İlber Ortaylı yazdı: Cumhuriyet'in hayali budur!
Prof. Dr. İlber Ortaylı, 'Bugün etrafımızdaki coğrafyalar kaynıyor. Bunlar içinde Türkiye en iyi durumdaysa ve barışını kısmen de olsa sağlayabiliyorsa bu büyük bir başarıdır' dedi. Ortaylı Atatürk’ün Cumhuriyet fikriyle ne zaman tanıştığını anlattı.
İşte Prof. Dr. İlber Ortaylı'nın yazısına göre Cumhuriyet'in hayali...
Cumhuriyet Atatürk için her şeyden evvel anayasa ve kanun demektir, meclis demektir. Bugünün Türkiyesi’nden yeni bir müteşebbis sınıfın, dünyaya açılan bir ticaretin, dünya ordularını talim ettiren bir ordunun bulunması onun hayalidir. Bugün etrafımızdaki coğrafyalar kaynıyor. Bunlar içinde Türkiye en iyi durumdaysa ve barışını kısmen de olsa sağlayabiliyorsa bu büyük bir başarıdır. Cumhuriyet’in hayali budur.
Atatürk’ün Cumhuriyet fikriyle ne zaman tanıştığı muamma bir tartışma konusudur. Aslında iki tarihin üzerinde yoğunlaşalım. Birisi kendisinin İttihat Terakki’nin merkez heyetiyle ciddi tartışmaya girdiği ve İttihat Terakki’nin Sultan II. Abdülhamid devri diktatoryası aratacak bir yola girmesini hissetmesidir. Bu konularda önyargısı çok derindir. Yakın arkadaşlarının huyunu suyunu iyi bildiği gibi sadece temasta olduğu askerî mülki erkânını da tanıyabilmektir. Bu nedenle Hareket Ordusu’nu kurmay başkanı olduğu sıralarda bu kargaşayı gördüğü 1911-12’den itibaren parti diktatoryasını tasvip etmediği açıktır.
İkincisi doğrudan doğruya Osmanlı saltanatının fiilen sona erdiğini, bu imparatorluğun mazisindeki parlak günlere yakışmayacak bir mecraya ister istemez gidildiğini gördüğü Mütareke dönemidir. Mütareke sırasında bazı planları vardı. Birincisi, padişah ile olan yakın ilgisi bu sayede Harbiye Nezareti’ne tayin edilmesi ve oradan darbe yaparak duruma el koyması ama yürürlüğe giremeyecek bu planın arkasından bütün yapamadıkları ve Amasya Tamimi’nden itibaren cumhuriyet kavgasına girdiği artık açıktır. Tabii ki resmi programı sadece dost arasında diye sır kâtibi durumundaki Mazhar Müfit (Kansu) Bey’e açıklaması Ankara vilayetine girdiklerindeki dinlenme mahallindedir.
150 YILLIK TARTIŞMANIN ÇÖZÜME GÖTÜRÜLÜŞÜ
Cumhuriyet onun için her şeyden evvel anayasa ve kanun demektir, meclis demektir. Türkiye Cumhuriyet’i her şeyden önce Osmanlı aydın sınıfının 150 yıldır tartışma içine düştükleri Batı medeniyeti, İslamiyet, Batı medeniyetine ait sanatların ve kurumların adaptasyonu veya reddi gibi tartışmaları kesin bir çözüme götürmektir.
Alaturka müzikten hoşlanan bu zabit bir yandan mesleği icabı Batılı tipte askerî bir kişiliktir. Protokole, yeme içme âdetlerine, kadınlı erkekli yaşanan cemiyet hayatına, Batı müziği ve danslarını alaturka müziği bildiği kadar tanır. Böyle bir kişilik haytamızda yeni değildir. Sultan Abdülaziz de Sultan Abdülmecid de -Sultan Murad zaten daha Batılıydı- Sultan Abdülhamid de müzik ve tiyatroda Batı’ya daha düşkündü. Böyle bir kişiliğin Türk cemiyetinde yarım asırdır gündemde olan harf devrimi konusundaki fikirleri benimsediği bellidir. Hatta Enver Paşa’nın idare-i maslahat olarak gördüğü Enverî yazıyla getirdiği imlâ ve yazı devrimini hiç yeterli ve doğru bulmaz. Cemiyet hayatında kadının yeri, hukuktaki ayrılıklarda tartışmadan yana değildir. Dolayısıyla Mütareke Dönemi’nin Gazi Paşa’sı bugünkü Cumhuriyet’in kurucusu olmayı aklına koymuştur.
100 yıllık hayalin içinde Türklerin hem Türk tarihine, Şark tarihine ama hem de dünya tarihi ve coğrafyasına hâkim olması düsturu vardır. Ona göre; dünyayı bilmeyen, ona fikren ve malumat olarak hükmetmeyen bir ulusun büyük milletler arasında yeri yoktur… Bu nedenledir ki hayalinin ilk parçası olan Osmanlı mevcudiyetinde bulunan fakat dağınık olarak yaşayan Batı müziği, opera, klasik dillerin öğrenimi, arkeoloji, dünya tarihi gibi konuları müesseseleştirmek onun gerçekleştirmek istediği hayallerindendir. Gerçekleştiğini kısmen gördü, kısmen ölümünden sonra bunlar devam etti. Ama şunu söylemek gerekir; Cumhuriyet tarihi içerisinde Gazi Paşa’nın mirasındaki bu önemli kısmı unutan da yine bizleriz. Onu terk ettik, o mirasın ne kadar güçlü olduğunu henüz fark edemedik ama edeceğiz.
İdeali olan şeylerin bazıları onun devrinde gerçekleşmeye başladı, bazıları da onun arkasından. Tabii bilimlerde, coğrafya, mühendislikte ve tıpta bu kadar kuvvetli bir ülkeyi tahayyül etse de gerçekleştiğini görmek zordu. Bu dalların kökü ondan 100 sene evveline gittiği için bunların acilen gerçekleştirilmesini de istiyordu. Bugünün Türkiyesi’nden yeni bir müteşebbis sınıfın, dünyaya açılan bir ticaretin, dünya ordularını talim ettiren bir ordunun bulunması onun hayalidir. Bu onun istediğinin ötesinden gerçekleşmiştir. Ancak şüphesiz ki bugünün Türkiyesi’nde insanların her birine fırsat veremeyen, özelleşen, kapalılaşan, imtiyaz sağlayan fakat kalitesiz bir şekilde artan eğitim kurumları onun düşüncelerinin aksinedir. Kendi devrinde maarif alanında daha büyük işler yapılmakta en azından ümit verici, göğüs kabartıcı bir durum sözkonusuydu.
BUNDAN SONRA NE YAPMALIYIZ
Cumhuriyet’in bundan sonra dikkat edeceği konu; istihdamda nepotizmi, adam kayırıcılığı, akrabacılığı ve yerelciliği ortadan kaldırmaktır. Bu hastalık sadece devlet sektöründe değil, özel sektörde de vardır. Cumhuriyet’in bundan sonra gerçekleştireceği şey millî entelektüel sınıfın, entelektüel ölçülere kavuşması, var olan mizahi zekâsının, atılganlığının hayata tatbikidir. Türkiye’nin entelektüel sınıfı, sınıf değil bir zümredir, gruptur ama bağımsız bir grup olmalıdır. Partilerin hizmetinde, o yolda yön değiştiren değil, onlara yön veren insanlar olmalıdırlar. Bunu en önemli özellik olarak görüyoruz. Bunun gerçekleşmesi şüphesiz ki henüz bir imparatorluğun üzerine kurulan genç Cumhuriyet’te söz konusu olamazdı. Bundan sonra neden olmasın?
Bugün etrafımızdaki coğrafyalar kaynıyor, sadece savaşla, yıkımla değil; örgütsüzlük, ekonomik durgunluk etkili oluyor. Bunlar içinde Türkiye en iyi durumdaysa ve barışını kısmen de olsa sağlayabiliyorsa bu büyük bir başarıdır. Cumhuriyet’in hayali budur. Lüksemburg Dukalığı olmadığımıza göre barışı sağlamak için savunma tedbirlerine yol ve kuvvet vermeli, teknoloji ona göre geliştirmeli, ziraatta yıkım ve tahribata asla yer vermemeliyiz. İcabında göçleri de buna göre ayarlamalıyız.
TÜRKİYE’Yİ AYDINLATAN OKULLARDAN BİRİ: İZMİR KIZ LİSESİ
Yüz yıl evvel resmen bir kız lisesi olarak faaliyete geçti. Ama buraya gelinceye kadar 7 sene İnas İdadisi başlığıyla güya ticari muhasebe kayıtları ve yan işler öğretilen bir kız öğrenci okulu olarak kurulmuştu. Bütçeden para verilecek gibi değildi. 1923 yılından itibaren ise Maarif Vekaleti’ne bağlı İzmir Kız Lisesi’dir. İzmir ve Ege Bölgesi’nin aydın halkı kız çocuklarını burada okumaya göndermiştir. Bu lisenin ne kadar önemli bir yer olduğunu anlamak için Macaristan’dan buraya gelen, adeta bu yuvanın buradaki arkadaşlarının aile muhiti içinde eğitim gören Nermin Abadan Hoca’nın hatıratını okumanızı tavsiye ederim.
Onun sınıfından tam dört tane profesör çıktı. Üçü benim hocam oldu. Başta sevgili Nermin Hoca’mız. Düşün dünyamda çok önemli yeri olan Prof. Dr. Mübeccel Kıray Hoca’mız ve Dil Tarih’te Türkoloji-Türk Edebiyatı bölümündeki Prof. Dr. Zeynep Korkmaz bildiklerim. Bir dördüncüsü ünlü bir matematik profesörümüzdür. Afganistan’da doğumevini kuran Dr. Münevver Özdolay da bu okulun mezunudur. Yine tarihçiler dünyamızın muhteşem hocası Prof. Dr. Mübahat Kütükoğlu ve saymakla bu sütunlarda yer bulamayacak Konak Meydanı’ndaki bu binada Türkiye’yi aydınlatmaya çıktılar. Okulun var olmak için hayat mücadelesi verdiği 1915-1923 arası da kayda değer bir bölümdür. Nice yüz yıllara devam etmesini istediğimiz okul bugün artık karma eğitim veriyor.
Hürriyet'ten Fırat Karadeniz Cumhuriyetimizin 100’üncü yılını kutladığımız bu süreçte Prof. Dr. İlber Ortaylı ile röportaj yaptı. İşte o röportaj...
İlber Hoca ile röportaj yapmaya hazırlanırken aklıma gelen sorular genelde Cumhuriyet’in ilk günlerine dairdi. 100 yılın ardından bile Cumhuriyet’le hesaplaşma peşinde olanlar varken o ilk günlerde yeni yönetim şeklinin nasıl karşılandığı bugünler için de dersler barındırıyordu. Zaten İlber Hoca da “Artık monarşiyle hiçbir ilgimiz yok” diye başladı sözlerine. Bu fikri söküp alan da Mustafa Kemal ve çevresindeki kadroydu. Ortaylı da bunu çok açık seçik ifade ediyor: “Başka kadroların böyle bir cumhuriyeti kurabileceğini hiç sanmıyorum.”
◊ Çok iyi bildiğimiz bir hikâye... 28 Ekim akşamı yemekli bir toplantıda konuşuluyor, ertesi gün de ilan ediliyor. Devlet devam ediyor ama yönetim şekli değişiyor. Bu kararın halktaki karşılığı nasıl oluyor?
Türklerin bugün artık monarşiyle hiçbir ilgisi yoktur. “Biz padişah getirelim, monarşiyi kuralım” diyen bir parti olamaz. Buna hanedan üyelerinin kendileri de dahildir. Hatta “Aman Allah uzak tutsun” havasındadırlar. Çok iyi de tasdik etmişlerdir. Hanedan reisi Osman Ertuğrul Efendi, Neslişah Sultan, Vahdettin’in kızı Sabiha Sultan... “Türklerin imparatorluğu bitti, Türklerin cumhuriyetidir bu” diyerek... Bu işin daha güzel özeti yoktur. İçimizde her unsur vardır. Çünkü bu bir imparatorluktu. Ama her unsurun kafasından 40 tane ses çıkarsa yaşayamayız. Bizim buradan başka gidecek yerimiz yok. Görüyorsunuz, gidecek başka yeri olmayan kavimler ne vaziyetteler! İkisinin de (İsrail-Filistin) durumu hiç hoş değil. Biz de mi aynı duruma düşelim? Onun için memlekete sahip çıkalım.
◊ Cumhuriyet’in ilk 100 gününde ciddiye alınan bir itiraz gelmedi mi?
İlk 100 günü bırak, bugün bile Türk milletinin içinde monarşiyi özleyen yok. Bitmiştir o iş. Ama biz monarklarımızı severiz. Çünkü büyük adamlardır. Örneğin 15’inci asırda Fatih Sultan Mehmet gibi akil bir devlet adamı yok; böylesine büyük bir komutan, kaç tane lisan biliyor, ne ilimlere meraklı... Topkapı Sarayı müdüriyetim sırasında bildiklerimin bilmediklerim yanında sıfır olduğunu anladım.
◊ II. Mehmet hakkında mı özellikle?
Evet. Kitaplarına bakıyorsun kütüphanede çünkü. Allah rahmetli Filiz (Çağman) Hanım’dan razı olsun. Selefim bana fırsat buldukça gösterdi bu kitapları. Böyle bir münevver yok Rönesans devrinde... Sadece Fatih de değil, Kanuni mesela... Bunları sevmek hakkımızdır, görevimizdir. Bazıları Sultan Abdülhamid’i de sever. Tabii sevmeyen sevmesin. Ama o da sıradan bir monark değildi. 19’uncu yüzyılın o geri zekâlı monarkları, çarları arasında fevkalade zeki de bir adamdır.
İlber Ortaylı: “İlk günlerdeki uyumun başlıca nedeni Gazi Mustafa Kemal Paşamızın askeri şahsiyetidir.”
‘DERTLİ HAYATLAR ÇEKTİLER’
Yeri gelmişken sorayım. Sultan Abdülhamid ile ilgili yaratılan bir mit de var ama değil mi?
Mit mi değil mi, bilemem. Padişahın kendisi hır çıkmasın diye çekiliyor. Bu açıktır. Dışarıda hiç parası yok. Hazine’den hiçbir şey almıyor, hatta ödünç aldığı bir saati makbuzuyla geri bırakıyor. Aslında hiçbirinin parası yok. Bizim hanedan çok çekmiştir dışarıda. Hiç de seslerini çıkarmamışlardır. Hiçbir kuruluş, muhaliflik, o ya da şu devlete ait olma gibi amaçları da yoktur. Varsa ortaya çıkar, biz de özür diler, tenkide katılırız. Bu işi en iyi araştıran arkadaşımız da Murat Bardakçı’dır. Genç yaşından itibaren kendini bu işe adadı. Cumhuriyet kuşağının torunudur. İstiklal Savaşı’nın meşhur idarecilerinden Vali Cemal Bardakçı dedesi olur. “Orhan Amca” diye anlatır ama bahsettiği saltanatın veliahtı, hanedan reisi olacak isimdir. İşin özeti, bizde monarşi taraftarı yoktur. Avusturya’da var, Almanya’da var. Daha yeni üstelik. Ruslarda da var. İkiye bile ayrılmışlar; biri var çariçe diye geziyor, diğeri çar diye... İkisi de Romanov.
◊ İlk Dünya Savaşı’ndan sonra imparatorlukların tasfiye edildiğini biliyoruz. Bunlardan biri Macaristan. Oradan kurulan cumhuriyet hiç uzun ömürlü olmuyor. Yaklaşık iki sene kadar dayanıyor.
Çünkü Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun son amirali Miklós Horthy cumhuriyeti bitirmek için kral naibi oldu. Olmayan kralın naibi, elden giden donanmanın amirali! Mamafih Horthy, sonradan gelen Ferenc Szálasi’ye göre çok daha makul bir adamdı. Szálasi, Nazi Almanya’sının kuklasıdır. Bizim Cumhuriyetimizin bunlarla ilgisi yok. Sorduğun gibi 100 günde Türkiye halkı oturdu. Cumhuriyet’in ciddi bir ayaklanma ya da itirazla karşılaştığını söylemek mümkün değil. Bu uyumun başlıca nedeni Gazi Mustafa Kemal Paşamızın askeri şahsiyetidir. Ve etrafındaki komutanlardır. Hakikaten kuvvetli bir hâkimiyet portresidir. Bu ordu, bu Cumhuriyet’i kurmuş, bunu böyle bileceksiniz. Ordu kurdu diye de askeri diktayla kalmıyor başta. Hepsi emekli olup gidiyor. Politikaya giren var, girmeyen var. Oturan var... Zaten 1. Dünya Savaşı’nın subay nesli o kadar dertli hayat çekmiştir ki... Çok erken ölüm var. Başta da Gazi’nin kendisi... Arkadaşlarının ömrü de çok uzun olmamıştır. Karabekir Paşa kaç yaşında öldü, bir bak bakalım.
“İlk 100 günde Cumhuriyet’in ciddi bir ayaklanma ya da itirazla karşılaştığını söylemek mümkün değil.”
◊ Mustafa Kemal’in askeri dehasının getirdiği bir karizması var. Sonuçta bir kurtarıcı. Daha farklı bir kurtuluş senaryosu olsaydı... Cumhuriyet idealine çevresini ve halkını inandırması bu kadar kolay olur muydu?
Başka şekilde bir kurtuluştan kastın ne? Bir darbe gibi mi?
‘DİKKAT ETMEK GEREKİYOR...’
◊ Ordunun ve Paşa’nın bu kadar öne çıkmadığı, farazi bir senaryodan bahsediyorum.
Zayıf bir cumhuriyet olurdu. Tabii Çekoslovakya örneği var. Çok kuvvetli, çok sanayici, çok âlim, rafine bir halkın savunmasız cumhuriyetiydi. Hitler denen herif yuttu onu. Dünya barışı için Almanya bir tehlikedir.
◊ Her zaman mı?
Evet. Bugün artık öyle görülmüyor ama bu böyledir. Türkiye’nin de birçok konuda muarızıdır. Büyük bir istihbarat savaşı veriyorlar, hakkımızda kötü propaganda yapıyorlar. Buna çok pişman olurlar. 1. Dünya Savaşı’nı çıkaran onlardır. Tek bir doğruları vardır, o da Türkiye’yi yanlarına almak. Öbürleri almamıştı. Onların çok da işine yaradık, bunu gördüler. Barışta da bu böyledir. Türkiye ve Türkler bu adamlara iyi gözle bakarlardı, severlerdi. Bugün böyle bir şey yok. Daha orada yaşayan Türkleri bile tam anlamıyla entegre edemediler. Ben bu memleketi birçok konuda karşı istihbarat çalışmaları yürüten, provokatif fikirleri ileri süren, bunun için bazı grupları tavlamaya ve kullanmaya çalışan, barışımızı, aramızdaki uzlaşıyı tehdit eden bir kuvvet olarak görüyorum. Vatandaş olarak sevebilirsiniz ama devlet olarak dikkat etmek gerekiyor.
Mustafa Kemal Paşa, Cumhuriyet’in ilanının ardından yapılan oylamada 158 milletvekilinin tamamının oyunu alarak ilk cumhurbaşkanı seçildi. Yaptığı konuşmayı şöyle bitirdi:
“Daima milletin sevgi ve güvenine dayanarak hep birlikte ileri gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır.”
◊ Bu özel güne yakın bir zamanda yayımlanan bir de kitabınız var. Çocuklar, daha doğrusu gençler için. Şermin Yaşar ile birlikte imza attığınız ’Cumhuriyet’in İlk Sabahı’...
Bakalım beğenecek misiniz? Umarım bir faydası olur.
◊ Mustafa Kemal de tüm eserlerini çocuklara ve gençlere bıraktığını söyler hep...
Bu Cumhuriyet’i Mustafa Kemal Paşa kurdu. En sağlam, en tutarlı önder odur. Başka kadroların böyle bir cumhuriyeti kurabileceğini hiç sanmıyorum.
‘BUNU KİMSE YUTMAZ’
◊ İlk 100 günden bahsederken Milli Mücadele’ye katılan ama daha sonra Cumhuriyet’in ilanı konusunda fikir ayrılığına düşen Rauf Bey’i (Orbay) sormadan olmaz...
Rauf Bey muhafazakâr bir adamdır. Bilgilidir, iyi bir denizci olduğunu kimse tartışamaz. Balkan Muharebesi’nde donanma yoktu ama bir tek o vardı ortada. Bir deniz gerillası gibi çarpıştı. Buna rağmen de tevazu sahibi bir adamdır. Ancak siyaset konusunda hiç öngörüsü yoktur. Yani Mondros’ta karşı tarafa inanan bir adamdı. Bunun ardından giriştiği siyasi mülahazaları da Mustafa Kemal Paşa kabul ve tahammül etmek durumunda değildir. Burada Cumhuriyet kuruluyor, senin muhalefetini kimse taşıyamaz. Üstelik bir de onun yanından gelmişsin.
◊ ‘Nutuk’ta da ona ayrılmış bayağı mesele var. “Muhafazakâr olduğunu kabul etse yine neyse” gibi de bir laf ediyor.
Var tabii. Felâh-ı Vatan grubu diyor ya... Bunlar çok liberaldir. Türkiye’de bu hep böyledir ama. Birtakım solcular da muhafazakârlar da liberal geçinirler. Böyle bir perdeyi kimse yutmaz. Bunu zamanın insanlarına yuttursalar bile tarihin kaleminde yutulmaz.