Pazar Postası'Ben Tıp Fakültesi'ni bitirince bizim köyün çocukları okula başladı'
Paylaş
'Ben Tıp Fakültesi'ni bitirince bizim köyün çocukları okula başladı'

Dr. Haydar Dümen 47 yıldır Türkiye'nin cinsel sorunları ile uğraşıyor. 8 yıldır POSTA gazetesindeki köşesinde bu konudaki sorulara cevap veriyor. Bazen kızıyor, bazen mizah yapıyor...

RÖPORTAJ: SERAL CUMALI
Dr. Haydar Dümen, 83 yaşında bir ihtiyar delikanlı. 35 yaş genç eşi Gül Hanım ve kızları Çağla, Cihangir'deki müthiş manzaralı, üç katlı evlerinde, 4 karga, 4 köpek, 12 tavuk, 2 kaz ve ördekleriyle mutlu bir hayat yaşıyor. Dr. Haydar Dümen hayatını anlattı.

15 Haziran 1930’da Uşak’ın İkisaray Köyü’nde tek odalı bir evde dünyaya gözlerimi açmışım. Yunan işgalinden kurtulalı 8 gün olmuş. Çekilirken köyümüzü yakmışlar.

Doğar doğmaz beni pireler sarmış, ertesi gün babam her tarafımı kıpkırmızı görünce başka bir eve taşınmışız. Ama hayatım boyunca o pireler gibi kanımı emenler eksik olmadı!

Ailemin önce tek çocuğuydum, kız kardeşim sonra oldu. Babam çiftçi, okuma yazmayı kendi kendine öğrenmiş. Annemse okuma yazmayı öğrenemeden 98 yaşına kadar yaşadı.

10 yaşında sünnet oldum ben. Köyümüzde beş çocuk da benimle sünnet oldu. Babam hepimize basma bir gömlek giydirdi, elimize 10’ar kuruş bahşiş verdi. Bu benim adalet duygumu geliştiren kilometre taşı oldu.

Ben Tıp Fakültesini bitirince bizim köyün çocukları okula başladı


Köyümüzde ilkokul yoktu, dördüncü sınıfa kadar bir başka köye okumaya gittim. Tek çocuğum nazlıyım da. Başkasının evinde kalıyorum, nazlanamıyorum, içim daralıyordu.

Ama çareyi buldum; kaldığım evin yaşıtım olan kızına aşık oldum. İlk aşk! Oh keyifliydi artık hayat. Karşılık da görüyordum aşka. O yaşta cinsellik yok, içgüdüsel olarak yanağından öpeceksin o kadar. Kızın ismi Hatice idi. Annemin karşısına dikildim, “Anne bana Hatice’yi alsana” diye.

Annem tepki göstermedi, kızmadı da; “Olur” dedi, kestirip attı. Böylece bunalıma girdiğim zaman bir öteki kapıdan kurtuluş yolu aramayı öğrendim!

“Çocukken hiç oyun oynayamadım”

Çocukken hep yalnız yaşadım. Çocuklarla köyde oynayamadım. O yüzden oyunları da bilmiyordum. Köyde okuyan tek çocuk olduğum için oyun oynamam değil, köye gelen Karagöz gazetesini köylülere okumam beklenirdi.

Büyük adamlar köyde bastonla dolaşırdı; 10 yaşında elime baston alıp yürüyordum. Ortaokul için Uşak’a öküz arabasıyla gittim.



Liseyi bitirince İstanbul Teknik Üniversitesi’ne kaydoldum; hiç mühendis görmüş değilim ha! O yıllarda inşaat mühendisi olmak çok makbuldü. Dayım, “Doktor ol” diye mektup üstüne mektup gönderiyordu.

Kaydımı alıp tıbba yaptırdım. Ama uzun yıllar “Niye mühendisliği bıraktım” diye hayıflandım. Ne akla hizmetse tıpta da nöroloji ve psikiyatri alanını seçtim. Allahtan seçmişim, meğerse ben bu branşın adamıymışım!

Okumam için tarlaları satmıştık, bir an önce babama maddi olarak el uzatmam gerekiyordu. Bu yüzden Amerika’ya gidemedim; iyi de oldu; ‘Dejenere Haydar’ olup çıkardım.

Ben Tıp Fakültesi’ni bitirinceye kadar bizim köyden hiçbir çocuk okumadı. Tıbbı bitirince; “Demek ki oluyormuş” dediler ve köyün çocuklarına okul yolu açıldı.

İlk fotoğrafım Tıp Fakültesi birinci sınıfta çekildi. Hiç yoktan kendimi nasıl var ettiğime şaşıyorum.

Ben Tıp Fakültesini bitirince bizim köyün çocukları okula başladı
Tıp Fakültesi’nden arkadaşlarıyla gittiği bu piknik, Haydar Dümen’in ilk pikniği.

Hastanedeki transparan gecelikli kızlar...

3.5 yıl Erzurum Numune Hastanesi’nde çalıştım. Beni besleyen, bugüne getiren oradaki çalışmam oldu. Dünyada eşi benzeri olmayan hastalar, akıl almaz sorular geliyordu. “25 yaşındayım, kocamı seviyorum. Ama cinayet işledi 15 yıl hüküm giydi.

Onu bırakmayacağım ama çocuk istiyorum ondan” diye bir mektup aldım. 1964’te aldığım mektuptan 40 yıl sonra bu konu şimdi gündemde. İşte böyle yaraları bulup bulup dokundum. Sonra Taksim Hastanesi’nin 15 yıl Asabiye Şefliğini yaptım.

Koridorda hiç değişmeyen bir manzara vardı. Genç kızlar, kadınlar yarı trasparan geceliklerle koridorda yürüyordu. Çoğu, apandist ağrısı tuttu diye yakışıklı ve çapkın doktor Doğan Bey’e geliyordu. Üstelik bu apandist erkeklerde değil de kadınlarda oluyordu niyeyse! İsterik ağrı dedimiz nörotik ağrılarla gelen genç kızlardı bunlar. Mutlaka cinsellik bir yere takılıyordu. “İşte memleketin hali bu” diye bir kongreye sundum bu durumu.

Çok ilgi gördü. Böylece bir yol açıldı bana.

İlk mektuptaki kanlı bez parçası ve “Kızlık zarı kanı mı?” sorusu

1966’da Şevket Rado’nun başında olduğu Hayat mecmuasına gidip; “Size cinsel sapıklıkları yazayım” dedim. “A, yaz” dediler. Bir hafta seri yazı çıktı. Sonra, “Soru- cevap yapayım” dedim. Böylece ilk defa Türkiye’de cinsellik üzerine soru-cevap yazdık.



İlk mektup, dönemin ünlü gazetecisi Hikmet Feridun Es’le otururken geldi. Hikmet Ferudun Es mektubu aldı açtı. İçinden üzerinde bir parça kan olan bir bez parçası çıktı. Mektupta, “Bu kızlık zarı kanı mı?” yazıyordu.

Bunu çuvalla gelen mektuplar takip etti. Ama Hayat Mecmuası’nın sahibi Yapı Kredi’nin mütevelli heyeti yazılarıma son verdi. Ben de elimdeki mektuplarla kitap yaptım.

Sonra İsmail Cem ve Ercan Arıklı’nın çıkardığı ABC gazetesinde, ardından Güneş gazetesinde soru-cevap yaptım, şimdi POSTA gazetesinde devam ediyorum. Dalga geçen sorular da geliyor, onlara da cevap veriyorum ama öğretici cevaplar.

Sokakta da durdurup soruyorlar. Trafikte yan arabadan bile soru soran oluyor. Ben de cevaplıyorum...

Ben Tıp Fakültesini bitirince bizim köyün çocukları okula başladı
Eşi Gül Hanım ve sevgili köpekleri.


“Eşimi keşke onun beni sevdiğinin yarısı kadar sevebilseydim”

Gençken süper yakışıklı, iyi konuşan bir adamdım. Hastalarım arasında çok önemli artistler de vardı. Genç hanım hastalarım kapıda bekler, ben çıkarken, “Haydar Bey ne tarafa gidiyorsunuz, beni de bırakır mısınız?” derdi. Hastanenin karşısında da garsoniyerim vardı.



Gelen giden olurdu. Daha sonraki yıllarda da “Bir gece seninle birlikte olacağım” diyenler oldu, ama bunlar bana ters gelir. Ben devamlılıktan yanayım. 35 yıl ilk eşimden boşanamadım.

Çocuğumuz var onu da göremiyordum. Anne-babanın ilişkisi öyle olunca çocukla da iyi ilişki gelişmiyor. İkinci eşimle 20 yıl evlilik şartlarında yaşadım. Bir de oğlumuz oldu.

20 yılın sonunda ilk eşimden boşanınca, ayrılacağımızı bile bile hemen onunla evlendim. “20 yıl sonra boşandı, ikinciyi de sepetledi” dedirtemezdim kendime. Bir dönem Altınoluk’ta otel işletmesine girdim.

Oraya tiyatrocuları getirttim, sergiler açtım. Bir tiyatro oyununda şimdiki eşim Gül, önümde oturuyordu. Öyle gülüyordu ki; ondan bana sürekli enerji akıyordu.

Cinsel bir enerji değil, daha çocuk; 23 yaşında! Ben 63. Tanıştık, daha merhabayla kıydık nikahı. 20 yıl oldu, bir kızımız var. Karım akıl almaz derecede, benim anlama kapasitemin üstünde sever beni.

Beni sevdiğinin yarısı kadar onu sevsem dünyanın en mutlu adamı olurum. Ama benim sevme potansiyelim o kadar yok. Eşim, kızımız, çocukluktan beri hep hayatımda olan kargalarım ve köpeklerimizle mutluyuz.

Uzun saçlarımın sorumlusu da eşim Gül’dür. “Saçlarını hiç kesmeyeceksin” dedi; Allah razı olsun beni berberden kurtardı...

(21.04.2012 tarihli Posta Karnaval ekinden alınmıştır.)

4

Haberin Devamı