Sinema salonları ve yapımcılar arasında başlayan tartışmada sular bir türlü durulmuyor. Yeni çıkartılan yasa ile sorunlar büyük ölçüde çözülmüş gibi görünse de göz önündeki isimlerle ilgili söylenenler bitmiyor. Bu konudan en çok etkilenense Cem Yılmaz olmuş gibi görünüyor. İşte Cem Yılmaz'ın konuyla ilgili Molatik'e yaptığı samimi açıklamalar...
Cem Yılmaz ile sinema salonu zincirlerinin sert argümanlarla dolu tartışması gittikçe alevleniyor. Tartışmanın tam ortasında yer alan ve esas aktörü olan izleyicilerin tavrı ise, endüstrinin gidişatını belirleyecek. Bundan sonra olabilecekleri, sinema sektörünü ve filmlerini Cem Yılmaz'a Molatik sordu, Cem Yılmaz da samimi cevaplar verdi. İşte ses getirecek o röportaj….
'BEN ZURNANIN SON DELİĞİYİM, BİR UNVANIM YOK!'
- Mars Grubu Kurumsal İlişkiler Direktörü Aslı Irmak Acar, “Cem Yılmaz olmazsa başka Cem Yılmazlar çıkar, onlar film çekmezse çekeni bulacağız” dedi. Buna ne diyorsunuz?
- O tartışma sırasında en çok asabımı bozan şey, kendimi aşırı önemsiyor gibi bir görüntü sergilemekti. Aslında tam tersineydi. Buna tamamen karşı bir insan olarak, hele öznesi ben olunca, iyice karşı oluyorum. Benim kadar komik olması birinin olması hoşuma gider doğrusu. Eğlenceli, benimle ortak hobileri olan, ortak zevkleri olan birinin, hatta milyonlarca insanın olmasını çok isterim. Sana espri yapıldığında, senin de espriyle cevap verme gibi bir eğilimin olması lazım. Ben bir sözün espri olup olmadığını anlama yeteneğim olduğunu düşünüyorum. Uzun zamandır bu işteyim. Dolayısıyla bir espri olduğu zaman espriyle cevap verebilirim ama bu sözün bir espri olmadığı çok açık. Kabalık ve nezaketsizlik hiç hoşlanmadığım bir şeydir. Ben özel hayatımda, sahnede olduğum gibi değilim ki. Bir kere bana özel hayatımda para ödenmiyor. Sahnede para ödeniyor, bir beklenti var, bir gösteri alanı orası... Ama hayat öyle değil. Kabalığa maruz kalan insanların tepkisi neyse, ben de onu gösteriyorum.
'EMEK KUTSAL İSE, HERKESİN EMEĞİ KUTSAL'
- Birkaç farklı yapımcının tepki gösterdiği ve bütün yapımcıları, bütün izleyicileri ilgilendiren bir konuyla ilgili tek bir kişiye odaklanan cevaplar verildi sanki. Sıkıntı da orada...
- O işin magazin tarafı. Ben bu mevzuda kaba bir şey söyleyeceğim: Ben zurnanın son deliğiyim, bir unvanım yok. Sinemadan bahsedilirken emekçilerden, yapımcılardan, patronlardan bahsedilir. Ben bu klasmanlardan hiçbirine net bir şekilde oturmadığım için ve magazinel tarafta "Patron ve tuzu kurular... Tuzu kurular ve purosu" bölümüne daha yakın görüldüğüm için, çok kolay dayak yediğim bir yer oluyor. Ben işin patronuyum evet ama patronların konuştuğu, 'yapımcılar' denilen şey, zihnimizde canlandırdığımız gibi, elinde purolu, viskili "Türk sinemasına ne yapacağız bakalım?" diyen insanlar değil ki. Eline mürekkep bulaşmış, çalışan, yazan, çizen insanlar da var aralarında. Ben sette yerlerde sürünüyorum. Sektörde bir dertleri olan emekçiler var, bir de tuzu kuru patronlar var gibi bir tablo çizilmesi hoşuma gitmedi. Emek kutsal ise, herkesin emeği kutsal. Ayrımcılık yapmanın alemi yok. Ben başkasının derdi için dertlenebilen bir insanım. Bir şeyin mücadelesi verilecekse, gücümü kutsallaştırmam. Biz eninde sonunda filmimiz izlensin istiyoruz. Bunun için ne gerekiyorsa yapmak ya da şartları zorlanmamak gerekiyor. "Benim filmimin izlenmesi için diğerlerinin izlenmemesi gerekiyor" duygusuna kapılmamak lazım. Recep İvedik'in görüntü yönetmeni ile Bir Zamanlar Anadolu'da'nın görüntü yönetmeni aynı kişi. Değil belki ama Celal ile Ceren diyelim... Bunlar aynı kişiler. Bunu bilmiyormuş gibi yapmak anlamlı değil. Ama bir ürünün muhattabının, yapılma amacının, diğerinden başka olması, başka bir şey. Bir filmin diğerinden kutsal olması başka bir şey. Dünya adaletli değil, her zaman böyle. Ama düşman bellemenin alemi yok. Bu neye benziyor biliyor musun? Benim bir sebeple Vin Diesel'e kızmam gibi bir şeye... Evde oturup devamlı Vin Diesel'i düşünmem gibi bir şeye... Yalnızca arabalar gaza basıyor ve milyar dolarlar kazanılıyor. Ne ki bu? Anlamlı değil ki. Vin Diesel ile o filmi izlemek isteyenler arasındaki bir konudur bu. Bu o filmin kolay olduğu, nefret uyandıracak bir şey olduğu anlamına gelmez.
'FİLMİMİ ALIR, ÇADIR TİYATROLARINDA BÜTÜN ANADOLU'YU GEZEBİLİRİM'
- Bir filmin üretim süreçleri aşağı yukarı aynıdır muhtemelen...
- Aşağı yukarı aynı değil. Bazı ticari filmlerin lehine bir taraf var. Herkesin hakkını hukukunu alması, daha iyi para kazanması gibi... Mesela bu istenmeyen bir şey mi? Bütün arkadaşlarıma ve seyirciye sorduğum bu. Filmler para kazanmazsa, nasıl daha iyi filmler üretilmesini bekleyebiliriz? Ama bu sorunun cevabı şöyle oluyor: "Cem abi gene götürdün!" Cem abi bir kişi, ben götürsem ne olur götürmesem ne olur? Seyirci hatırı sayılır bir para ödüyor sinema biletine. Ben Twitter'a kızgınlıkla yazdım ama doğru bir fikirdi: Var mısın bileti şu kadar yapmaya? Bu dürüst bir şey. Çünkü ben seyircinin fedakarlık yaptığını düşünüyorum. Evinden kalkıp filmime gidip bilet alıyor. Benimle olan ilişkisi böyle. Bu insanı arada başka bir mekanizma sömürdüğü zaman rahatsız oluyorum. Sinema bambaşka bir işletme. Ben bambaşka bir yapıyım. Ben küçük odamda, evimde yazarken 'sanat' yaptığımı düşünüyorum ama iş birden ekonomiye dönüyor... Bunlar işin gidişatı ama o gidişatta bir tuhaflık olduğunu sezersem filmimi alır çadır tiyatrolarında bütün Anadolu'yu gezebilirim. Ben duygusal bir insanım. Ama mekanizma öyle değil ki... Bazıları diyor ki, "Bizim filmlerimiz salonlara girmezken sen neredeydin?" Yahu neredeydin olur mu, setteydim, ne demek neredeydin? Laptopun başındaydım, film yazıyordum. Bana sorulacak soru mu bu?
'ÇOK KIRICI ŞEYLER SÖYLÜYORLAR'
- Sürekli bir misyon yükleme çabası var sanki değil mi?
- Ben bunu şahsi almıyorum. Bunun adı, delegasyon. Bizim insanımızda böyle bir şey var: Bir şeyle ilgili birisini delege etmek. "Çabuk git hayvanlar için küçük kap su koy", "Sen de vejetaryenlere bir şey yap" gibi... Ne ki bu? Böyle bir şey olabilir mi? Kötü adamın kim olduğunu iyi tespit etmek lazım. Kötü adam, soyut bir şey bu operasyonda. Atıyorum ekonomi bakanlığında, maliye bakanlığında, kültür bakanlığında bir kurum muyum ben? Bu olaylar olurken bu kurumlardan hiçbiri fark etmiyor ve bir komedyen kapının aralığından diyor ki, "Beyler buldum, tekelleşme oldu" filan... Bu benim vazifem mi? Bu işin komik, acıklı tarafı. Niye insanlar sektörden, bir diğer yanda dirsek çürüten arkadaşını, bir diğer sette iyi bir şey yapmaya niyetlenmiş bir sinemacıyı kendinden farklı görüyor? Kendini niye kutsuyor? "Biliyor musunuz ben ödül törenlerine hırkayla gidiyorum, dolayısıyla ondan daha iyi bir sinemacıyım" mı? Adı bu mu bu işin? Böyle değil. Doğru değil bu. Çok kırıcı şeyler söylüyorlar. "Onlarla el ele yürürken..." filan. Kiminle, ne el elesi? Ben tek başına bir adamım. Bak A4 kağıdı. Bunu alıyorsun, yazıyorsun, 'Karakomik Filmler' diyorsun, başlıyorsun yazmaya. Öbür arkadaşına diyorsun ki, "Sen bu filmin görüntü yönetmeni olur musun?" "Olmam, çünkü hırkan yok!" filan demiyor ki, "Gel beraber güzel bir şey yapalım" diyor.
'SAYGI DURUŞU' VE 'GÖNDERME' LAFINA SİNİR OLUYORUM'
- Sinema sektörü bu kadar değişirken, sizde nasıl değişimler oldu?
'Karakomik Filmler' için kalemi elime aldığımda hikayelerin çoğu en az 15 yaşındaydı. Yani olgunlaşmıştı. "Ben bunları 60 dakikada anlatmak istiyorum" dediğim evre, bundan 2-3 sene öncedir. Bu istek beni başka türlü, daha rafine bir yazma, sarkmadan ve hızlı anlatabilme gibi bir antrenmana itti. Mesela GORA 156 sayfalık, hantal bir senaryodur. Dünyada hiç kimse 100 sayfadan fazla bir komedi filmi senaryosunu okumaz. Amerika'daki bir yapımcıya 156 sayfa komedi filmi götürdüğünüz zaman "Hadi canım sen bu işi bilmiyorsun!" der. Doğru, amatör bir şey bu. Çünkü her şey boca edildi. "Arif şuraya gitsin, buraya gitsin, şu Matrix'teki sahneyi koyalım" filan gibi esprilerle bezeli bir şeydi. AROG ve Yahşi Batı da uzun filmlerdir. Bir de herkesin "Yıldık" dediği, halbuki benim daha fazla yıldığım, "Göndermeler varmış" diye bir laf var. 'Saygı duruşu' ve 'gönderme' lafına sinir oluyorum. Hayır kardeşim benim hikayem böyle, anlatmak istediğim şey bu!
- Milliyet Mimarlık Dergisi’nin 46. Sayısı Bu Pazar Bayilerde!
- Kapadokya’nın yeryüzü ve yer altı hikâyesi Milliyet Arkeoloji'de
- Sanat Sohbetleri’nin ilki Çanakkale Bienali’nde yapıldı
- ‘Çocuklar için kurduğumuz kitap kulübünde her hafta farklı yazarları ağırlıyoruz’
- Milliyet Mimarlık Dergisi’nin 45. sayısı bu pazar bayilerde!