‘Vejetaryen’ ile tüm dünyada tanınan Han Kang yeni romanı ‘Çocuk Geliyor’da 1980’de ülkesi Güney Kore’de yaşanan bir ayaklanmada ölenlerin anısına bir ağıt yakıyor adeta.
Göksel Türközü’nün çevirisiyle April Yayıncılık’tan çıkan “Çocuk Geliyor”, 1980’de Güney Kore’de yaşanan ve Gwangju Ayaklanması sırasında devletin öldürdüğü sayısı bilinmeyen insanın ardından bir ağıt.
Han Kang’ın sizi ele geçirdiği romanı, 15 yaşındaki Donğho’nun anlatısıyla başlıyor.
Çocuk yalnızca bir çocuk. Orada tanıştığı ablalara yardım eden, artık yavaş yavaş kokmaya başlayan, askerler tarafından ateş açılınca ölen gençlerin bedenlerini yan yana dizip yanlarında mumlar yakan, mavi eşofmanlı bir çocuk.
Romanı ayıran sekiz bölümde, sekiz farklı insanın hayatından yansımasını okuyoruz sırayla. 40 yıl sonra, hiç dinmeyen acıları.
Çocuğun arkadaşının havada asılı kalan ruhu, sansürle boğulan bir editör, işkence hatıralarından kaçan bir kadın, eski bir mahkum, bir anne ve yazar.
Son yıla, günümüze geldiğimizde ise kendisi konuşuyor. Öğreniyoruz ki, anlattığı küçük çocuğun evi, bir tesadüf sonucu çocukluğu o evde geçmiş. Annelerin babaların fısıldaşmalarını hatırladığı günlerin izini sürüyor, fotoğraflara bakıyor, çocuğun abisiyle görüşüyor.
Kelimelerin her biri ağır
Han Kang’ın güçlü anlatımını “Vejetaryen” sayesinde biliyoruz fakat “Çocuk Geliyor”, gerçekten aklınızdan çıkmıyor. Başka bir yere bakmaya çalışıp yine de kendinizi tutamayıp baktığınız bir görüntü gibi. Zaten onların birinci ağzından yazdığı için, siz de orada, onlarla beraber kamyonlara atılan ölülerin, işkence gören çocukların, çıplak bir halde yerlerde sürüklenen kadınlar oluyorsunuz okurken. Kelimelerinin her biri ağır, cümleleri değil, kelimeleri. İnsanın aklından çıkmayan cümleler kalıyor romandan.
“Sen öldükten sonra cenaze töreni yapamam, benim hayatım cenaze töreni oldu.”
Evrensel bir dile dönüşüyor
Devlet şiddetinin her bir insanı mecazen ve fiilen yaraladığı, öldürdüğü günleri farklı açılardan anlatırken, yine insanı, insan ruhunu otopsi masasına yatırıyor. ,
“Otoriteyi sağlamak için generaller isyan çıkarttı. Sen de gördün ya hani. Askerler güpegündüz insanları dövüp bıçakladılar, bu da yetmezmiş gibi üzerlerine ateş ettiler. Öyle yapın diye onlar emir verdi. O insanlara nasıl devlet diyebiliriz?”
Türkiyeli bir okur olarak, bunu okuduğunuzda, memleketin kötü anıları da karşınıza dikiliyor. Belki de bu yüzden, Han Kang’ın anlatısınının küresel bir dile dönüşmesi.
Han Kang, resmi şiddeti, insanları yargılarken sizi de mahkemeye ortak ediyor. Soruyor: “İnsanoğlu özünde acımasız bir varlık mıdır? Bizler sadece evrensel tecrübeleri mi yaşıyoruz?"
Sinem DÖNMEZ/ snmdnmz@gmail.com
- Milliyet Mimarlık Dergisi’nin 46. Sayısı Bu Pazar Bayilerde!
- Kapadokya’nın yeryüzü ve yer altı hikâyesi Milliyet Arkeoloji'de
- Sanat Sohbetleri’nin ilki Çanakkale Bienali’nde yapıldı
- ‘Çocuklar için kurduğumuz kitap kulübünde her hafta farklı yazarları ağırlıyoruz’
- Milliyet Mimarlık Dergisi’nin 45. sayısı bu pazar bayilerde!