Sadettin Tantan: Adnan Oktar'ın elindeki takip cihazları poliste bile yoktu
Türkiye, son bir haftadır Adnan Oktar örgütüne yapılan operasyonları konuşuyor. Eski İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, Adnan Oktar'ın elinde çok büyük bir şantaj arşivi olduğunu belirtiyor ve ekliyor: Benim kasetim var diye korkup susmayın. Savcılığa gidin
Türkiye, Adnan Hoca olarak bilinen Adnan Oktar örgütüne operasyonu konuşuyor: Bir yanda güzel kadınlar, yakışıklı erkekler, dudak uçuklatan bir servet, lüks içinde şaşalı bir hayat... Ve karşısında çocuk tacizinden casusluğa kadar uzanan akıl almaz iddialar! 1999’da örgüte yönelik ilk operasyonu başlatan eski İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’a göre ellerinde çok uzun yıllardır büyük bir arşiv var ve diyor ki: "Şantaj mekanizmasını işletiyorlar ve mal varlıklarını böylece büyütüyorlar. Yabancı istihbarat örgütleriyle çetrefil ilişkiler kurulmuş. Neslimiz büyük tehdit altında…" Tantan uluslararası sırlara ışık tutuyor...
İşte Sadettin Tantan'ın Hürriyet'ten İpek Özbey'le yaptığı röportaj...
Sayın Tantan; her şey bir yana, aklımıza gelen ilk soru şu: Adnan Hoca her türlü rezilliği gözümüzün önünde yaptı. Öyleyse operasyon için neden yıllarca beklendi? İddia edildiği gibi "Tarikatların hesaplaşması savaşa mı dönüştü"?
Adnan Hoca bir tarikat değil, dinle falan da ilgisi yok. “Neden 19 yıl beklediler” sorusuna takılmayın. Şu anda bu operasyonu yapan yetkililere destek vermemiz gerekir. Kamuoyu oluşturmamız lazım, halk bu operasyonu sahiplenmeli. Kimse siyaseten engellemesin diye sahip çıkmak gerekiyor. Çok zor bir operasyon. İçten, dıştan müdahale gelebilir.
Yakalanmasıyla çok insanın uykusu kaçmış mıdır?
Hiç şüpheniz olmasın. Türkiye’de teknolojiyi en iyi kullanan örgüt Adnan Hoca’nın örgütüdür. Teknik takiple siyaseti ve basını teslim alanlar bunlardır. Gazete sahiplerinden, yayın yönetmenlerine, milletvekillerine arşivledikleri çok kişi vardır. Teknik takipte kullandıkları teknoloji o zaman polisin elinde bile yoktu. Arşivledikleri milletvekilleri sonradan bana teşekküre geldiler. Ama bunlar arasında özür dileyecek misin diye önerge verenler de oldu.
1999'da ilk operasyonu düzenlediğiniz dönemde mi tanıdınız Adnan Oktar'ı?
Daha eskiye gidin. Adnan Hoca ismi kamuoyunda yeni yeni duyulmaya başladığı zaman bazı aileler “Çocuklarımızı kurtaramıyoruz” diye bana gelip gidiyorlardı. O zaman o çocuklar üniversitede okuyorlardı.
Göreviniz neydi o zaman?
Emniyetteydim ama etkin bir görevde değildim. O konuda etkin olan arkadaşlara bu konuyu iletiyordum. Polis bir takım çalışmalar yapıyordu ama sonuca gidemiyordu. Tam tarihi hatırlamıyorum ama çok aile bu durumdan mustaripti. Tabii o zaman bu kadar şöhretli bir Adnan Hoca yoktu.
Hatırlıyorum, o yıllarda buluşma noktaları Bebek’ti… Basına Bebek Camii’de kıldıkları namazlar yansırdı… Üniversite gençliğini avladıkları yıllardı o yıllar. Bu yapının geçmişten itibaren bütün çıplaklığıyla ortaya çıkması lazım.
Genç genç insanlar, şu anda gözaltındalar… Belki onlar da bir zamanlar Adnan Hoca’nın mağduru olmuş ve orada olmak zorunda hissetmiş olabilirler, değil mi?
ek tek incelemek lâzım. Genç bayanlar, erkekler oraya nasıl katıldı, kimler destek verdi? Basit bir magazin, bir kedicik olayı gibi bakmamak lazım. Türkiye’yi içeriden çökerten, iç ve dış odakların kullandığı bir yapıdan söz ediyoruz. Kurtulmak isteyip, kurtulamayan çok insan da olabilir.
Size şikâyete gelen aileler olduğunu söylediniz, kimdi o aileler, zengin ve nüfuzlu kişiler mi?
Zengin aileler de vardı, akademisyen, doktor gibi eğitimli, nüfuzlu aileler de… Üniversitede okuyan çocuklarını kurtaramadıkları için çok rahatsızdılar. O zaman polis şikâyetleri kabul ediyor ama yetki çerçevesinde bir şey yapamıyordu. Adnan Hoca, bir gün Atatürkçü oluyor, bir gün üç vakit namaz kılmak gibi absürt şeyler konuşuyordu. Belediye başkanlığı dönemimde İstanbul emniyeti bununla ilgili operasyonel bir çalışma yaptı, netice yine alınamadı. 1999'da bir gün Meclis genel kurulundan çıktığımda üç yakışıklı genç yanıma doğru geldi. Ceketini ilikleyip saygı duruşunda bulundular. Dikkatimi çekmişlerdi; kim olduklarını araştırdığımda Adnan hocacı olduklarını öğrendim.
Ne işleri vardı ki Meclis’te?
Sürekli oraya gelip milletvekilleriyle gece-gündüz beraber olduklarını öğrendim. Hemen emniyet genel müdürüne görevi tevdi ettik. O zaman DGM’ler vardı. DGM savcısı ve Emniyet Genel Müdürlüğü üç aylık sürede delilleri topladı. Dinleme ve izlemeler yapıldı, bir hayli bilgi, belge toplandı. Her şey büyük gizlilik içindeydi. Siyasi baskı olmasın diye de açığa çıkmasını engellemeye çalışıyorduk.
Siyaseten baskı altında mıydınız?
Bunlar içeri alındığında o gün parlamentodaki mensupların büyük bölümü bana gelerek ya da dolaylı yoldan ulaşarak, "bu çocukların iyi çocuklar olduğunu, bırakmak gerektiğini" tavsiye ettiler, biz reddettik. Süreç içerisinde hiç boş durmadılar. Gözaltında olmayanlar büyük mücadele verdiler. Kendilerinin haklı olduğunu ispat etmek için kapısını çalmadıkları şanlı hukukçu bırakmadılar. Bir sürü hukukçudan rapor aldılar. Hatta yurt dışındaki hukukçulardan da raporlar alıp, bunları bir de kitap haline getirdiler. Yurt dışındaki diplomasiye gittiler. Batı’daki yetkililer bize yazdığı raporlarda, bunların Avrupa standartlarının üzerinde raporlar olduğunu ifade edip, hazırlayanların kim olduğunu sordu. O kadar iyi hazırlanmış raporlardı.
Bu gücü nereden alıyorlardı?
ki-üç lisan bilen, son derece eğitimli ve nitelikliydiler… Adnan Hoca'nın tutsağıydılar, hepsi inanmıştı. Hazırladıkları kitabı bedava dağıttılar. Bizi de o süreç içerisinde İstanbul’daki cumhuriyet savcılarına şikâyet ettiler. Biz tabii mahkemelere gittik, ifade verdik. Bizi bıktırmaya, itibarsızlaştırmaya çalıştılar. Bu mücadeleyi hiç bırakmadılar. Bugün gelinen noktada, bu çalışmayı başlatan savcılığı, emniyet müdürlüğünü, uzmanları tebrik etmek istiyorum. Onları desteklememiz gerekiyor.
Bakanlığınız döneminde çok ihbar geliyor muydu?
O dönemde kamuoyuna da yansıyan birçok operasyon yapıldı. O operasyonların hepsi projeli çalışmaya, araştırmaya dayalıydı. Sonuçta birçok şey ortaya çıktı. Türk bürokrasisini, siyasetinin kirliliğini ortaya çıkaran operasyonlar olmuştu. O dönemde çok destekleyen de vardı ama çok eleştiren de olmuştu.
Eleştirenler kimdi?
Bugün kahraman gibi ortada gezenler vardı. İsim vermek istemiyorum. Gazeteciler, siyasetçiler, bürokratlar, milletvekilleri…
İki dil bilen, iyi yetişmiş, eğitimli, varlıklı ailelere sahip gençler… Peki niçin Adnan Hoca gibi birinin kölesi olmayı seçiyorlardı?
Asıl araştırılması gereken bu. Vaktimiz olmadı. Mesela Hizbullah terör örgütü insanları evlerin bahçesine gömdüğünde, o konudaki tüm yetkin insanları toplayarak araştırma başlatmıştık. Bu insanlar nasıl oluyor da amcasını, dayısını, babasını yargılıyor, bilgisayar ortamında arşivliyor ve gömüyordu? Bunu yapmıştık. Bizim vaktimiz olmadı ama şimdi Adnan Hoca konusunda da aynı çalışmayı yapmak gerekiyor. Bu insanlar neye kanıyor? Acaba geçmişten kaynaklanan muhafazakâr bir yapıdan dolayı bir takım zafiyetlerini Adnan Hoca’nın sunduğu yakışıklı erkekler ve güzel kızlarda mı kullanıyorlar? Bu şekilde insanların kaydedilmesi, arşivlenmesi sayesinde büyüyen bir şantaj ağı çalıştırıyorlar. Böyle bir ağ iç ve dış odaklar tarafından desteklenmeden oluşamaz.
İşte asıl konuya geldik…
Akla gelen ilk soru şu olmalı: Devletin temel alt yapısı yıllardır neden yaygın haber alma ağlarını halkının bilinçlenmesi üzerinden milli kimlikle buluşturamadı? Kim engelledi, niçin engellemek istendi? Bütün bu silahlı ve silahsız örgütler yıllarca Türkiye’yi, Türk halkını, siyaseti tehdit ederken, Türkiye’nin gücü bunu bir anda ortadan kaldırmaya yetecekken neden yapılamadı? Bakın, bugün PKK-PYD-YPG’yi kim destekliyor? NATO Müttefiki Amerika başta olmak üzere, İngiltere, Almanya, İsrail’in desteklediğini biliyoruz. PKK-PYD’yi, FETÖ’yü kim kullanıyorsa Adnan Hoca’yı da bundan ayrı düşünmeyin. Harun Yahya ismiyle yazdığı kitaplar son derece üst kalitede kâğıtlara basılıyor, başka dillere tercüme edilip, bedava dağıtılıyor. Korkunç bir bilgi ve enformasyon savaşı değil mi? Bunlara para yetebilir mi? Bunları size yurt dışında dağıttırırlar mı?
FETÖ ve Adnan Oktar’ın kullandıkları taktiklerde benzerlikler var mı?
Tabii ki var. Teknolojiyi depoluyorlar, yeri ve zamanı geldiğinde kullanıma sokabiliyorlar. Siyasetin kilit noktalarına, iş çevrelerine ve medyaya hissettirmeden çok iyi nüfuz edebiliyorlar. Fethullah Gülen hareketi çok daha farklı, her alanda nitelikli eleman yetiştirerek ülke yönetimini teslim alacaktı, gençler öyle kirletildi, kimliksizleştirildi. “Sizler altın nesilsiniz, ülkeyi sizler yöneteceksiniz” diyerek bu gençlerin zihinlerine girildi. Kendi ailelerinden, ülkesinden, yurttaş kimliğinden uzaklaştırılıp tek kişinin emrine verildiler.
Adnan Hoca da “inşallah maşallah” sözlerini dilinden düşürmedi. Ancak yaptıkları, televizyon programlarındaki tavrı dini olmaktan çok uzaktı…
O dini kirletiyor. Yıllar içerisinde Adnan Hoca hareketine baktığınızda dönüşümler var. Son olarak televizyonda yaptıkları ne Türk, ne inanç kimliğine uyuyor. Tamamen yozlaşmış bir şey. Harun Yahya kitaplarına bakın: İsrail’in küresel gücünü kabul edilebilir olarak takdim ediyor, bu gücün önünde durulmaz mesajı veriyor.
FETÖ’ye baktığımızda yargının, polisin içine sızdıklarını görüyoruz. Bunlar da sızdı mı?
Bunların bulaşmadığı yer yok. Sızmamış olsa bile; insanlar “Bana da bulaşır” diye korkuyorlar.
1999'daki gözaltından nasıl kurtuldular?
Zamanaşımına uğradı. Biz yargılandık. Ben neden yargılanıyorum? Bana çok ulaşmaya çalıştılar, niyetlerini bildiğim için uzak tuttum. Çevremde çok yakınlarıma da sızmaya çalıştılar. Profesör Sulhi Dönmezer başkanlığında Prof. Feridun Yenisey, Ümit Kocasakal; polis ve jandarmadan oluşan gruplarla şehir şehir gezip sempozyumlar yapıyordu. Ülkenin hukuk zeminine oturtulması, suçların önlenmesi konusunda kafa yoruluyordu. Bütün bu çalışmalarda bunlarla mücadele de ortaya konuyordu. Hukuk sisteminde eksiklikler vardı. O zaman bunlar Sulhi Dönmezer’e de gittiler. Kabul etmedi hoca.
Operasyonun üstünden 19 yıl geçti. Bugünkü güçleri ne kadar?
Çok. Acayip bir ekonomik ve teknik güce ulaştılar. Diyanet İşleri Teşkilatı’nı dahi tehdit edecek gücü buldular kendilerinde. Burada Diyanet’e çok iş düşüyor. İnsanların ihtiyacı olan inanç değerlerini köşe başında ne idüğü belirsiz hoca bozuntularına bırakmamalı. Burada kesin tavır koyması gerekiyor. Yoksa ortamı geleneksel Türk İslâmı’nın dışındaki dayatmalara açık hale getirirsiniz. Baktığınız zaman bu gibi yapılar sadece Türkiye’de yok. Mesela Hindistan’da Ahmedilik bir İngiliz istihbaratı yapılanmasıdır. Keza Hizbul-Tahrir de öyle. Boko Haram’da da benzer bir durum görürsünüz. Bunlar, istihbarat örgütlerinin güdümündedir. Ülkeler bunlar üzerinden istikrarsız hale getirilir, çatışma ortamı yaratılır ve aynı inanç içerisinde insanlar birbirine düşman kılınır. Irak ve Suriye laboratuvarında bunu görürsünüz. Türkiye’nin de aynı tehlike ve tehdit altında olduğunu söyleyebiliriz. Bu örgütlerin bir an evvel önünün alınması gerekiyor.
Uluslararası ağın bir parçası olduğunu söylüyorsunuz. Onu Kedicikleriyle izlerken meczup gibi görüyor, hatta mizahını yaptığımız bile oluyor. Aslında ciddiye almamız gereken bir tehdit var karşımızda…
Kesinlikle. Magazinleştirmemek gerekiyor bu meseleyi… Bizim neslimizi yok ediyor. Genç kızlarımızı, erkeklerimizi kolay para kazanmaya sevk ediyor, kirletiyor. Türk kimliği yok ediliyor. Milli Mücadeleyle kazandığımız özgürlük ve bağımsızlığımızı elimizden almaya çalışıyorlar.
1999'da, müritlerinden Oktar Babuna "kansere çare buldum" diye ortaya atıldı. 160 bin ünite kan toplandı ve ABD'ye gönderildi, akıbeti bilinmiyor. “Gen haritamızı çıkartıyorlar” diye isyan eden dönemin Sağlık Bakanı Osman Durmuş adeta linç edildi... Başlı başına bir casusluk olayı mıydı?
Evet, Osman Bey büyük bir mücadele verdi bu konuda. Ülkeleri teslim almak için sadece zihinsel devşirmeye ihtiyaç yok. Genetik olarak devşirmeye de ihtiyaç var. Büyük şirketler sizin genlerinizle oynayarak, yiyeceklerinizi ona göre üretiyorlar. Sizi birer onlara bağlı birer köle haline getiriyorlar.
Devlet sırlarını İsrail’e verdiği iddia ediliyor…
Savcılık bunun nasıl olduğunu ortaya çıkaracaktır. Adnan Hoca’nın İsrailli yetkililerle ilgili çekilmiş birçok fotoğrafı var.
FETÖ ile de bir temasının olduğunu düşünüyor musunuz?
Belli istihbarat teşkilatlarının belli insanları kirleterek kendilerine hizmet etmesi bakımından ortak çalışılmış olabilir, net bir bilgim yok.
Dudak uçuklatan bir para trafiğinden ve servetten söz ediliyor. Evinin konforu bir yana, evden çıkan tarihi eserlere insan inanamıyor. Değirmenin suyu nereden geliyor?
Korkunç bir kaynak var. Yıllarca siyaseti tehdit ederek aldıkları işler savcılık soruşturmasının ardından ortaya çıkabilir. Yurt içi ve yurt dışında nerelerden iş, ihale almışlar? Hepsi ortaya çıkacaktır.