Özge Özberk: 40 yaş dinginliği diye bir şey kesinlikle var...
Kanal D'deki 'Dilek Taşı'nın 'Rüçhan'ı Özge Özberk, "Ben hayatımın gerçekten çok güzel bir dönemimi yaşıyorum, buna aşk da dahil. 40 yaş dinginliği diye bir şey kesinlikle var. Her anlamda tam bir demlenme dönemi" diyor.
RÖPORTAJ: OYA ÇINAR / FOTOĞRAFLAR: OZAN GÜZELCE
Kırılgan ve romantik bir görüntüsü var ama deyim yerindeyse hiçbir zaman ‘kafasına vur, ekmeğini al’ dedirten rollerde izlemedik onu. Hep güçlü kadın olarak karşımızdaydı. Bu kez ‘Dilek Taşı’nın Rüçhan’ı olarak çaresiz ve zayıf bir rolde hepimizi şaşırttı. Diyor ki: Ben de Rüçhan’ın “Eh be, yeter!” diyerek masaya vuracağı anı iştahla bekliyorum. Özge Özberk ile yeni dizisini ve rolünü konuştuk.
HER ANLAMDA BİR DEMLENME DÖNEMİNDEYİM
‘Dilek Taşı’nda bir dönem hikayesiyle ekrandasınız. Bir oyuncu için dönem hikayesinin içinde olmakla güncel bir hikayeyi oynamak arasında duygu olarak ciddi farklar var mı?
Aslında iş tamamen duyguya bakıyor. Yani o dönemin duygusuyla, o kadının hissettiği şey bugün de var. Ya da bugün, o kadının hissettiği duygu geçmişte de vardı. Bizi değiştiren ne? Giydiğimiz kostüm, oturduğumuz koltuk, söylediğimiz cümleler…
Günümüzde teknolojinin geldiği seviye de çok belirleyici değil mi?
Kesinlikle öyle. Telefonsuz neredeyse sahne çekemiyoruz. Dönem hikayelerinde mektup var. Çok daha romantik ve duygusal. ‘Eskilerin aşkları’ diye bir ifade var örneğin. Eski aşk hikayelerini bugünden ayıran temel şey o zorluk ve mücadele. Zor ulaşılan her şeyin kıymeti daha çok biliniyor. Haliyle seyirciye de daha yoğun geçiyor olabilir bu duygular.
Sizi genelde daha güçlü kadın rollerinde izledik. Şimdi Rüçhan’ı izlerken onu çok zayıf buluyorum. Siz ne hissediyorsunuz Rüçhan’a karşı?
Kesinlikle çok çaresiz. Yaşadığı evde kendini kapana kısılmış gibi hissediyor. Başında çok baskın karakterli bir kayınvalide var ve çocuğunun iyileşmesi için kendini o aileye mahkum hissediyor. Tek başına adım atamıyor. Ama henüz Rüçhan’ın geçmiş hikayesini, neden o aileye tahammül etmek zorunda kaldığını bilmiyoruz.
Bir sahnede eşinize, “Ben kötü bir anne miyim?” diye soruyorsunuz. Gerçek hayatta tanıdığım hemen her anne, “Annelik bitmek bilmeyen bir suçluluk duygusu” diyor. Siz nasıl yaşıyorsunuz bu duyguyu?
Çocuk bir annenin gerçekten en hassas noktası. Hangi yaşta olursanız olun üstelik. Eğer bir evlada sahip olduysan hayatından birazcık feragat etmek zorundasın. Kendine dikkat etmek zorundasın çünkü onun hayatına iyi gelmek zorundasın. Ama ben kendi anneliğimi bir suçluluk duygusu üzerinden yaşamıyorum. Birbirimize çok iyi geliyoruz. Ciddi bir zorluk hiç yaşamadım, çok şükür. Tabii bu benim şansım. Her anne-çocuk ilişkisi böyle olmayabiliyor.
Rüçhan’ın kendi çocuğunu kurtarmak için masum başka bir çocuktan faydalanma fikrine göz yumması da çok düşündürücü. “Ben olsam ne yapardım?” dediniz mi hiç kendinize?
Bunu etrafımdaki arkadaşlarımla da çok tartıştık. Kendim de sorguladım tabii. Öyle bir çaresizlikle bir annenin aldığı insiyatifi tabii ki yargılamıyorum ama Özge olarak sorarsan buna cevabım elbette hayır. Ahlaki ve yasal çerçeve içinde mutlaka tüm çareleri zorlardım ama başka bir çocuğa zarar verme noktası bir seçenek bile olamaz. Bir can için başka bir canı feda etme fikri bile korkunç.
RÜÇHAN’IN MASAYA VURACAĞI ANI BEN DE SABIRSIZLIKLA BEKLİYORUM
Peki, Rüçhan yumruğunu ne zaman masaya vuracak? Ne zaman “Eh yeter be!” diyecek?
O anı ben de sabırsızlıkla ve iştahla bekliyorum. (Gülüyor) Hayatım boyunca bu kadar aciz ve çaresiz bir duruma düşmedim. El mahkum durumuna gelmedim. Gelsem o mecburiyeti, “Bu nedir, ben ne yaşıyorum?” diye mutlaka sorgular ve oradan kurtulmanın yollarını arardım. Rüçhan’ın başında Macide gibi gerçek bir gestapo var ve sadece onu değil tüm aileyi yönetiyor. Diğer yandan çok haklı talepleri var. Öyle bir ailede hiçbir şeyi takmayıp sürekli içen, abuk sabuk konuşan, şaka gibi bir gelin figürü var ortada. (Gülüyor) Ne yanından tutsan elinde kalıyor.
YÖNETMENİN UYGUN GÖRDÜĞÜ ŞEYE ‘BU ROL BENİ YAŞLI GÖSTERİR Mİ?’ DEMEM
Gerçek hayatta sizi, elinizi masaya vuracak noktaya ne getirir?
Haksızlık… Anlaşılmadığımı, kendimi ifade edemediğimi düşündüğüm anlar… Eskiden öyle anlarda ağlama krizlerine girerdim. Şimdi durup bir düşünüyorum. Kendime sakinleşmek için müsaade veriyorum. Biraz yaş almakla ve deneyimle de ilgili tabii. Öfke ve öfkeyle verilen tepkilerin kaynağında aslında “Duy beni” çağrısı var. Öfke karşılıklı iki kalbi birbirinden uzaklaştırıyor. Bunun idrakına vardığında anlayışın ve doğru üslubun ne kadar değerli olduğunu görüyorsun.
Dizide yetişkin bir de kızınız var ve ben o sahneyi ilk gördüğümde izleyici olarak biraz yadırgadım. Sizin en fazla 13-14 yaşında bir çocuğunuz olabilir sanki gibi düşündüm. Sizin kafanızda bu tip sınırlar var mı?
Rüçhan’ı 45 yaşında gibi düşünürsek, 20 yaşında doğurmuş oluyor. Aslında matematik hesabı olarak tutuyor. Ama bu bir dönem hikayesi olduğu ve saçlar, makyaj daha abartılı olduğu için orada Sevda’nın da olduğundan büyük görünmesi durumu böyle bir algı yaratmış olabilir. Ben burada yönetmenin uygun gördüğü şeyi sorgulamam. Karaktere inandıysam, bana onu en iyi şekilde oynamak kalır. Bu rol beni yaşlı gösterir gibi şeylerin üzerinde durmam.
40 YAŞ DİNGİNLİĞİ DİYE BİR ŞEY KESİNLİKLE VAR
Genel olarak hayatınızın nasıl bir dönemindesiniz? Nasıl hissediyorsunuz?
Çok renkli… Bir dejavu yaşıyor gibiyim. 2005 yılında yine bir dönem işi olan ‘Çemberimde Gül Oya’ ile ekrandaydım ve eş zamanlı Cem Yılmaz’ın ‘Gora’ filminde oynamıştım. Şimdi yine bir dönem işiyle ekrandayım ve aynı zamanda Cem Yılmaz’ın ‘Do Not Disturb’ filminde rol alıyorum. O zaman yolun çok başında ve çok heyecanlıydım. Şimdi neredeyse 20 yıl sonra aynı heyecanı yaşıyorum. Geri dönüp baktığımda, her şey olması gerektiği gibi olmuş. Geldiğim yeri bildiğim için, hiçbir telaş hissetmeden 20 yıl sonra aynı şeyi yaşamak çok güzel bir duygu.
Peki, geldiğiniz noktada aşk için neler söylersiniz? İnsanın zamanla aşka bakışı ve yaşayışı da değişiyor mu?
Kesinlikle değişiyor. Her şeyi daha dingin, doya doya ve daha farkında yaşıyorsunuz. Doya doya yaşamak aslında kendi iç enerjinin kaybolmamasıyla ilgili. Ben hayatımın gerçekten çok güzel bir dönemimi yaşıyorum, buna aşk da dahil. 40 yaş dinginliği diye bir şey kesinlikle var. Her anlamda tam bir demlenme dönemi…
- Kurusu kapış kapış satılıyor! Aktarda gören poşetini dolduruyor: Solunum yollarını hortum gibi açıyor, metabolizmayı çalıştırıyor, bağırsakların çalışma hızını artırıyor
- Çeyrek bardak içende kolesterolden eser kalmıyor! Bu kez kabuğu değerlendi: Sarımsakla karışınca vücudu zımba gibi yapıyor
- Su faturasını yarı yarıya düşürüyor! 5 dakikada 50 litre su kurtarıyor, fatura artık cebinizi yakmayacak!
- Petekleri böyle temizlemek faturayı yarı yarıya düşürüyor! Kombi ustasından önemli tüyolar: Bakım yapmayı ihmal etmeyin
- Kahvaltı yerine tüketin! Mideyi doldurup tokluk hissi veriyor: Kan şekerini dengeliyor, sindirim sistemini makine gibi çalıştırıyor