‘Aşkın Kapısı’nı okurken Mecnun’un Leyla’ya olan aşkının günümüze uyarlanmış versiyonu gibi düşündüm hep. Yanılıyor muyum?
Her ikisi de beşeri aşktan ilahi aşka uzanan bir hikaye. Hakiki aşk potansiyelinin açığa çıkabilmesi için o duyguyu harekete geçirecek beşeri bir aşka ihtiyaç var. Leyla da Nevâ da aşk yolunun başlangıcında gönülleri mecnun eden ve iradeyi sıfırlayan ilahi aşkın tutkunu.
Leyla, bir zamanlar Mecnun’un hayatının gayesiyken, seneler sonra Mecnun onu tanımamıştı. Selim de bir ömür Nevâ’yı beklemiş fakat gün geldi daha büyük bir aşk için Nevâ’dan vazgeçti. Siz olsaydınız ne yapardınız bu durumda?
Nevâ geri döndüğünde Selim’in aşkı Mevla’da sükun bulmuştu. Yani izafi ve gölge olan Nevâ aradan çıkmış, beşeri aşka hakiki aşka geçmişti. İlahi aşktan bir yudum alma şerefine nail olan birinin sonsuza dek artarak devam edecek bir aşka, geçici bir menfaati tercih etmesi akıl kârı olmasa gerek.
Aşk, inanç, sorumluluk, vicdan ve ilahi adalet gibi zorlu sınavları günümüz ve geçmişle harmanlamışsınız. Peki, günümüz dünyasındaki insanları bu kadar değiştiren ne?
Hızla girdiğimiz bir haz çağında yaşıyoruz bugün. Son 50 yıldaki icat sayısı, dünya var olalı beri bulunan icat sayısından daha fazlaymış. 30 yıl önce değil cep telefonu, bilgisayar bile yoktu hayatlarımızda. Bugünse vazgeçilmezimiz olan akıllı telefonların, sosyal medya ağlarının olmadığı bir hayatı düşünemiyoruz. Teknoloji hızla ilerlerken bu değişim, merkezindeki insanı da ziyadesiyle etkiliyor. İnsan bu değişime sağlıklı bir şekilde adapte olamadığı için de ruhsal sıkıntılar yaşıyor. Çünkü fıtratı değişmeyen insanın, hayata bakış açısı ve hayatla etkileşimi değişiyor. Tıpkı internet bağımlılığı gibi, çağın yeni türeyen hastalıkları da genelde egoya; ‘dur!’ diyememenin ve Yaratıcı’dan uzaklaşıp boşlukta kalmanın neticesi.