Tabii ki, Sinema, dizi ve sunuculuk da bir disiplin işidir. Bunlar, kendi içerisinde dinamikleri olan işlerdir. Bu işlerin ana malzemesi oyuncuyu yaratan sektör tiyatrodur. Biz, tiyatro okullarında okuruz, oyunculuğu orada öğreniriz, sahnede geliştiririz. Ben biraz tatlı bir panzehir gibi derim. Oynadın, biraz gittin, yoruldun sonra tekrar tiyatroya geldin. Fabrika ayarlarına dönme şansını yakalarsın, rol çıkarırsın, kendini geliştirirsin. Biraz birbirini destekleyen bir sektör gibi. Burada “1 Kadın 1 Erkek” projesini söyleyebilirim. “Bir İstanbul Masalı” ve ilk dizim “Ablam Böyle İstedi” projelerini de söyleyebiliriz. Çünkü bunlar kademeli durumlar. Benim açımdan tecrübe ederek, üstüne koyarak büyüyen bir süreç oldu. Ama “1 Kadın 1 Erkek” projesini, bu sürecin en merkezine koyarız. Mümkün olduğunca beni zorlayacak rolleri, içine bir şeyler katabileceğim karakterleri oynamayı tercih ediyorum. “1 Kadın 1 Erkek” komedi türü idi ama adı “1 Kadın 1 Erkek” idi. Biz bütün erkekleri ve bütün kadınları temsilen bir iş yapıyorduk orada. Farklı farklı rolleri oynamayı seviyorum. Oradaki en önemli şey, iyi bir ikili olmamızdır. Çok iyi senaryo ekibimiz ve keyifli bir setimiz vardı. Gerçekten eğlenceli geçiyordu. Kamera önünde biz eğlendiğimiz zaman evde izleyenler de eğleniyor. Aslında komedi türünde iş biraz böyle döner. Demet ile iyi bir ikiliydik. Hala da görüşüyoruz, çok severim. Biraz onun etkisi var. Uygun bir proje olursa neden olmasın? İleride hayallerimiz var. En son en çok istediğim şey, çocuğumun olması ve çocuğumu babamın görmesi idi. Babam Adana’daydı. Babam yoğun bakıma girdi, bir gün sonra Can doğdu. Çok ağırdı durumu ama sonra entübeden çıktı ve gözlerini açtı. Biz de görüntülü aramayla babama Can’ı gösterdik. Sonra da kaybettik. Babamı kaybettiğim gün. 1 hafta arayla Can Öcal geldi, öbür Öcal gitti. Mekanı Cennet olsun. En çok hüzünlendiğim an odur. Rusya’nın Ukrayna’ya girmesine şaşırdım açıkçası. “Hayır Deme Sanatı” isimli bir kitap okuyorum. Kitabı okuyunca fark ettim ben çok hayır diyemiyorum. Aslında çoğumuz diyemiyoruz ve en büyük sıkıntılarımızdan birisi bu. Bu, kendimizden ödünler vermeye başlıyoruz anlamına geliyor, evet ve hayır kelimelerini kullanmadığımız zaman. Evet ben bunu yaparım ya da hayır bunu yapmam cümlelerini kullanmamız lazım. Ben kullanabilen birisi değilim. O yüzden en son neye hayır dedim gerçekten bilmiyorum. Biraz “Ozan” karakteri diyebiliriz. Ozan’dan çok var ben de. Ben, onu hiçbir zaman yapmadım. Hiçbir zaman kötü bir niyetim olmadı kimseye karşı. Dolayısıyla gerçekten kimseyi üzmek istemem. Seni de üzmek istemem. O yüzden kötü bir şey aklımın ucundan geçmedi. Böyle düşünmene de üzüldüm. Öperim ben. Oğlumu da öperim, karımı da öperim, annemi de öperim, kardeşimi de öperim, yeğenlerimi de öperim… Bence güzel bir şey, tavsiye ederim. Hayatta kalma isteği geldi. Daha çok yaşayayım, daha sağlıklı olayım, onunla daha çok zaman geçirebileyim. Başıma bir şey gelirse o ne yapar kaygısı oluştu. Benim öyle bir şeyim yoktu. Babam da gidince doğduğu günden itibaren hayatta kalmam ve sağlıklı olmam lazım diyorum. Bunun için de elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Eşimin anlayışı değil; desteği çok önemli. Çok zor. Evlilik; büyüyen bir aile, gittikçe değişen bir yapı, kadın ve erkek ilişkisi. Biz “Oksimoron” oyununda da bunu anlatıyoruz. Kadın ve erkek doğal oksimoron zaten. Onların bir araya gelip bir evin içerisinde yaşaması zaten çok zor. İster istemez farklı sıkıntılar olabiliyor. Anlayış, güven ve destek bu işin anahtarı. Dünyanın en zengin insanı Amazon’un sahibi Jeff Bezos’a sorardım. Niye bu kadar parayı tutuyorsun, dağıtmıyorsun hepimize? Neden tek başına yiyorsun dünyada bu kadar aç insan varken?