Selçuk Yöntem: Birini etkilemek isterseniz asla başarılı olamazsınız, her şey beklemediğiniz anda olur
Duayen bir oyuncu. Zarafeti, en küçük yüz ifadesinden ses tonuna, oturup kalkmasına kadar her şeyine yansıyor. Bir süre öylece seyrediyorsunuz… İyi ve doğru yaşamak da bir sanatsa, Selçuk Yöntem bunu o kadar içselleştirmiş ki kendi hayat sahnesinde de uyguladığını görüyorsunuz. Şu sıra ‘Amadeus’ oyununda Mozart’ın dehasını deli gibi kıskanan Salieri karakterine hayat veriyor. Hem ‘Amadeus’u hem de hayatı konuştuk. Oya ÇINAR / oya.cinar@posta.com.tr
‘Amadeus’u izlerken perdenin açıldığı andan itibaren her detaya hayran oldum. Sadece görsel olarak bile dünya standartlarında bir oyun. Bu standartlara sahip oyunlar Türkiye’de neden az? Sadece bütçeyle mi ilgili?
Bunları duymak çok güzel, teşekkür ederiz. Bu tür oyunlar, Şehir Tiyatroları’nda, Devlet Tiyatroları’nda oynandı ama tabii ki ekonomik olarak ağır geldiği için herkes taşın altına elini koymuyor. Bunu gerçekleştirmek için yapımcısıyla, oyuncusuyla, her şeyiyle iyi bir buluşma gerekiyor. ‘Amadeus’ bu buluşmalardan biri. Siz böyle bir özen gösterdiğinizde seyirciden de aynı ilgiyi alıyorsunuz, biz bunu şu an yoğun olarak yaşıyoruz. İyi bir örnek teşkil ettiği için de bundan sonra herkes daha özenli olmaya çalışacaktır.
Oyunun başlarında sizin canlandırdığınız Salieri’nin bir cümlesinden çok etkilendim. Diyor ki: Size, 18. yüzyıl müzisyenlerinin, zenginlerin hizmetçisi olduğunu söyleyecekler. Bu hem doğru hem yanlış. Evet, biz onların hizmetçisiydik ama okumuş, bilgili uşaklardık ve onların sıradan yaşamlarını müziğimizle yüceltmeyi biliyorduk.” Katılıyor musunuz buna?
“Onların sıradan hayatlarını, onların aleladeliklerini sanatımızla yüceltiyorduk” diyor. O döneme bakınca katılıyorum, o dönem öyle bir müzik var ki… Her şeyden önce Mozart var, Salieri var. Müzik çok önemli bir gösterge ve prestij olarak görülüyor. Oyunda da geçiyor, öğlenleri yumuşamak için yaylı sazlar, akşamları gitar, savaşa gidileceği zaman trampet seçiliyor. Her şey müzikle ifade ediliyor. Dolayısıyla halk için büyük bir gösterge.
‘YÜKSEK SANAT’ DİYE BİR KAVRAMA İNANMIYORUM, SANAT BAŞLI BAŞINA YÜKSEK BİR DEĞERDİR
‘Yüksek sanat’ diye bir şey var mı sizce? Sanatın içinde böyle bir hiyerarşi var mı gerçekten?
‘Yüksek sanat’ diye bir kavrama ben inanmıyorum çünkü sanat zaten kendi içinde yüksek bir değerdir. Bütün plastik sanat dallarını içinde barındırır. Tiyatro da keza öyle. İyi resim sanattır ama ‘yüksek resim’ diye bir şey ortaya koyamayız. İyi resim, kötü resim olarak değerlendirebiliriz onu. Sanat kendi anlamı içinde zaten zengindir.
‘DÜNYA BİR OYUN SAHNESİDİR AMA HERKES AYNI ROLÜ OYNAYAMAZ’
Oyunda Salieri’yi deli eden aslında sadece çalışarak Mozart olunamayacağı gerçeği ama bir yandan da “Çalışarak her şey mümkün” anlayışı var…
Konservatuarda tiyatro bölümünü bitirmeniz ille de iyi bir oyuncu olacağınız anlamına gelmez. Herkes başrol oynarsa yan rolleri kim oynayacak? Dekorla ilgilenebilirsiniz, eğitmenliğe yönelebilirsiniz. Onun için evet; çok çalışsam ben bir Mozart olamam ama bir müzisyen olabilirim. Burada kişinin kendi yaşam organizasyonunda yaptığı kontrat, hayatı değerlendirmesi devreye giriyor. Çok çalışan çok insan biliyorum, iyi sanatçı oluyorlar ama çok çalışırsam en mükemmeli olurum diye bir şey yok. Shakespeare’in de dediği gibi; tüm dünya bir oyun sahnesidir, herkesin bir rolü var. Herkes aynı rolü oynayamaz.
İlker Canikligil, “Temel sanat eğitiminiz yoksa sanat hakkında pek konuşmasanız iyi olur” demişti. Katılan da oldu eleştiren de. Sıradan bir izleyicinin sizin oyununuzu beğenip beğenmemesi ne ifade eder?
Sanat eğitimi olmayan birinin sanat üzerine seminer vermesi olmaz, buna katılırım ama bir seyirci bir sanat eserini izlediğinde “Çok beğendim, çok etkilendim” diyorsa sanat görevini zaten yerine getirmiştir. Bunun altını illa ki terminolojik olarak süslü kelimelerle doldurmasını bekleyemeyiz.
Tüm oyun boyunca en çok Salieri’ye güldüm, en çok onu can kulağıyla dinledim. Sizce kim oynarsa oynasın aynı etki olur muydu?
Bunu ben böyle yorumladım çünkü sizin için dramatik olan şeyler izleyene komik gelebilir. Düşen bir insana genelde gülünür ama o anda o acı çekiyordur mesela. Salieri de kendi hayatını, Mozart’a olan kıskançlığını, yaptığı kumpası anlatırken siz izleyici olarak onun duygusunu algılayabiliyorsunuz. Ben orada sadece gerçeği yansıtmaya çalışıyorum; o yansıyandan siz bu duyguyu alıyorsanız ne mutlu.
‘AŞK-I MEMNU’NUN ETKİSİNİ HALA HİSSEDİYORUM
Duayen bir oyuncusunuz. Sayısız ödül aldınız ama televizyonun getirdiği popülerlik çok başka... O yüzden ‘Aşk-ı Memnu’ yu ve Adnan Ziyagil’i anmadan olmaz…
‘Aşk-ı Memnu’ hayatımın çok güzel geçen iki yılını karşılıyor. Oradaki kardeşlerim, arkadaşlarım, dostlarımla çok keyifli bir süreç yaşadık. O seyircinin beğenisini hala hissediyorum. Unutulmayacak bir dönemdi. Şimdi bile Avrupa’nın bazı ülkelerine gittiğim zaman insanların ilgisini görmek çok mutlu ediyor. O coşkuyu her zaman hissediyor ve yaşıyorum.
MUTLU DEĞİLİM, KAYGILIYIM AMA UMUDUMUZU YİTİRMEMELİYİZ
‘Amadeus’ dışında gündeminizde neler var?
Şu anda aklımı en çok yaşam meşgul ediyor tabii. Pandeminin getirdiği kaygılar, endişeler… Bu konuda toplumun tüm kesimi aynı noktada zaten. Ekonomik sorunlar, sağlık sorunları, gelecek endişesi… Bunları hepimiz yaşıyoruz.
“Ne olacak bu memleketin hali?” sorusunun sizdeki cevabı ne?
Her şeye rağmen olumlu bakmak istiyorum çünkü bu umudu yok ettiğimiz zaman yaşamdaki hayallerimizi, diriliğimizi yok etmiş oluruz. Demokrasilerde çareler tükenmez. Demokrasi çerçevesinde, seçimle her şey bir şekilde yoluna girecektir diye düşünüyorum. Ama “Şu anki durumdan mutlu musun?” derseniz tabii ki değilim, çok kaygılıyım.
TEKNOLOJİ BİZİ ÇOK DEJENERE EDİYOR, KEŞKE TWITTER VE INSTAGRAM OLMASA
Hani deniyor ya, “Aslında hep böyleydi ama şimdi sosyal medya sayesinde her şey daha görünür oldu” Bu görüşe katılıyor musunuz?
Hayır. Her şeyden önce insanların birbiriyle iletişimi daha disiplinliydi. Biz maalesef Twitter’ı, Instagram’ı, cep telefonunu olumlu kullanmadık. En basit anlamda, takdir görmek için bir araç olarak kullanıyoruz. Evet, trafikte giderken bu telefon çok şahane ama biz bu olumlu yanlarından ziyade, birbirimizi nasıl mutsuz ederiz eylemlerine çevirdik. Bu yüzden teknoloji olumlu yanlarının dışında bizi çok dejenere ediyor. Keşke Twitter, Instagram olmasa, telefonu sadece doğru iletişim için kullansak, iletişimi daha özenli bir hale getirebilsek… Ben bunlardan pek memnun değilim açıkçası.
BİRİNİ ETKİLEMEK İÇİN SESİMİ HİÇ KULLANMADIM
Ben de herkes gibi ses tonunuza bayılıyorum. Siz, sesinizin yarattığı etkinin hep farkında mıydınız? Mesela özel hayatınızda bunu hiç hissettiniz mi?
Hiçbir zaman değildim. En zor şey insanın kendi sesine alışmasıdır. Ben hala yeni yeni alışıyorum. Biz de konservatuarda sesini çok beğendiğimiz hocalara hayran olurduk. O noktalardan geçtik ama bir insanın kendi sesini beğenmesi çok zordur. Tabii ki dışarıdan reaksiyon geldiğinde bunu bir şekilde hissediyorsunuz. Zamanla kendinizi bir şey gibi hissetmeye başladığınız duygular beliriyor. (Gülüyor)
Birini etkilemek için özel olarak sesinizi hiç kullanmadınız mı?
Sahici olmaz ki… Karşınızdaki insan bunu anlar. Siz, kendi doğalınız içindeyken karşı taraf bunu fark ediyorsa güzel olan odur. Yoksa onu bilinçli olarak kullanmak karşı tarafa da itici gelir. Ben hiç aklımdan bile geçirmedim böyle bir şeyi.
Birini bir sebeple etkilemek istediğinde Selçuk Yöntem ne yapar?
Hiçbir şey yapmaz, yapamaz zaten. Ne yapacak? İyi insan olmak etkileyicidir. Birini etkilemek için çaba gösterdiğinizde asla başarılı olamazsınız. Kendi doğal halinizde onu gösterebiliyorsanız budur etkileyici olan çünkü zaten hayatta hiçbir şey beklediğiniz anda olmaz; beklemediğiniz anda olur. O da bir farkındalık halidir.
KADIN İSTEMEDİĞİ SÜRECE HİÇBİR ŞEY OLMAZ, ERKEK KENDİ BAŞINA HİÇBİR ŞEYİ HALLEDEMEZ
Siz sanki hep, ‘tavlayan değil de tavlanan adam’ olmuşsunuzdur diye düşünüyorum. Doğru bir tespit mi?
Olabilir (Gülüyor) çünkü gerçek şudur ki; erkekler bu konuda kendilerini başarılı zannederler ama değillerdir. Filmi bile yapıldı bunun ‘Kadın İsterse’ diye… Kadın istemediğinde, o etkileşim olmadan erkek kendi başına asla hiçbir şeyi halledemez.
Sizin aşk tarifinizi merak ediyorum…
Buna hep aynı cevabı veririm. Aşkın bin türlü tarifi var ama özünde kimse bulamamış. Aşk tarifsizliktir bence, aşk sadece yaşanır. Ama yaşandığında da çok güzel bir haldir. Her şeyin değişir, hayata yaklaşımın değişir ama sürekliliği olmayan bir haldir. Hayatta her şeyde olduğu gibi aşk da zamanla boyut değiştirir. Sevgi girer, saygı girer, aidiyet girer. Çok keyifli başka bir hal alır.
Kısa kısa…
Size kontrolünüzü ne kaybettirir?
Haksızlık, hak yemek ve yalan söylenmesi. Üç kağıtçılık normal bir yaşam biçimi gibi algılanmaya başlandı ama ben orada değilim, olamam da.
En öfkeli anınızda bile yelkenleri suya indirmenizi ne sağlayabilir?
Karşımdakinin ağlamasına dayanamam veya bir gülümseme bambaşka bir şey getirebilir.
Bugüne kadar başınıza gelen en iyi şey ne?
Ailem, kendi ailemden doğmam, dostlarım ve tüm bu duyguları bana veren mesleğim.
İyi bir erkek yalanı?
“Vallahi ben değildim.”
İyi bir kadın yalanı?
“Sana öyle geliyor.”
Hayat felsefenizi açıklayan bir cümle?
Sevgi. Birbirimizi sevdiğimiz ve saygı gösterdiğimiz sürece her şey çok doğru ve güzel ilerler.
Fotoğraflar: Can Erok
- Çankırı'nın meşhur kahvesi: Hititlerden kalma, yerin 150 metre altından çıkarılıyor: Astım hastalarına şifa oluyor...
- Son hasadı yapıldı, Türkiye'nin en kalitelisi seçildi! En güçlü antioksidan: Kalbe giden damarlarda yağ çözücü etkisi yaratıyor
- Ihlamurun içine katınca şifası 10 kat artıyor! Öksürük, hırıltı ve balgamı bıçak gibi kesiyor, boğaz ağrısını yok ediyor!
- 50 yıllık çaycı sırrını açıkladı! Tiryakiler denesin: Çayı yakmadan demliyor, tavşan kanı olmasını sağlıyor
- Saniyesinde etki ediyor! Şekeri düşürüp kolesterolü resmen sıfırlıyor, tıkalı damarları açan karışım, 1 bardak içmek yetiyor