Teoman bu kez albüm değil, kitap çıkardı. Adı ‘Fasa Fiso’. Okurken hafif ama bittikten sonra ağırlaşıyor. Tıpkı şarkılarındaki gibi hayatı, aşkı ve cinselliği sorguluyor. Diyor ki: Bir kadın için beni kandırmak her zaman çocuk oyuncağıydı. İki göz süzen ayartır beni. Ama şimdi bu duygumu dizginlemeye çalışıyorum Oya Çınaroya.cinar@posta.com.trFotoğraflar: Charles RichardsHayatınızı kaleme aldınız ve kitabın adını ‘Fasa Fiso’ koydunuz. Bu gerçek bir tevazu mu, gizli kibir mi? Kitabımı beğeniyorum aslında. Bence güzel oldu. ‘Fasa Fiso’ kesinlikle fasa fiso bir kitap değil. O tabiri biraz hayatımı, geçmişimi tasvir etmek için kullandım. Ama şu bir gerçek: Bugünden geriye bakınca, eski dertler de, sevinçler de, hatta hayatın kendisi bile fasa fiso geliyor. Okuması kolay ama duygusundan kurtulması zor bir kitap...Açıkçası bu sonuca biraz şaşırdım. Daha hafif bir kitap yazdığımı zannetmiştim. Galiba insan kendi yazdığı şeyi tam algılayamıyor. Okuyan herkes etkilendiğini söylüyor. Sürekli çok duygusal mesajlar alıyorum...Anılarınıza şarkı sözleriniz ve röportajlarınız da eşlik ediyor. Her şeyin duygusunu biriktirdiğiniz hissi geçiyor insana. Bu kadar yükle ilerlemek zor değil mi? Benim dünyayı algıladığım bir pencere var. Ve sanırım o pencereyi çok negatif ayarlamışım küçükken. Nereye baksam problemler, dertler görüyorum. Sık sık dertlenirim olur olmaz şeylere. Kişilik böyle olunca algı da biraz saçmalıyor. Huzursuz ve endişeli bir hayat geçiriyorsunuz. Mesela çok kolay moralim bozulur ve hemen vazgeçerim bir sürü şeyden. Artık şarkı yazmakta ve üretmekte zorlanmanız bundan mı? Şarkı yazmak hiç zor değil aslında benim için. Sonuçta profesyonelim ve elimde gitar, kağıt ve kalem varsa mutlaka yaparım bir şeyler. Ama şu var: Benim gerçekten beğendiğim 10-15 şarkım var. Ve onların ayarında bir şeyler yazamayınca aşağılık kompleksine giriyorum. Yazacağım şarkının önce beni heyecanlandırması lazım.Kitapta, “Sanatçıların yakalandığı bir hastalık var: Kendini dünyanın merkezi zannetmek! diyorsunuz. İyileşmeye başladınız mı peki? Bu işi yaptığınız sürece hiçbir zaman iyileşemiyorsunuz maalesef. Hayatım boyunca kendimi kendime beğendirmeye çalışacağım galiba. Bu konuya iki taraflı bakıyorum. Bir, prodüksiyon aşamasında o iş dünyanın en önemli işiymiş gibi hissediyorum, eğer o sırada çok zevk alıyorsam... Diğer yandan, yaptığım işin aslında hiçbir işe yaramadığını, önemli olmadığını biliyorum. O iki duygu arasında sağlıklı bir denge kurmak gerekiyor. Hem hayattan hem ölümden korkarak yarım asır geçmiş. Sizce geri kalan yolculuğunuz da hep arafta mı geçecek?Ne yapayım! Karakter meselesi. Kafam hep çok karışık! Duygudan duyguya atlıyorum hızlı bir şekilde. Ama yine de uyanık olduğum her an dünyayı ve kendimi sorgulayıp duruyorum. Aslında kabullendim bunu. Sanırım hiçbir zaman tam olarak emin olamayacağım hayatla ilgili hiçbir şeyden. Oradan oraya savrulacağım böyle...Peki yazarken geçmişinizle, çocukluğunuzla yüzleşmek nasıl hissettirdi?Çok ilginç bir deneyim. Tavsiye ediyorum... Bence herkes hayatını yazmalı. Yazarken bir süre hep geçmişin duygusunda kaldım. İnsan maziyi hatırlarken hem gülüyor hem duygulanıyor. Ama ben aslında yazarken geçmişin dramasında çok dolaşmamaya çalıştım. Güzel hatırlamak istedim geçmişi. Ama beni derinden etkileyen hadiseleri de ıskalamak istemedim. Sonuçta da kendimi hafiflemiş hissettim. Yıl 1999. Çok ünlüsünüz. İstiklal’den Tünel’e kadar her yerde sizin albümünüz çalıyor. Kendi sesinizden kurtulmak için yan yollara sapıyorsunuz... O sesten kurtulabildiniz mi? Bazen gece kulüplerine, barlara gidiyorum ve DJ’ler jest olsun diye benim şarkılarımı çalıyor. Çok rahatsız oluyorum. Biraz da utanıyorum. Kendi şarkılarımın çalınması bana ünlü olduğumu hatırlatıyor ve bu duyguyu sevmiyorum. Gündelik hayatımda ‘ünlü değilmişim gibi’ hissetmeyi seviyorum. Ama özünde kurtulamıyorsunuz hiçbir zaman.Sanki hayatınız bir iç hesaplaşmayla geçiyor gibi... Öyle galiba. Kendime pek şefkatli davrandığım söylenemez. Sürekli eleştirip duruyorum. Çok sert yargılıyorum. Ama eninde sonunda yaşama devam edebilmek için kendinizle barış yapmanız gerekiyor. Hepimiz bir sürü kusurumuzla ortalama insanlarız sonuçta. Deri cekete bile, “Siyah olmadıktan sonra kıymeti yok diyorsunuz. Karanlıktan aldığınız bu hazza, sevişirken karanlığı tercih etmek de dahil mi?Gece, gündüzden çok daha çekici benim için. Sevdiğim birçok şey gece daha güzel. Kitap okumak da, film seyretmek de, sohbet etmek de... Hemen her şey. Gece herkes uyuyunca dünya uyumayanlara kalıyor. Zorunlu sadakatten ölmek üzere olduğunuz dönemlerin hikayesini de öğrendik kitaptan. Kendi rızanızla bir kadına uzun süre sadık kalabildiğiniz oldu mu? Pek beceremiyordum. Sadece çapkınlığımdan değil, aynı zamanda kandırılıyordum da. 19 yaşından beri rock şarkıcısıydım. Popüler biriydim. Ve bir kadın için beni kandırmak çocuk oyuncağıydı. İki göz süzen ayartır beni. Kolay lokmayım. Bunca aşk şarkısı yazdınız. Aşk hakkında şunu öğrendim diyebilir misiniz? Artık aşka mesafeli kalmaya çalışıyorum. Nasıl olsa bitecek bir şeye başlamak da istemiyorum. Ayrıca çok şüpheci bir yapım var. Aşkın ve romantizmin argümanlarını çürütmek benim için kolay oluyor. Benimle aynı jenerasyondan arkadaşlarım var. Arada bir buluşup, hayalimizdeki kadınlarla ilgili atıp tutuyoruz. Onlara da söyledim. Palavra sıkıyoruz, bizler müzmin bekârlarız. Eski bir röportajınızda, “Dizi çıkmış pijama giyen kadın seksi değildir demiştiniz. Kitapta, “Defosuz kadın yüzlerini sevmem. O yüzden benim İstanbul’umun da rimeli akmış, biraz kilo almış diyorsunuz. Defo sadece bedende mi güzel?Özgür irade ile yapılan bir özensizlik, benim için itici bir şey. Kişinin doğumuyla edindiği kusurlar, defolar kendi seçimleri değil. O yüzden de itici değiller. Kitabımda alıntıladığım çoğu şey eskiye ait. Şimdi okuyunca artık öyle düşünmediğimi gördüğüm çok şey var. Bütün eski sözlerimin arkasında durduğum söylenemez açıkçası. Röportajlarıma baktığımda şu halimden daha küstah ve pervasız bir adam görüyorum mesela. Ama onları o zaman hissettiğim şekilde yansıtmayı tercih ettim. Cinselliği hâlâ başka şeylerin panzehiri olarak yaşadığınız oluyor mu? Cinsellik doğal, bastırılmaması gerekir. Aynı şekilde kışkırtılmamalı da bence. Çünkü aşırı hazza odaklı bir hayat görüşü insanı tatminsiz yapıyor. Ben hep çok düşkündüm kadınlara. Aklım fikrim kadınlardaydı ve hayatım onlarla geçti. Şu an o hayat tarzını dizginlemeye çalıştığım bir dönemimdeyim.‘Bazı Yalanlar’ şarkınızda, bitmiş bir aşkta yaşanan cinsel isteksizliği anlatıyorsunuz. Aşk bitince cinsel isteksizlik duyan bir adam hiç aşık olmadığı bir kadınla o gece tanışıp seviştiğinde motivasyonu ne oluyor peki? İkisinde de aşk yok çünkü...‘Bazı Yalanlar’ şarkımda çok soğumuş bir ilişkiyi anlatıyordum. Artık birbirlerine karşı eski hislerini kaybetmişlerdi. Aşk da, cinsellik de bitmişti aralarında. Cinsellik meselesi karışık bir alan. Bu sorunun analizini yapmak zor biraz. Bir de insanları tek boyutlu düşünmemek lazım. Bir günümüz bir günümüzü, anımız anımızı tutmuyor. Rasyonel yaratıklar değiliz.“Saçlarındaki şampuan kokusunu hiç unutmadım dediğiniz bir kadın var mı? Anılarımı yazarken, gözlerimi kapadım ve 20-30 yıl öncelere ışınladım kendimi. 1989 senesinde Bodrum’u hayal ederken birçok şey hatırladım. Kitapta bahsettiğim şampuan kokusuna ve kızların saçlarının banyo sonrası hâlâ biraz ıslak oluşuna bayılırdım... Ama o genel bir beğeniydi. Özel bir kıza yüklememiştim o anları. Hepsine bayılıyordum. Hepsini hatırlıyorum... Kendinizle ilgili çok doğru bir tespitiniz var. Domates yetiştiremezsiniz. Kaş’a yerleşemezsiniz. Yağlıboya resim yapamazsınız. Sahi, siz bundan sonra ne yapacaksınız?Benim çok büyük bir kusurum var. Yanda yürüyen bir projem filan yoksa, hiçbir şey üretmiyorsam, aşağılık kompleksine giriyorum. Kendimi hiçbir işe yaramayan biri olarak görüyor ve kahroluyorum.Bu fazla acımasız ve biraz saçma değil mi? Saçma ama öyle. O yüzden de kendimi bir şekilde kandırıyorum. Proje üretiyorum. Şarkı yazmak istemiyorum ve yakında hafif hafif bir cover albüm prodüksiyonuna başlıyorum. İsmi ‘Aşık Bir Adam’ olacak. Türk popüler müziğinde çok beğendiğim aşk şarkılarını yorumlayacağım. Başkalarının yazdığı, benim de çok beğendiğim şarkılar var. Onları kendi sesimden dinleyicilerime aktarmak istiyorum. Hiç şarkı yazacak ruh halinde değilim. Benim için hem kolay hem de zevkli bir prodüksiyon süreci olacak. Güzel oyalayacak beni. 90’larda Şişli’de bir çatı katında kalıyorsunuz. Evde su akmıyor. Parasızsınız. En büyük isteklerinizden biri: Suyu tazyikli akan bir evde oturmak. “O kadar tazyikli akmalı ki canımı acıtmalı diyorsunuz. Şimdi daha mutlu musunuz?Şaka yollu soruyorsunuz ama ben ciddi ciddi cevap vereceğim (gülüyor). Banyo yapmaya bayılıyorum. Uzun uzun, tazyikli tazyikli duşlar hayatta en sevdiğim şeylerden. O yüzden de züğürtlük dönemlerimde en büyük hayallerimden biri, çok güzel bir banyom olmasıydı. Artık var! Evimin suyunun tazyiki de yeterli ama hayallerimdeki gibi değil. Tazyik artırmak için konuştuğum bütün ustalar, bu tazyikin maksimum olduğunu, daha artırırsak tesisatla ilgili problem çıkacağını söylediler. Ne yapalım, katlanacağız! Daha mutlu muyum? Duşun altındayken evet sanırım. Parayla ilişkiniz nasıl? Sevmiyorum parayla ilgilenmeyi. Yıllardır menajerimden (Funda Sanlıman) harçlık alıyorum. 20 yıldır, hiçbir işten ne kadar kazanacağımı sormadım. Kırk yılda bir, “Ne kadar yatırımım var, ne kadar param var? diye sorarım. O da söyler. Menajerim benim için arada bir emlak alıyor. Hiçbir binamı, arsamı da görmedim. Sadece fotoğraflardan biliyorum yatırımlarımı.Annenizin en büyük nasihati: Kimseye borcun olmasın... İlk kez 27 yaşında birilerinden borç almaya başladım. O dönemde hayatımın en önemli meselesi o borçları ödemekti. Uykularım kaçıyordu... Takıktım o konuya. Bir daha da kimseden borç almadım zaten. Anne nasihatlarından çoğunu tuttum aslında. Annem otoriter bir klasik ahlakçıydı. Beni de öyle yetiştirdi.