Çukurova'nın insan hazinesi
En keyifle vardığım yer olur her zaman Adana. Heyecanla yazdığım yer de Çukurova olacak...
NEBİL ÖZGENTÜRK
18’imde ayrıldığım ama her gittiğim yere götürdüğüm şehri yazmak mutluluk vermeyecek de ne olacak ki? Düşünebiliyor musunuz? Daha gecenin bir yarısı, yüzmeye ilk kulaç attığınız Seyhan Baraj Gölü’nün kıyısındaki bir otelde konaklıyorsunuz. Sabahın ilk ışıklarıyla, top koşturduğunuz arsaların bulunduğu bölgeye geliyor ve yüksek katlı binalarla karşılaşıyorsunuz. Sanki bir başka kentin içine dalmışsınız. Çukurova insanını, kalabalığını görüyor ve çocukluğunuzun hatıralarına dönüyorsunuz. Mahallenizin güzel abilerine, imecelere, gürültülü yıllara, hatta raconlara, sert bakışlara… Tabii ki değişen Adana, hem yükselen hem de yıpranan Adana... Değişmeyen tek şey, elbette değişimdir! Ama iyi ve güzel anları hatırlar ve Adana’ya toz pembe bakarsınız. Umut edersiniz. Öyle ya portakal çiçeği kokusu yine var her Nisan’da. Ama daha az kokarak. Ağaçlı yollardan yürümek yine mümkün ama seyrelmiş portakal ağaçları arasından. Yine gölün maviliği çarpıyor sizi ama gökdelenlere bakarak. Yine sarıturuncunun bin bir tonu ışıldıyor ama hep şehir dışına taşarak. Çukurova’nın insan bereketi yine coşkuyla etkiliyor ama yıpranarak...
DOĞDUĞUM ŞEHİR
Çukurova Belediye Başkanı, sevgili hemşerim Soner Çetin davet etti, koşa koşa gittim doğduğum şehre. Diğer yazar arkadaşlar tabii ki anlatacak Adana’da, Çukurova’da gördüklerini, icraatları, emekli odalarını, spor alanlarını, çocuk kreşlerini. Ama ben Adana’nın tarihine ve insanına dair satırlar karalayacağım. Bereket nereden geliyor, bugüne nasıl uzanıyor sahi? İnsan bereketi!
DİNLER BİR ARADA
Mesela Lokman Hekim’in Çukurova topraklarından şifa dağıtmaya başladığını biliyor musunuz?
‘Şahmaran Efsanesi’ geldiyse dilden dile, yine Çukurova’dan ilk dile geldiğini ya da!
Akdeniz’in, Mezopotamya’nın, Anadolu’nun kadim kültürünü kucaklayandır Çukurova. Ve çok kültürlüdür. 20. yüzyıl başlarında ve ardından Cumhuriyet’le Arap, Ermeni, Yahudi, Süryani, Balkanlı, Bosnalı ve Kürt (Sünni, Alevi, Nusayri, Ortodoks, Katolik, Musevi) her din ve dilden insanların harman olduğu kenttir Adana. Çokça acılar, çokça harp-darplar gördü. Bu arada Mustafa Kemal ki “kurtuluş”un ilk işaretini Adana’da vermişti; “Bende bu vekayiin ilk hiss-î teşebbüsü bu memlekette, bu güzel Adana'da vücut bulmuştur” diye kayıtlara geçerek…
RENKLERİN HARMAN OLDUĞU BİR KENTTİR ADANA...
Nev-i şahsına münhasırdır Adana insanı. Paylaşmayı sever. Eve götürmesi gereken son parasını dostuna bırakan… Sohbetle zamanı unutan... Son parasını dosta ve masaya bırakandır. Kızdığını belli etmekten çekinmeyen, sevdiğini de cömertçe seven… Tez alevlenen, alev alev bakmamaya dikkat eden!
Karacaoğlan’ın, Dadaloğlu’nun, Aşık Yusuf’un, Deli Boran’ın yetiştiği, havasını soluduğu topraklardır Çukurova toprakları. Roman kahramanı da, yazarı da, şiire konu edilen de, şair de, şarkı yazılan da, şarkı yapan da iç içe geçmiştir. Adana, Yaşar Kemal’in çocukluğu, Yılmaz Güney’in arka sokaklarda film bobini taşımasıdır.
‘MUTLULUĞUN RESMİ’
Abidin Dino’nun ‘mutluluğun resmini’ yapmaya hazırlanışıdır. Fatih Terim’in yoksul zamanları, arsalarda top koşturmasıdır. Orhan Kemal’in avareliği ve ekmek kavgası verdiği yıllardır ya da Suna Kan’ın kemanıdır. Demirtaş Ceyhun’un kırk yıllık çığlığı, Şener Şen’in büyük aktörlüğünü yeşerttiği bereketli topraklardır. Müslüm Gürses’in filme konu olan acılı hayatıdır!
‘ÖZLEDİĞİM TEK YER’
Yaşar Kemal ise bakın neler söylemiştir bu büyülü topraklar için;
“Çukurova benim özlediğim tek yerdir. Yüreğir Ovası'nda traktör şoförlüğü yaptım ben. Yazarlıktan iyi midir, kötü müdür onu tartışmam ama benim tek mutlu olduğum yer orasıdır. Çünkü inanılmaz bir güzelliktir Çukurova...”
Yılmaz Güney’in de sineması Adana’da başlar. Hatta hayat bazen ‘İnce Cumalı’dır, ‘Dağların Oğlu’dur! Tabii ki ‘Umut’tur, ‘Endişe’ etmektir. Bir dönem Adana’da yaşayan Ahmet Arif şunları yazar; “Ünlü mahpushanelerinde Anadolu’nun, En çok Çukurovalılar mahpustur, Dostuna yarasını gösterir gibi, Bir salkım söğüde su verir gibi, Öyle içten, öyle derin, Türkü söylemek, küfretmek, Çukurova yiğidine mahsustur...”
DOĞA VE TARİH İÇ İÇE
Adana’nın sembol isimlerinden Orhan Kemal de şu dizeleri kayda geçirir; “Adana’yı öyle özledim, öyle özledim ki. Hatırlar mısın bilmem, kol kola, asfalt yolda gezmeye çıkardık geceleri. Parkın yanında bir büyük konak vardı. Beyaz büyük havuzunun fıskiyesiyle gece gündüz akardı. Asfaltın kenarında geniş yapraklı ağaçlarıyla kübük evler, uzaktan derinden derine düdükleri öterdi bekçilerin…”
Evet... Ülkenin güneyinde, batıya hep batıya yelken açmaya çalışan bir kente dairdir anlattıklarım.
Ne doğasını insanından ayırabilirsiniz, ne de tarihini efsanelerinden...