Bir hafta sessizlik. Önceden planlanmış iki gezi. Vazgeçilemeyen. Bedenimi gezdirdiğim yerlerde aklımın, fikrimin ülkemde olması, hiç durmadan sosyal medyadan olanı biteni takip etme çabası!
Ne acı ki haberler hep kötü: şeker gibi geçmesi arzulanan Ramazan/Şeker Bayramı’nın, bir küçük yavru köpeğin uğradığı vahşet sonucu darmadağın oluvermesi! 7 den 70’e, her katmandan insanın yüreğinin acıması!
Bir canlının kolunu bacağını kuyruğunu koparıp atana ancak İnsan deniyor günümüzde, tek teselli duyulan öfke verilen tepki. Son nefesini vermeden önce suyunu içip neden diye soran kara gözlerin ruhumuzda yarattığı utanç duygusu; işe yarayacak mı?
Hemen arkasından iki vaka daha, yakalanan ve mahkemeye çıkarılan sapık. Tecavüz ettiği kedi öldü ne ki onu cezalandıracak yasa maddeleri yetersiz! Hâlâ bir canı koruyacak yasa çıkarmayan yetkililer kahrolsun!
Seçim güvenliği seçimin önüne geçti
Duyar gibiyim, sadece hayvanlara mı acıyorsun? Bayramı kana bulayan başka bir şey yok muydu? Vardı: seçim propagandasının zorbalık ve kanla yürütülmesi!
Kürt seçmenin oyunun seçimi belirleyecek olma ihtimali ve korkusu şiddete yol açıyor, Suruç’da 4 ölü neyle açıklanabilir? Kardeşi ve babasının öldüğünü tutuklandığı mahkemede öğrenen bir yaralı, kocasının hastanede linç edildiğini anlatan bir acılı eş, iki oğul kurban vermiş, bir milletvekili adayı ölmüş, ne bu şiddet?
Olaya hemen örtülüveren gizlilik kararı perdesi. Utanç verici ve sonrası için ürkütücü.
Daha da ürkütücü olan korkumuzun seçim güvenliği olması: panik halinde sandıklara, oy sayımına, mükerrer oylara sahip çıkma çabası! Kumpas mahkemelerinde yıldız gibi parlayan Teğmen Çelebi’nin kurduğu seçim güvenliği örgütlenmesinin on binlerce müşahitle sandıkları koruma çabasına İnce’nin ve Baro’nun avukatlara yaptığı çağrı.
Nasıl da güvenmiyoruz devlete, adalete, sadece bu bile iktidarın değişmesini gerektirmiyor mu? Hele iktidarın başının ortalıkta dolaşan bir videoda söylediklerini duyup gördükten sonra: sandıklara iyi hakim olun, daha iş bitmedi!
Hayallerinin peşinden giden köy çocuğu
Hüsamettin Koçan, 8 çocuklu bir ailenin çocuğu olarak büyüdüğü Bayburt’un Baksı köyü’ne kendisine hayallerinin peşinden gitme yolunu açan babasına bir saygı olarak bir sanat müzesi açıyor!
Baharın coşkusuyla yeşile boyanan dağların ortasında tek başına bir anıt gibi duran müzenin ziyaretçisi günlük 50 ile 500 kişi arasında değişiyor!!! İnanılmaz! Uzaktan gelenlerin kalabileceği bir konukevi, mutfak adını verdikleri lokanta ve müze, dağın başında!
Modern seramik sanatçısı Alev Ebuziyya’nın Finansbank sponsorluğunda Kemal Servi’nin koleksiyonundan oluşan seramiklerinin Haldun Dostoğlu’nun küratörlüğünde sergilendiği etkinliğe İstanbul’dan kalabalık bir grupla gittik. Saffet Emre Tonguç’un rehberliği’nde Erzurum’u da kısaca gezdikten sonra doğanın dinginliğinde sergiye Baksılı kadınların toprak çanak çömleklerinin eşlik ediyor olduğunu görmek ayrı bir sürpriz oldu!
Köyde müze mi olur demeyin, köylüden sanat profesörü mü çıkar demeyin, hayallerinizin peşinden gidin! Yaşıyoruz!