Mert Turak: Haksızlığa uğradıysam da fark etmemişimdir
Oyuncu Mert Turak, mali müşavir bir anne ile ticaret matematiği öğretmeni bir babanın çocuğu. Herkes ondan muhasebe bürosunda çalışmasını beklerken 1997'de 17 yaşındayken sırt çantasını alıp aktör olmak için yola çıkıyor. Ve olaylar gelişiyor...

‘Tete ve Masal: Rüyalar Diyarı’, yıldızlarla dolu dev kadrosuyla 24 Ocak’ta vizyona girdi. Filmin başrol oyuncularından Mert Turak ile buluştuk. Daha önce ‘Mucize’ filmindeki performansıyla herkesi büyüleyen başarılı oyuncu bu kez ‘Tete’ rolüyle izleyenleri mest ediyor. Turak ile hem filmi hem de hayatı konuştuk. Konu son dönemdeki sektör eleştirilerine gelince şöyle diyor: Ben hep tiyatro sahnesinde olduğum için, haksızlığa uğradıysam da fark etmemişimdir.

‘Tete ve Masal: Rüyalar Diyarı’ insanın içini ısıtan bir film olmuş, tebrikler… Siz nasıl anlatırsınız filmin duygusunu?
Teşekkür ederim… Hayal ürünü bir karakteri oynamak çok cezbediciydi. Aladdin’in cini ya da Alice Harikalar Diyarı’ndaki Çılgın Şapkacı gibi, bu küçük kızın bilinçaltı olma fikri çok etkileyiciydi. Her aktör böyle bir rol oynamak ister. O yüzden bu proje beni çok çekti. Türkiye’de daha önce denenmemiş bir çocuk müzikali, dünyalar arası geçişler... Tete rolü beni çok etkiledi.
Siz bir masal kahramanı olsanız, hangisi olmak isterdiniz?
Çocukken rahmetli ananem beni ‘Keloğlan’ hikayeleriyle büyüttü. Sürekli ‘Keloğlan’ masalları anlatırdı. O yüzden onu çok severim. Ne olmak isterdim diye düşündüğümde, bu tamamen aklımla aldığım bir karar değil. Çünkü bu o kadar içime işlemiş ki... O yüzden ‘Keloğlan’ olmak isterdim.

ÇOCUKLARDAN ÇOK YETİŞKİNLER ZEVK ALACAK
Peki, Tete olmak zor muydu? Karakteri nasıl anlatırsınız?
Çok keyifliydi, açıkçası çok zorluğunu yaşamadım. Masal korktuğunda Masal’dan daha çok korkan, sevindiğinde ondan daha çok sevinen, üzüldüğünde ondan daha çok üzülen bir karakterdi. Onu oynamak çok keyifliydi benim için.
Yetişkinleri de çekecek mi sizce bu film?
Kesinlikle çocuklardan çok yetişkinlerin zevk alacağını düşünüyorum. Çünkü biz genelde çocukları sinemaya götürdüğümüzde ya uyuruz ya da dışarıda bekleriz ama bu filmde 7 farklı şarkı, koreografi, 7 farklı dünya; vikingler, korsanlar, prensesler, ormancılar gibi birbirinden farklı dünyalar var. Bu dünyaların yetişkinleri de çok cezbedeceğini düşünüyorum.

Masallarla büyüyen çocuklarımız artık cep telefonları ve tabletlerle büyüyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Ne yazık ki çocuklarımızın elinden telefonlar, tabletler düşmüyor. Bu artık çağımızın sorunu, bu vahşi kapitalizm içimizden geçerken biz de çok zarar görüyoruz. İnsanlar artık kafalarını kaldırıp gerçek, doğal güzelliklere bakmıyor; gençler makyajlı, fotoşoplu görüntülere odaklanıyor. Çocuklar ise dışarıda futbol oynamak yerine tabletlerde oyun oynuyor. Bu gerçekten tehlikeli bir dönem. Allah sonumuzu hayretsin. Doğayla bağlantıyı kesmemek lazım.

HAYATIMIN EN YARATICI DÖNEMİ
Bir yanda sinema filmi diğer yanda devam eden ve reyting rekorları kıran diziniz. Gelelim size. Hayatınızın nasıl bir dönemindesiniz?
Dizimizin maşallah yolu açık, çok güzel gidiyor. Bir aktör oynadıkça değerli hisseder. Çünkü bizim çocuklarımız, geriye bıraktığımız filmler, diziler ve işlerdir. Tiyatro oyunlarımız da belki kalıcıdır ama sinema başka bir büyü. Diziler de keza öyle. Tatlı bir yorgunluk var. Ben çalıştıkça mutlu olan ve anlamlı hisseden biriyim. Hayatımın her anlamda en yaratıcı dönemlerinden birindeyim.
Canlandırdığınız roller arasında sizin için unutulmaz bir rol var mı?
Bizim rollerimiz, filmlerimiz çocuklarımız gibi oluyor. ‘Yeşil Deniz’deki Süleyman’da da, “Mucize’deki Azize’de de, ‘Kızıl Goncalar’daki Naim’de de bir tarafım kalmıştır. Hepsi çocuklarım gibi ama “Yeşil Deniz’in Süleyman’ı ayrıdır. İzmirli olduğum, Aydın’da büyüdüğüm için de olabilir. Ödemiş’teki o iş hepsinden ayrı bir yerde benim için.

Son dönemde sektörde tekelleşme tartışması gündemde. Siz hiç mesleki olarak haksızlığa uğradığınız mı?
Benim bu durumlardan uzak kalmamı sağlayan şey herhalde, 2003’ten beri İstanbul Şehir Tiyatroları’nda her akşam 500-600 kişiye oynamak olmuştur. 2003’ten beri 1500’ün üzerinde sahneye çıktım. Eğer bir haksızlık olduysa da fark etmemişimdir.

AKTÖR OLMAK HAYATIMDAKİ EN BÜYÜK RİSK
Hayatınızdaki en büyük risk neydi?
1997’de 17 yaşındaydım. Annesi mali müşavir, babası ticaret matematiği öğretmeni olan tek çocuk olarak herkes muhasebe bürosunda staj yapmamı, çalışmamı beklerdi. Ama ben sırt çantamı alıp “Aktör olacağım” diyerek yola çıktım. Bu, hayatımdaki en büyük riskti. Yine dünyaya gelsem, yine bu riski alırdım. İyi ki yapmışım.
Sizi hep cesur rollerde izledik. Hiçbir rol için tereddüt ettiğiniz oldu mu?
Naim rolünü söyleyebilirim. “Bu rolü nasıl oynarım, tepki alır mı, altından kalkabilir miyim?” demiştim. Bunlar her aktörün yaşadığı kaygılardır.

Başarınızı en çok neye borçlusunuz?
En çok aileme borçluyumdur herhâlde. Çünkü muhasebe bürosu olan bir anne ile ticaret matematiği öğretmeni olan babanın çocuğu olarak ‘oyuncu olmak istiyorum’ dediğimde diğer birçok Türk aileler gibi ‘Kolunda bir bilezik olsun’ demediler. Bunu yerine benim aşkımı, inadımı, hırsımı gördüler. Benimle birlikte yetenek sınavlarına geldiler. Ailemizde de benden önce oyuncu olan, sanatla uğraşan kimse yoktu. Eskişehir’e babam geldi, Ankara’ya annem geldi derken, beni hiç yalnız bırakmadılar. İkisine de çok şey borçluyum.

SOSYAL MEDYANIN OLUMSUZ ETKİLERİNİ İLERİDE DAHA SERT GÖRECEĞİZ
Zaman zaman toplumun sizden beklediği kişi olmak yerine kendi özgün sesinizi bulmakta zorlandığınız oldu mu?
Hiç böyle keskin bir ayrım yaşamadım. Aksine ben çok kendim olduğum için insanlar bana kendilerini daha yakın hissederler. Ben hep böyleyimdir; sokakta, çarşıda zaman geçiririm, herkesle fotoğraf çektiririm. Halka karışırım çünkü bir insan halktan ne kadar koparsa işi o kadar zorlaşır. Ben de bir halk çocuğuyum. O yüzden hâlâ semtte oturuyorum. 2007’den beri aynı evdeyim, her sabah Mustafa Amca ve Ufuk Abi ile sohbet ederek güne başlarım. Onların bakkalının önünde kahve içerim.
Herkese ulaşacak şekilde dünyaya bir mesaj verecek olsanız ne söylerdiniz?
Yine sosyal medya konusuna geleceğiz. Yemeği eve getiriyoruz, bozulanı yapmak yerine hemen yenisini alıyoruz. Artık insanlar ilişkilere de böyle bakmaya başladı. Çünkü her şey kolay tüketilir hale geldi, her şeyin alternatifi var. Sosyal medyanın, kapitalizmin ve teknolojinin etkilerini biraz daha ileride daha sert bir şekilde göreceğiz diye düşünüyorum.