konusunda örnek olmasını diliyorum. Gül bu anlamda soyadını çocuklarına değerli bir miras bırakacak. Hukuku katleden polis, savcı ve hakimlerin çocukları ise babalarının yaptığından hep utanacak. O bizim için “Kaygı duyuyorum” demişti. Ben de benzer şekilde karşılık vereyim: Saygı duyuyorum.
Başkanı değil Adamı kaybettik
Süleyman Seba’nın vefatı doğal olarak Beşiktaş Spor Kulübü ve futbol ile birlikte anılıyor. Ama Süleyman Seba benim için ne yalnızca futbolcu ne Beşiktaş Başkanı. O çok uzun zamandır özlediğim “Adam gibi adam” fotoğrafıdır. Süleyman Seba bir gün daha önce çalıştığım Milliyet gazetesine geldi. Arkadaşım Murat Sabuncu ile zemin katta otururken merdivenlerden Seba’nın indiğini gördük. Bize doğru başını döndürdüğünde biz gayri ihtiyarı biçimde ayağa kalkıp başımızla selam verdik. O da bize. Seba insanı öyle etkileyen bir kişiydi. Zaten bütün yaşamı bu saygıyı hak edecek biçimde geçti. O yüzden Türkiye yalnız bir başkanı değil bir Adam’ı kaybetti. Türkiye’nin başı sağolsun.