Yazılı kaynaklara göre Türk Sineması, İstanbul’un Yeşilköy semtine Ruslar tarafından yapılan Ayastefanos Anıtı’nın yıkılışının filme alınmasıyla başlar. 1876-1877 yılları arasındaki Osmanlı-Rus Savaşı’nda yenilgiye uğrayan Osmanlı Devleti, Rusların talebini yerine getirmek zorunda kalacak ve Ayastefanos Anıtı’nın yapımı için Ruslara boyun eğecektir. Savaşta hayatını kaybeden Rus askerleri için yapılan bu anıt, Ruslar için zafer, Osmanlı için ise bir utanç abidesi olarak tarihteki yerini çoktan almıştır bile.
1914 yılına gelindiğinde Osmanlı İmparatorluğu’nun İhtilaf Devletleri’ne resmen savaş ilan etmesi, İmparatorluğun kaderi kadar, Türk Sineması’nın da kaderini belirler. Osmanlı Devleti’nin planları içinde bu utanç abidesinin yıkılması en önemli maddelerden biridir. Hatta bu plan çok evvelden yapıldığı için, müttefik devletler olan Avusturya ve Macaristan ile anlaşmaya varılarak Ayastefaos Anıtı’nın yıkılışının filme alınıp, sinemalarda gösterilmesine karar verilir.
Milli bir dava haline gelen Ayastefanos Anıtı’nın yıkılışı filme çekilmesine çekilecektir ama bunu yabancılara çektirmek istemezler. Bu filmi ne olursa olsun bir Türk çekmelidir. Ulusal duygular ve milli hassasiyetler yabancı devletlerle yapılan bu anlaşmanın da iptal edilmesine neden olacaktır.
İlk Türk sinemacısı Fuat Uzkınay
Yapılan araştırmalar sonucunda, daha önce sinema işlerinde çalışmış, orduda görev yapan Fuat adında genç bir subay bulunur. Sonraları Uzkınay soyadını alacak olan bu genç, bu tarihi olayı kaydederek, ilk sinemacımız olarak tarihe geçer.
Türk Sinema tarihinin başlangıcı olarak kabul edilen Ayastefanos Anıtı’nın Yıkılışı adlı bu filme dair herhangi bir görüntü bulunamamıştır. Kimi kaynaklar böyle bir filmin asla çekilmediğini iddia etse de, o günün gazetelerinde çıkan haberler bu filmin sinema salonlarında gösterildiğine dair bilgiler verilmektedir.
Bu filme tanıklık eden Yeşilköy, Türk Sinema tarihinin ilk film mekanı olarak kayıtlara geçer. Eski adı Aystefanos olan Yeşilköy, daha sonraları Yeşilçam’ın en önemli platolarından biri haline gelecek ve sayısız filme ev sahipliği yapacaktır.
Ayastefanos Anlaşması’nın imzalandığı Yeşilköy’de bulunan tarihi Simenoğlu Köşkü ise, kaderin bir cilvesi midir bilinmez ama Yeşilçam’ın birçok sevilen filminde mekan olarak kullanılacaktır. Tosun Paşa, Süt Kardeşler, Şabanoğlu Şaban, Sevgili Dayım, Gol Kralı, Cafer’in Çilesi, Ortadirek Şaban, Cici
Kız adlı filmler bu tarihi köşkün sevilen misafirleridir.
Muhsin Ertuğrul
Türk Tiyatrosu ve Türk Sineması’nın duayenlerinden. 1922-1939 yılları arasında Türk Sinemasın’nda Tiyatrocular Dönemi’ni başlatan Muhsin Ertuğrul, bu tarihler arasında film yapan tek yönetmendir. Rejisör olarak ilk filmini 1919 yılında Almanya’nın Berlin şehrinde çeker Muhsin Ertuğrul… “Samson” adlı bu film Trükiye’de ise “Izdırap” adıyla gösterime girer. Bu filmi sırasıyla “Kara Lale Bayramı” ve “Şeytana Tapanlar” isimli filmler izler. Almanya serüvenini bu 3 filmle sonlandıran Muhsin Ertuğrul Türkiye’ye döner ve “İstanbul’da Bir Facia-ı Aşk” adlı filmle 17 yıl sürecek olan yeni bir serüvene başlamış olur.
İstanbul
100 yılı aşmış bir tarihi olan Türk Sineması’nda İstanbul başroldedir artık. Muhteşem güzelliği, tarihi kokusu, binlerce yıllık yaşanmışlığı, kültürel zenginliği ile her yönetmenin vazgeçilmezi olur bu güzel şehir… Her semtte ayrı bir hikaye, farklı bir geçmiş yatar. Kamera nereye dönerse dönsün ayrı bir güzellik yansır sihirli perdeye. Kullanılan mekan kimi zaman bir köşk, kimi zaman ise bir gecekondudur. Her dili konuşabilmekte ve anlatabilmektedir İstanbul. Her role bürünür. Kimi zaman bir beyefendi olur, kimi zaman ise bir taşralı. Kah huzur verir kah hüzün… Rolünün hakkının fazlasıyla verir her seferinde.
Türk Sineması’na İstanbul’dan bakmak, seyrine doyulmaz bir tat bırakır. Kirlenmiş ruhlarımız pırıl pırıl suyla yıkanır adeta. Başkenti gibidir Türk Sineması’nın… Kıskanılan şehirdir. Uğruna şiirler yazılan İstanbul Türk Sineması’nın şairidir artık. Filmlerin dizeleri onun dilinden dökülür beyaz perdeye.
Farklı bir soluk arar Muhsin Ertuğrul… Bir köy hikayesi anlatmak ister bu kez daha evvel çektiği filmlerin aksine… Filmin adı “Aysel Bataklı Damın Kızı’dır. 1934 yılında çekilen bu film, Türk Sinema tarihinin ilk köy filmi olarak kayıtlara geçer.
Filmin çekimleri için kullanılan mekan ise bu kez İstanbul dışıdır. Bursa’nın Nilüfer ilçesine bağlı Çalı Köyü bu güzel filme ev sahipliği yapacaktır. Hasan Cemil Çambeli tarafından, ünlü İsveçli yazar Selma Lagerlöf’ün “Tösen Fran Stromyrtorpet” adlı kitabından yapılan çeviri, Nazım Hikmet tarafından senaryolaştırılarak beyaz perdeye uyarlanmıştır.
İlk kadın yıldızımız olan Cahide Sonku başroldedir. Diğer başrol oyuncusu ise Talat Artemel’dir. Hatta usta oyuncularımızdan Ergun Köknar ilk defa bu filmle kundakdaki bebek rolüyle çıkar karşımıza.
Zamanın şartlarına rağmen kullanılan çekim teknikleri, ne kadar başarılı olunduğunun bir göstergesidir. Varlığını hala köy olarak sürdüren Çalı Köyü, değişime uğrasa da filmde kullanılan bu ev dikkatlerden kaçmaz. Aradan geçen 86 yıla rağmen hala aynı güzelliğiyle duruyor. Sinemacılar dönemi olarak adlandırılan 1950-1960 yılları arasına gelindiğinde, farklı yönetmenlerin kadrajından çıkanlar yansır bu kez beyaz perdeye.
Ömer L.Akad, Atıf Yılmaz, Metin Erksan, Memduh Ün, Osman F.Seden Bu yönetmenlerle birlikte kamera artık sokağa çıkar ve hareketlenir. Ömer L.Akad’ın yönettiği “Kanun Namına” ve Atıf Yılmaz’ın yönettiği “İki Kafadar Deliler Pansiyonunda” adlı filmler hareketli İstanbul görüntülerinin kullanıldığı ilk filmler olarak buluşur seyirciyle. Yapım yılı 1952 olan bu filmlerle bütün yaşanmışlıkları anlatır bizlere İstanbul...
Yönetmenlerin İstanbul sevdası, yapımcıların şirketlerini bu güzel şehirde açmalarına neden olacaktır. İşte bu dönemde kullanılan şirketlerin adresi Beyoğlu’nda bulunan Yeşilçam Sokak’tır. Türk Sineması bu nedenle Yeşilçam olarak anılmaya başlar.
Doğan Güneş
- Kapadokya’nın yeryüzü ve yer altı hikâyesi Milliyet Arkeoloji'de
- Sanat Sohbetleri’nin ilki Çanakkale Bienali’nde yapıldı
- ‘Çocuklar için kurduğumuz kitap kulübünde her hafta farklı yazarları ağırlıyoruz’
- Milliyet Mimarlık Dergisi’nin 45. sayısı bu pazar bayilerde!
- Mağaradaki 86 bin yıllık yaşam Milliyet Arkeoloji'de