Gazeteci Metin Göktepe ölümün 22. yılında anıldı
8 Ocak 1996 tarihinde İstanbul Ümraniye Cezaevi’nde öldürülen tutukluların cenaze haberini takip etmek için gittiği Alibeyköy’de polislerce dövülerek öldürülen Evrensel gazetesi muhabiri Metin Göktepe aramızdan ayrılalı 22 yıl oldu.
Gazeteci Metin Göktepe anması her yıl olduğu gibi bu sene de Atışalanı Esenler Kemer Mezarlığı’nda gerçekleştirildi.
Evrensel Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Polat, burada yaptığı konuşmada "Metin gözaltına alındığında yanında Ahmet Şık vardı. Ahmet, Metin davasını ilk takip edenlerdendir. Metin Göktepe cinayeti aslında devlet görevlileri tarafından işlenmiş ve ceza almış bir cinayet olarak tarihe geçti. Gazeteciler davayı kararlı bir şekilde takip ettiler ve ilk kez bir sonuç alındı” dedi.
Metin Göktepe’nin annesi Fadime Göktepe ise oğlunun mezarı başında kendilerini yalnız bırakmayan herkese teşekkür ederek, “Ben barış ve adalet istiyorum. Cezaevinden çocuklarımız çıksın istiyorum. İyi bir devlet istiyorum. Çocuklar ölmesin, anneler ağlamasın, cezaevine girmesinler. Grevdekiler ölmesin istiyorum” diye konuştu
NE OLMUŞTU?
Evrensel gazetesi muhabiri Metin Göktepe, 8 Ocak 1996 tarihinde “Mutlaka ben izlemeliyim arkadaşlar” diyerek, Ümraniye E Tipi Cezaevi’nde öldürülen tutuklular Orhan Özen ile Rıza Boybaş’ın cenaze törenini takip etmek üzere Alibeyköy’e gitmişti.
Ancak “Sarı Basın Kartı” olmadığı gerekçesiyle ilçeye sokulmamıştı.
Haberi izlemekte “ısrarcı” davranınca da gözaltına alınmıştı.
Gözaltına alınan Göktepe yüzlerce insanla birlikte Eyüp Kapalı Spor Salonu’na götürülmüştü.
Burada polislerin şiddetli cop darbeleriyle dövülerek öldürülmüştü.
ABLASI METİN GÖKTEPE'Yİ YAZDI
Öte yandan Metin Göktepe'nin ablası Meryem Göktepe Evrensel'e kardeşini yazdı. İşte o yazı...
“Dostum dostum güzel dostum
Bu ne beter çizgidir bu
Bu ne çıldırtan denge
Yaprak döker bir yanımız
Bir yanımız bahar bahçe”
Ahmet Kaya’nın şarkısı dilimde. Diğer yandan Ahmed Arif’in dizeleri;
“Seni, anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni, anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana...
.......
Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.”
Bizden kopartılalı 22 yıl oldu. Hasretin bir asır, acın dün sanki. Sen benim Küçük Kara Balığım, en ulaşılmaza ulaşmak için verdiğin çabayla, coşkuyla özlediğim, yeri dolmayan Metin’im. Unutursam diye çok korkarak yastığa başımı koyduğum arkadaşım, canım kardeşim. O haberi izlemek için olan ısrarına kızdığım, çokça kavga ettiğim eksik yanım. Ancak hep de gururla taşıdığım duruşun...
Ne desem hep eksik kalır. Senin bir defa olsun dokunduğun, yüreği sen gibi atan her insanda bıraktığın izler düşer aklıma. İyi ki birlikte 28 yıl dolu dolu geçirmişim diye düşünür, şanslı bile sayarım kendimi.
Bir yandan senin yaşlandıkça daha yakışıklı olacağını düşünürüm, ama hiç canlandıramam. Hep gözümde 28 yaşının baharında kalırsın. En çok da bu yanılgıya annemiz düşer, örneğin birisine anlatacağı zaman ablası/abisi diye kurduğu cümlenin sahibi o yıllarda daha genç ya da çocuk yaşlarındadır.
Konuya hâlâ giremedim değil mi?
Bilirim ki sen memleketi, gazeteciliği, olağanlaşan OHAL ve KHK ile işinden, aşından olanları, Nuriye ve Semih’in ölmemek için bedenlerini açlığa yatırmalarını merak edersin.
Kardeşin bildiğin, seni kardeşi bilen Ahmet Şık ve tutuklu gazetecileri öğrenmek istersin. Daha önceden yazmıştım Gezi’yi; “öldürülen her gencin gülüşü senin gülüşündür” demiştim. Sanki o öldürülen gençlerin her birinin cenazesi tekrar tekrar bizim evden kalkmış gibidir... Barışın elçisi Tahir Elçi’nin ardından Türkan Elçi’nin yazdığı şiiri dinlerken mesela, “Her şey sana ceket çok yakıştığı içindi” sözlerini senin için şöyle düzeltirken bulurum kendimi; “Her şey gülmek sana çok yakıştığı içindi”.
Birini, sevdiği birini, kaybettiğinde, insanın evinde nesiller boyu sürecek bir yas başlar. Daha doğmamış çocuklar, doğduktan sonra o yasa ortaklık eder. Ve bazı anneler inadına yaşarken, ki zor olan budur, bazılarının acısı yüreğini aşar ve kahrından öldürür... Bütün bunları görerek, bu acıları paylaşarak yaşamak elbet kolay değil. O yüzdendir ki bazen de utanırım acıma acı demekten; yıllardır kayıplarını arayıp bulamayan kayıp yakınlarından, annesinin cansız bedenini 7 gün boyunca evinin camından kurda, kuşa yem olmasın diye bekleyen Taybet Ana’nın çocuklarından... Kokmasın diye günlerce evinden çıkamadığı için buzdolabında bekletilen Cemile’nin annesinden...
Sonra şaşarım kendime, bunca acıya nasıl direniriz diye düşünürüm... Sonra bakarım hepsi bizimledir, Metin hep buradadır, Hrant buradadır, Musa Anter buradadır... Öldürdükleri bedenlerinizdir diye geçiririm içimden sonra... İşte senin yaşanmışlıların, ışığın, gülüşün, duruşun ve sıcaklığın buradadır, yanı başımda, yanı başımızda....
Sen gazetecisin diye, “özel muamele” gösterin demişti ya polisler... Bugün de biraz öyledir... Gazetecilik yapanlar özel muamele görmektedir, cezaevindedirler senin gibi yazanlar... Adliye koridorlarında geçirirler günlerini... Gazetecilik biraz senin bildiğin gibidir memlekette. Fatih Polat’ın deyimiyle; “Gazetecilik, haberi barikatın arkasından alıp getirmektir”. Bugün buna nasıl ihtiyaç var bir bilsen...
Eğer sen katledildikten sonra başta genç gazeteci arkadaşların olmak üzere geniş bir halk kesimi sahiplenmeseydi zor bela açılan o dava belki hiç açılmayacaktı ya, bugün de eğer sahiplenmeseydik Nedim Türfent’in ifadesinde söylediği gibi, “Yeni bir Metin Göktepe katliamı olabilirdi” gerçeğini. Metin’im... Senin gazetenin Evrensel’in Mersin Muhabirleri gözaltına alındığında, polis hâlâ “Sonunuz Metin gibi olacak” diye tehdit ediyor onları, biliyor ki senin kalemindir ellerindeki... Ve senin inadın...
Sonra Ahmet’in yaşadıkları... Barış Tahmaz’ın sözleri ile irkiliyoruz: “Ahmet Şık öldüremedikleri Metin Göktepe’dir”. Bildiğin gibi, Ahmet, hâlâ hapiste, Murat Sabuncu da... Onlar beyanlarında, “Metin Göktepe” gazeteciliğinden bahsediyorlar hep... Ahmet’in engellenen beyanından biliyoruz ki Uğur Mumcu gazeteciliğin yolunu aydınlatıyor. Musa Anter rehber olmaya devam ediyor. Hrant Dink kardeşliği örüyor. Sen ise yoldaşlık ediyorsun onlara: “Adalet, eşitlik ve özgürlük için atılan tohumların bu topraklarda boy verip filizlenmesi için mücadele eden Metin Göktepe’nin yoldaşlarıyız”.
Yine anacağız seni, bu yıl seni anmak demek; Ahmet Şık ile yan yana olmak, gerçekleri yeniden yazmak demektir. Seni anmak demek 150 gazetecinin tutukluluğuna itiraz etmek, halkın haber alma hakkını savunmaktır. Bugün bir gazetecilik dayanışmasının, mücadelenin meşru zeminidir Metin Göktepe’yi Kemer’deki yattığı yerde ziyaret etmek.
Ve sanki içeride Ahmet, gittiği yerde Metin bize Nâzım’ın şu sözleriyle seslenmekte;
Yani içerde on yıl on beş yıl
Daha da fazlası hattâ
Geçirilmez değil
Geçirilir
Kararmasın yeter ki
Sol memenin altındaki cevahir.
Biz yine her 8 Ocak’ta olduğu gibi yarın da saat 11.00’de seninle buluşmak için Esenler/Atışalanı Kemer Mezarlığında olacağız...
METİN GÖKTEPE KİMDİR?
Metin Göktepe, 10 Nisan 1968’de, Sivas ilinin Gürün ilçesine bağlı Çipil köyünde dünyaya geldi. Yaşamının ilk 11 yılını burada geçiren Göktepe, geçimini tarım ve hayvancılıkla sağlayan, 8 çocuklu emekçi bir ailenin 7. çocuğuydu.
İlkokulu, köyün tek okulunda, birleştirilmiş sınıfta okuyan Metin Göktepe, 1979’da kardeşi Aziz ile birlikte İstanbul’a geldi. Esenler’deki Harp Dinçsoy İlköğretim Okulu’na kaydoldu ve 5. sınıfı burada okudu. Ortaokula o zamanki adıyla Esenler Lisesi’nde başladı ve liseyi de burada okuyarak şimdiki adıyla Bakırköy İbrahim Turhan Lisesi’nden 1986’da mezun oldu. 1989 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü’ne girdi. Metin Göktepe üniversitede öğrenci gençlik mücadelesinin aktif bir üyesi oldu. Öğrenci ve işçi hareketinin oldukça coşkulu olduğu bu dönemlerde, birçok kez gözaltına alındı.
1992 yılının Mart ayında işçi ve emekçi hareketinin gelişimine objektif tutacak bir derginin, Haberde ve Yorumda Gerçek dergisinin çıkacağını öğrenince orada çalışmaya başladı. Yayın hayatı boyunca Haberde ve Yorumda Gerçek Dergisi’nde muhabiri olarak çalışan Metin Göktepe, 7 Haziran 1995’te kurulan Evrensel gazetesinde yer aldı. Göktepe, İstanbul, Eyüp’te 8 Ocak 1996 günü takip ettiği haber sırasında polislerce gözaltına alındıktan sonra götürüldüğü kapalı spor salonu yakınında ölü bulundu.
Öldürülmesinden sorumlu polisler kamuoyunda “Rahşan affı” diye bilinen afla şartlı tahliyeden yararlanarak toplam 1 yıl 8 ay hapis cezası çekmişlerdi. Metin Göktepe gözaltında öldürülmüş gazeteciler içinde katilleri yargılanmış ilk gazetecidir.