Yüce Zerey: Güçlüymüş yalanını oynamak büyük travma, eziklik erdemdir
Yazar, akademisyen Yüce Zerey, “Çok sıkıldığım bir dönemde, tamamen kalbimden çıktı” dediği dördüncü kitabı ‘İstila’yı okuyucuyla buluşturdu. Kitap, modern yaşam illüzyonlarına başkaldırı ruhuyla yazılmış. Deyim yerindeyse okuyucusunu biraz silkeliyor. Acıyla başlıyor… Hepimizi yaralarımızı sevmeye, yoldan çıkmaya, kaybolmaya güvenmeye davet ediyor. Yaralarıyla yüzleşme cesareti olan, yoksa da o cesareti arayan her okuyucu icabet etsin. Oya ÇINAR / oya.cinar@posta.com.tr
‘İstila’; yalnızlık, anlam arayışı, tüketim çılgınlığı, başarı hırsı gibi, hepimizin kafasını deli gibi meşgul eden konular üzerine yazılmış bir başucu kitabı. Ama sadece teşhisi koymuyor; okuyucuya bir reçete, bir yol haritası da sunuyor…
Reçete bana sert ve iddialı geliyor. Buradaki mevzular o kadar büyük mevzular ki 10 maddelik reçetelerle çözülmesi mümkün değil. Reçete hissi veren unsurlar ancak okuyucuda bir kıymık olur; sizi rahatsız eder ve siz bir yola çıkmaya niyet edersiniz. O yolun kendisi de sizin haritanız, çözümünüz, hikayeniz olur ve belki dönüşümünüze bir yol açar.
Ben bunu kendimde de etrafımda da sık görüyorum. Her şeyde bir sır, bir reçete arıyoruz…
Çünkü hızlı sonuç almak istiyoruz. Ben buna “Madde bağımlılığı” diyorum ama bunun farkında olmak zaten bir yola çıkmaktır. Bu biraz bizim coğrafyamızla, kültürümüzle de ilgili. Biz millet olarak hareketi seviyoruz, sabırsızız. Sabırsız olduğumuz için de hemen sonuca ulaşmak istiyoruz.
Siz vardınız mı, yolda mısınız?
Ben hep yoldayım…
Peki, bu konulara kafa yormaya, bunlarla dertlenmeye ne zaman başladınız? Ya da hep mi dertliydiniz?
Ben hep dertliydim! (Gülüyor) Profesyonel hayatın içindeyken de pazarlamanın içindeyken de odağımda hep insan vardı. İnsan nasıl davranır? Ne hisseder? Travması nedir? Oradan nasıl çıkar? Her zaman bunları içselleştirme çabasındaydım. İşin haricinde de küçük yaştan beri okuma yazma derdim hep vardı.
Okumayı da sadece kitap okuma olarak almıyorum. İnsanı okuma ve anlama derdim vardı. Ama sizin onu anlayacak kapasiteniz zamanla gelişiyor. Yaşadıklarınızla onlar sizin görgünüz oluyor. “Şu oldu ve hayatım, sorguladığım meseleler kesin bir şekilde değişti” diyeceğim bir şey yok. O bende daha yavaş işleyen bir süreç oldu.
SENİ YARANLA SEVMEYEN, MÜKEMMEL İMAJINLA DA SEVMEZ
Okurken sık sık ‘insanın zavallılığı’ üzerine düşünürken buldum kendimi. Bununla artık barışalım mı? Hepimiz zavallı mıyız?
Eksiklik kelimesini özellikle çok vurguladım. Modern insanın bu istilada yaralandığı, sürekli eksik hissettiği ve ne acı ki acılarının aslında çoğu zaman farkında olmadığı bir gerçek. Kendini sürekli örseliyor, ihmal ediyor ve ihmal edilmiş zaten. Hepimiz hayata eksik doğuyoruz. Hep bir tamamlanma derdimiz var. Diğer yandan bu eksiklik aslında kötü bir şey değil. Kötü olan bunun farkında olmamak. O yüzden kitap acıyla, yarayla başlıyor.
Eksiklik daha nahif geliyor kulağa ama siz ‘ezikliğimizle yüzleşmekten’ bahsediyorsunuz mesela. Kim ezikliğiyle yüzleşmek ister ki ya da o gücü kendinde bulabilir?
Ben isterim. Eziklik erdemdir bence. Hepimiz o ezikliğimizle, yaramızla güzelleşiyoruz. Büyük bir yalanı oynamak bence daha büyük bir travma. Güç dediniz; bir yalanı yaşamak bence daha büyük güç ve çaba istiyor. Bu kez sürekli o imajı optimize etmeye çalışıyorsun. Seni yaranla sevmeyen zaten mükemmel imajınla da sevmez ki…
NEHİRİN HIZINI REDDETMEDEN AMA O HIZA TESLİM DE OLMADAN KENDİ AKIŞINI YAKALAYABİLİRSİN
“Hız, hissedilmeye başladığında dram da başlamış demektir, hızı hissetmeyen kendi cennetindedir.” Çok güzel bir tespit ama etrafımızdaki her şey deli gibi bir hız içindeyken bizim yavaşlamamız, bize kaza yaptırmaz mı?
Bunu nehir metaforuyla anlatmayı tercih ederim. Nehirde muazzam bir debi var ve herkes o nehirde akıp gidiyor. Senin bir dakikalığına bile olsa o debiden çıkıp terse akman mümkün değil. Sen, o akışın içinde kendi akışını yaratabiliyor musun? Yine akacaksın ama orada kendi salını yapabilirsin. O akışı kendi salında daha yavaş yaşayabilirsin. Ona teslim olmadan kendi hızını belirleyebilirsin. Buradaki söylem; “Trafik deli gibi akarken sen frene bas ve o dünyayı reddet” değil. Öyle bir şey yok. O hızın içinde sen olmalı, yavaşlama enstürmanlarını geliştirmelisin. Buradaki cennet ve cehennem hikayesi biraz böyle bir şey.
25 SENE BOYUNCA HİÇ DURMAYAN BİR ARABANIN ŞOFÖRÜYDÜM
BENZİN ALMAYA BİLE GİRMEDİM
ŞİMDİ O ARABAYI SÖKÜYORUM…
‘Sıkıntı eksikliği’ en etkilendiğim bölümlerden biriydi. “Sıkılmak insanın varlığının farkına varması, kendine dönmesidir” diyorsunuz. Siz hiç çok sıkıldığınız bir anda kendinizle ilgili bir şeyle yüzleştiniz mi?
‘İstila’ büyük bir sıkıntıdan sonra çıktı. Önemli bir kısmını profesyonel hayattan istifa ettikten sonra yazdım. Ben, 25 sene hiç durmayan bir arabanın şoförüydüm ve araba pite bile girmedi. Benzin almaya bile durmadım. Geçtiğimiz ocak ayında bu arabayı durdurdum ve altı ay boyunca söktüm. O kadar detaylı söktüm ki… Orada ne hayretler, ne sıkıntılar yaşadım. Ne “Ohaa!” lar çektim. O yüzden hep diyorum; “Kalbim var” dediğim yerlerde bile çoğu zaman kendimi kandırmışım. Ama ‘İstila’ tamamen kalbimden çıktı.
Arabayı merak ettim. Ne durumda? Tamamen topladınız mı?
Hala tam olarak toplamadım. Daha neler çıkacak merak da etmiyorum; daha doğrusu öğrenmek için acele etmiyorum ama toparlandığını hissediyorum.
İNSANIN KENDİYLE YARIŞI DEĞİL, DERDİ OLMALI
Genelde ‘yarışım kendimle’ ifadesini insanlar iyi bir özellik gibi vurgular. Ama siz bunu da eleştiriyorsunuz ‘İstila’da?
Evet çünkü “Sen kimsin?” sorusu var onun altında. Bu şu demektir; ben zaten çok iyiyim ve onu aşmaya çalışıyorum. Ne zaman tamamlandın da onu aşmaya çalışıyorsun? Bir kere yarış kelimesinin kendinde bir patoloji var. Kendini ulvi bir yere koyup modellemek de yarış kavramının kendisi de sıkıntılı. Yarış, yine o performans toplumunun kıyas mekanizmasından gelen bir şey. İnsanın kendiyle bir yarışı değil, derdi olması gerekiyor. O dert de şu: Niye geldin? Nasıl tamamlanacaksın? Yoksa bundan öte bir dert değil o da.
Sizin hayattaki derdiniz ne? Kendinizi neyle tamamlamaya çalışıyorsunuz?
Bizi ne bir ilişki, bir insan ne yaptığımız işler, ne kat, yat tamamlayabilir. Ben kendi adıma bu derdi okuma yazma eylemiyle çözmeye çalışıyorum. Derdim bu; okuma, yazma ve anlama uğraşı.
VARMAK ESARET
ÖZGÜRLÜK YOLDAN ÇIKMAKTA
KAYBOLMAYA GÜVENMEKTE
Adınızı Google’a yazınca ‘Bir pazarlama profesyoneli, pazarlama dehası’ gibi kelimeler çıkıyor önümüze. Ama siz her şeyi bırakıp Bursa’ya yerleştiniz. Zirvede bırakmak mı bunun adı?
Ben ona zirveye varma yolculuğu derim. Bence bu zirveye çıkmak için yapılan bir şey. Buradaki hayata göre zirve sizin tarif ettiğiniz yer olabilir ama bana göre hikayenin başındayım. Benim zirve tanımım o değil. Orası yine sıkışık bir alan.
Siz zirveyi nasıl tarif ediyorsunuz?
Hayat bilgisine vakıf olmak, okuma ve anlama görgüsünü edinmiş olmak. Benim için zirve böyle bir yer. Oraya da varmak değil, hep o yolda olmak isterim. Varmak yine esaret! Yoldan çıkma cesaretini bulmak, bulamıyorsak da aramaktan vazgeçmemek, kaybolmaya güvenmek… Özgürlük oralarda. Benim zirvem de oralar…
Fotoğraflar: Ozan GÜZELCE
- Egzamanın kökünü kurutuyor! Nasır, mantar ve egzamayı tarihe gömüyor, 5 dakikada ayakları pamuk gibi yapıyor!
- Böbrekleri resmen diyalize sürülüyor! Bardak bardak içiyoruz ama ömrü 10 yıl kısaltıp organları çürütüyor, keşke zehir içseydik dedirtiyor!
- Ayakkabıları kar beyaz yapıyor! Yeni almış gibi pırıl pırıl parlatıyor, doğal temizleyici! Sirkeye 1 kaşık eklemek yetiyor
- 1 parça eklemek yetiyor! Turşunun ömrünü uzatıp kütür kütür olmasını sağlıyor, sebzelerin erimesini engelliyor!
- Doğal antibiyotikte hasat vakti! Çayını yapıp bardak bardak içince kolesterolü damardan silip atıyor, kemikleri beton gibi yapıyor! Doğal antibiyotik