Her ilişki bir noktada çukura saplanır bazıları çukuru aşar bazıları aşamaz
Yağmurlu bir günde ‘gerçekten karşıya geçecek kadar seviyor muyum bu hayatı’ diye sorgulayarak gitmiştim ‘Herkesin Bildiği Sırlar’ oyununa. İzlerken koltuğa yapıştım. Tüm konsantrasyonumu esir alan iki şahane oyuncu izledim sahnede. Boşanma aşamasında olan ama eşyaları toplarken büyük bir hesaplaşmaya giren kahramanlarımızın adları yok çünkü ‘onlar aslında herkes, her kadın ve her erkek’ diyorlar. Emir Çubukçu ve Ayşecan Tatari’yle ‘Herkesin Bildiği Sırlar’ı konuştuk.
Oya Çınar Röportajı / Fotoğraflar: OZAN GÜZELCE
‘Herkesin Bildiği Sırlar’ şahane bir oyun. Siz de sahnede döktürmüşsünüz resmen. Ama izlerken sık sık neden kahramanların ismi yok diye düşündüm…
Emir Çubukçu: Oyunun yazarı Yavuz Özkan. Yazar için bunun farklı sebepleri olabilir ama benim yorumlama şeklim; isimlerin ve kim olduklarının hiçbir öneminin olmayışı. Her çağda ve koşulda, bir kadın ve erkeğin arasında olabilecek evlilik ya da ilişki problemleri ikisinin arasındakiler. Dolayısıyla yazar, onlara isim vererek sabit bir kişilik yüklemek istememiş gibi yorumluyorum.
Ayşecan Tatari: Beni en cezbeden yanlarından biri bu hikayenin. Onlar her erkek ve her kadın. Oradaki kadın, herkesten daha kıskanç olduğu için bu problemi yaşamıyorlar ya da adam herkesten daha kompleksli olduğu için değil. Baktığınızda karakterlerin çok uç köşeleri yok aslında ama dertler hep ortak.
Hikayede kahramanlarımızın temel sorunu iletişimsizlik gibi algılıyor insan izlerken. Sizce bu ilişkinin açmazı tam olarak ne?
E.Ç.: İletişimsizlik en temel sorun ama bir noktadan sonra aslında oyunun içinde adamın da söylediği şeylerden biri; ne olursa olsun, kimle olursak olalım buraya gelecektik noktası. Evet, oraya geliniyor. Hayatın içinde de bu böyle ama bazı çiftler bir şekilde o iletişimsizlik noktasını başka şeylerle aşabiliyor. Bizim çiftimiz orayı geçememiş. Git gide bir bataklığa saplanmışlar ve oradan çıkamıyorlar.
‘Ne seninle ne sensiz’ durumu biraz da galiba…
A.T.: Biraz öyle ama bunu aşabilen çiftler de aslında o çukura yine saplanıyor bir noktada. Orayı geçmeye gönüllülerse de başka bir çabaya giriyorlar ama şunu diyemeyiz; bir kadın ve erkek birbirine çok aşık olurlar, evlenirler ve çok mutlu olurlar… Hayır, böyle bir şey yok hayatın içinde. Dışarıdan bakıp ne kadar mutlular dediğimiz ilişkilerde de yüksek ihtimalle o bataklara düşülmüş ama oradan çıkmanın bir yolu bulunmuş olunuyor.
YETENEK, SARIŞIN OLMAK GİBİ BİR ŞEY BUNUNLA ÖVÜNMEK SAÇMA
Emir, “Yaptığı işe deli işi, şizofrenik diyerek kutsiyet atfedenler beni deli ediyor” demişsin. Sanat üretimi bir deha gerektirmiyor mu gerçekten?
E.Ç.: Muhakkak delisi de dâhisi de vardır işin içinde ama ben mesleğin kendini başka bir noktaya konumlandırma ihtiyacı hisseden birinin durumunu acıklı buluyorum. Ya da ben deli ya da dâhiysem bunu benim söylemem de çok acınası olur. Ben bir oyuncu olarak işin o tarafıyla hiç uğraşmamalıyım. İnsana işini yaparken gerekli olan temel şey sağlıklı bir beden ve zihindir. Tutkudur, meraktır. Deli ya da dahi olmanız gerekmez.
Yetenek olmadan çok çalışarak olur mu sizce?
A.T.: Olur, belki çok çalışarak Beethoven olamazsın ama iyi bir piyanist olursun. Çalışmak çok kutsaldır ve insanı mutlaka varmak istediği yere taşır. Ha, bir de üzerine yetenekliysen ortaya tabii ki daha özel bir şey çıkar.
E.Ç.: Bir de yetenek bence sarışın olmak gibi bir şey. İçine doğuyorsun. Bununla övünmek o yüzden de hep garipsediğim bir şeydir ama emek kutsaldır gerçekten.
Ayşecan, “Anne olmadan önce acaba işimden ayrı düşmek beni psikolojik olarak çok etkiler mi, eşim çalışıp ben çocuğa bakarken bundan nasıl etkilenirim diye çok düşündüm” demişsin. Bu duyguyu yaşadın mı peki anne olduktan sonra?
A.T.: Yaşadım. Başta çok zorlandım gerçekten. Üstümde bir eşofmanla çocuk bakarken eşimin setten gelip o gün, “At binmeyi öğrendim, onu şaha kaldırdım” diye heyecanla bir şeyler anlatışını dinlerken buna gerçekten kurulduğumu hatırlıyorum. (Gülüyor) Tabii böyle bir farkındalıkla o an ona bu şekilde söylememişimdir de, “Bu bardağı neden buraya koydun?” demişimdir kesin. Ama sonra annelik beni o kadar tamamladı ki her anlamda; iyi ki yapmışım diyorum. Daha iyi bir insan, daha iyi bir oyuncu oldum. Yaratıcılığıma çok şey kattı.
KİMSE BİTMİŞ AŞKIN KAVGASINI VERMEZ MÜCADELE BİTİNCE AŞK BİTER
‘Aşk, aşık olma eylemi bittikten sonra geriye kalandır’ ifadesine katılıyor musunuz? Sizce bu hikayede, ikisinin arasındaki bitmiş bir aşk mı?
A.T.: Bence de aşk ilişkinin en başındaki o tutkulu dönem bitince, kadının ve erkeğin gerçekten birbirini görmeye başladığı noktadan sonra geriye kalan şey ama ben ikisinin arasındaki aşkın bittiğine inanmıyorum, öbür türlü kimse kapalı bir evde kalarak, iki gün boyunca bunun kavgasını vermezdi. Aşkın bittiği yer bence mücadelenin bittiği yerdir.
E.Ç.: Ben aralarındaki sevginin bitmediğini düşünüyorum, bunun içinde aşka doğru giden şeyler de muhakkak var. Tutkunun yoğunluğu, tensel olarak birbirlerine hâlâ o enerjiyi hissetmeleri… Bir söz vardır hani; sevginin zıttı nefret değil kayıtsızlıktır diye. Burada bir kayıtsızlık yok. Dolayısıyla aralarında hâlâ güçlü bir sevgi bağı var.
“Aşktan sonrası teselli” diyenler de var mesela. Geriye kalan o dostluğa yaslanma fikri sadece bir teselli diye düşünenler… Bu fikre ne dersiniz?
A.T.: Üzücü bir cümle, buna inanmayı istemem.
E.Ç.: Ben orada o yaslanmaya da aşk desem kim değil diyebilir ki! Aşk gidip dükkandan alınan bir şey olmadığına göre, kimse tanımlayamaz onu. Onun teselli dediğine belki ben aşk diyorumdur. Kimisi sadece o baştaki yoğun tutkuyu aşk olarak görüyor olabilir, kimine göre tam olarak geriye kalan şeydir.
Kısa kısa kısa
Her koşulda size devam etme gücü veren bir şey ya da biri?
A.T.: İşim ve kocam
E.Ç.: Evim, işim ama bazen okuduğum çok iyi bir kitap da izlediğim iyi bir film de o gücü hissettiriyor.
En son ne zaman mutluluktan ağladınız?
A.T.: Daha dün akşam, kızımla aramızda geçen bir diyaloğa ağladım.
E.Ç.: Ben mutluluktan ağlamam. Çok güzel bir şey olduğunda kesin ardından kötü bir şey olacak anksiyetesi yaşadığım için olabilir. Belki bir tek Galatasaray şampiyon oğlunca ağlarım.
Başlayınca durması zor olan bir şey?
A.T.: İyi bir kitap ve aslında haz veren her şey.
E.Ç.: Prova
İyi bir erkek yalanı?
A.T.: Unuttum.
İyi bir kadın yalanı?
E.Ç.: Söylemiştim.
A.T.: Çok yorgunum.
Kendinize bir konuda iltifat etseniz ne söylersiniz?
E.Ç.: Her çeşit insanla aynı iletişim seviyesinden diyalog kurabilirim.
A.T.: Ben hayatın içindeki alanları; evimi, işimi, kulis hazırlığımı, bir yolculuğu keyifli hale getirmeye özenirim.
- Kestane kebap yemesi sevap! 100 gramı magnezyum deposu: Lif içeriğiyle sindirim sistemini motor gibi çalıştırıyor
- Kaşık kaşık yiyin, cilde içten kolajen yükleyip tek gecede 10 yaş gençleştiriyor! güneş lekelerini de silgi gibi siliyor
- Cilt bakımının red flag'leri! Herkes bu hataları yapıyor: Cildi tahriş ediyor, gözenekleri obruk gibi genişletiyor, kırış kırış kırıştırıyor
- Kaşık kaşık yiyoruz ama kan şekerini 300'e fırlatıyor! Damarları tıkayıp mideyi şişiriyor, kabızlığın en büyük sebebi!
- Fazla efor göstermeden yağlarınızı yakın! Vücudu kağıt gibi inceltiyor: Metabolizmayı makine gibi çalıştırıyor