Geçmişe özlem duyanlar, “nerede o naif duygular? kaldı mı öyle aşıklar?” diyenler, sizi böyle alalım. ‘Söz vermiştin’ tam olarak böyle bir film. Sırılsıklam iki aşık ete kemiğe bürünüyor ve beyaz perdede lilyan ve nesim olarak görünüyor. Başrol oyuncuları Aslı Tandoğan ve Emre Karayel ile bir araya geldik. Yeni filmlerine, aşka ve hayata dair konuştuk.
Başrollerini paylaştığınız ‘Söz Vermiştin’ filmi cuma günü vizyona girdi. Filmi izleyip salondan çıkarken aklımda şu soru vardı: Bu hikayede Nesim olmak mı daha zor Lilyan olmak mı? Sizce hangisi?
Emre Karayel: Çok zor bir soru. Hikayemiz bir aşk hikayesi ama dün kardeşimden şöyle bir yorum geldi. “Evet bu bir aşk filmi ama Lilyan için... Oysa Nesim için bu bir dram” dedi. Aslında ikisi için de zor ama Nesim’in tarafından bakınca, onun hikayesi bütünüyle bir drama.
Aslı Tandoğan: Direkt kendini düşündü görüyorsunuz (Gülüyor). Bence Lilyan’ın hikayesi de dram. Sadece şöyle bir fark var: İkisinin aşkı da, dramı da farklı noktalarda yaşanıyor. Biri terk edilmenin, diğeri çok severken terk etmek zorunda kalmanın dramını yaşıyor.
Lilyan’ın seçimi çok iyi niyetli gözükse de bencil bir yanı da var sanki...
A.T: Hangisi daha iyi olurdu? Sorunu paylaşıp o süreci birlikte geçirmek mi yoksa Lilyan’ın filmde verdiği karar mı daha doğru? Öyle bir açmaz var ki her iki seçenek de birbirinden zor. Filmin insanları ağlatan kısmı da bu bence. İkisi de nasıl davranırsa davransın daha acısız olmazdı hikaye. Filmdeki gibi aşık Olmayı özledim
Filmde 6-7 Eylül olaylarına gönderme var. Depremin insan psikolojisi üzerine etkileri var, teknolojinin hayatımızı getirdiği noktaya ağır eleştiriler var...
E.K: Sol tandanslı bir düşüncenin ürettiği bir film diyebiliriz belki. Bu bahsettiğiniz ve daha pek çok anekdot var tabii filmde, bu fikri destekleyen…
A.T: Yönetmenimiz Baran hatırşinas bir insan. Çok duygusal ve filminde de eskiye dair unutulan ama onun unutulmamasını istediği bir sürü konuda küçük göndermeler var. Aynı zamanda sevdiği insanları, arkadaşlarını oynatması da biraz bu yüzden.
E.K: Bu bahsettiğiniz olayları bizzat yaşamış insanlar var filmde. Biraz onlara vefa borcu gibi de de aslında.
Senaryoyu okuduğunuzda sizi en etkileyen yanı neydi?
A.T: Hikaye gerçekten çok yalın, sadece ikimiz oynuyoruz bakarsan ama o kadar duygu yükleniyorsun ve sonunda da öyle bir patlama yaşıyorsun ki… Tüm o yoğun duygular beni etkiledi.
E.K: Çok basit ve bir o kadar da gerçeğe yakın bir hikaye oluşundan çok etkilendim. “Böyle insanlar kaldı mı gerçekten?” sorusunu sordurdu bana. “Böyle aşıklar var mı hâlâ? Bu kadar neoklasik olup da böyle tutkuyla bağlanan erkekler kaldı mı?” diye sordum kendime.
Cevabınız ne oldu peki?
Aşığı da geçtim, o kadar naif ve ilkeli ki. “Çizgimize uymuyor” diyerek parayı direkt geri çeviren bir yapımcı mesela.
A.T: İlkeli kalmaya çalışan insanlar tabii ki var, böyle aşklar ve aşıklar da var bence. Ama her nesil kendi döneminin aşkını kendi zaman algısıyla yaşıyor. Çok da uzak bir zaman öncesine ait değil bu hikayeler. Ama burada aşkın en naif hali var.
Bir kere aşkın içinde şiir var. Bu, artık kalmayan bir şey. Öte yandan ne olursa olsun, insanın var oluşundan bu yana hissettiği bir duygunun yok olması mümkün değil. Sadece yaşama şekli değişiyor.
E.K: Valla ben aslında baya duygusal bir adamım. Aşık olmayı seviyorum. Ama oynarken hep bunu düşündüm. Teknoloji bizi bazı güzelliklerden o kadar uzaklaştırmış ki, tekrar filmdeki gibi aşık olmayı istediğimi fark ettim.
Emre Karayel: Aşk karnemden çıkardığım dersler var
Geldiğiniz noktada aşka bakışınız değişti mi?
E.K: İnsan 20’lerinde ya da 30’larında aşk söz konusu olduğunda çok daha cömert, bir o kadar da cesur olabiliyor. İnsanın aklını başından almak deriz ya… O yaşlarda biraz öyle oluyor gerçekten. Ama zamanla aşktan beklentilerimiz değişiyor. Öncelikle huzur istiyor, onun beklentisine giriyoruz.
Huzurun geldiği yer aşkın bittiği yer değil mi?
E.K: Tam tersi, bence huzur kesinlikle aşkın başladığı yer. Çünkü o ilk an yaşadığımız bir elektrik çarpması gibi bir durum. Aşkı asıl ondan sonra yaşamaya başlarsın. Sonrasında huzur, sevgi ve mutluluk gelir. Bunlar olmadığında bence işin rengi değişiyor. En azından aşk karnemden çıkardığım dersler bana bunu söylüyor.
A.T: Biraz da insan ilerleyen yaşlarda gençliğinde yaptığı hatalardan ders çıkardığı için, onları tekrarlamamak adına daha temkinli davranıyor olabilir. O yüzden huzuru bulunca ona daha çok sarılıyor, kıymet biliyor…
Aslı Tandoğan: Çocuklara endeksli bir hayatım var
Aslı Hanım, anne olunca ne değişti hayatınızda?
Çok şey… Şu an iki tane dünyam var ve onların sorumluluğu başlı başına tüm önceliklerinizi yeniden düzenliyor. Dolayısıyla aslında tüm hayatım değişti. Çocuklara endeksli bir hale geldi.
Kariyeriniz bu kadar yolunda giderken iki çocuk yapacağınızı, içinizden bu kadar domestik bir kadın çıkacağını tahmin eder miydiniz?
Ben kendimden bekliyordum bunu. Çok erken yaşlardan itibaren çocukları hep çok seviyordum ve mutlaka kendi çocuklarım olsun istiyordum. Her gün “İyi ki” diyorum. Çocuklarla, ailemle olduğum zamanlar kendimi çok mutlu ve huzurlu hissediyorum.
Şu ana kadar hep başrol oynadınız. Şans mı bu biraz, ya da güzelliğinizin etkisi de olmuş mudur?
A.T: Mutlaka olmuştur çünkü ben aslında konservatuvarda arp bölümünden mezun olduktan sonra hep müzik yaptım. Oyunculukla hiç alakam yokken birden televizyon dünyasına girmiş biriyim. Dolayısıyla oyunculuğu da setlerde öğrendim.
Bu noktadan sonra iyi bir filmde, iyi bir karakter oyunculuğu teklifi geldi ama başrol değil, yine de kabul eder misiniz?
A.T: Ederim tabii neden etmeyim! Oynadığım zaman beni mutlu edecekse başrolmüş, değilmiş, hiç takılmam ona.
E.K: Bize zaten okulda da hep bu öğretildi. Rolün büyüğü, küçüğü olmaz. Ben çok oynadım, beni etkileyecek bir rol olursa iyi bir projede yine oynarım.
Bir şeye çok hırs yaptığında olacağı varsa da engel oluyorsun
En büyük fobiniz ne?
E.K: Fareden çok korkarım.
A.T: Uçaktan korkuyorum.
Hayatta en cesur olduğunuz konu ne?
A.T: Çocuklarımla ilgili her konuda her şeyi yapabilirim. Onlar söz konusu olunca kendimi dünyanın en güçlü insanı gibi hissediyorum.
E.K: Aşk için gözümü karartırım. Çok cesur olabilirim.
Hayata güvenen insanlardan mısınız? Yoksa akışı değiştirmek için çabalar mısınız?
A.T: Ben direkt teslim olurum; asla müdahale etmem.
E.K: Okuduğum bir kitapta ‘bağlantısızlık sözleşmesi’ diye bir anlayıştan bahsediyordu. O sözleşmeye göre “Olandan ve bitenden payım olsa da olmasa da üstüme düşeni tam özveriyle yerine getirmişsem, çabalarıma yanıt bulamamışsam bile muafım” deniyor. Ben mutlaka çaba verilmesi taraftarıyım. Elinden geleni mutlaka yapmalısın ama sonrası için bu söylediğim anlayış insanı rahatlatan bir düşünce.
A.T: Bence çok hırs yaptığında, gereğinden fazla çabaladığında oradaki enerjiyi sıkıştırıyorsun ve olacağı varsa da engel oluyorsun. Bazı şeylerin biraz kısmetle ilgili olduğunu düşünüyorum. Bazen sen çok ister, çok çabalarsın ve yine de olmaz. Ama çok alakasız biri gelir ve sanki onu oraya biri cımbızla çekip koymuş gibi oturtur oraya. Hayat biraz böyle...
Sizi en kolay ne mutsuz eder?
E.K.: Yalan söylenmesi ve aptal yerine konulmak çok mutsuz eder.
A.T.: Olabilecek bir şeyin saçma bir şekilde pisi pisine olmaması durumu beni çok üzer.
Oya Çınar / oya.cinar@posta.com.tr
- Canan Karatay açıkladı: Yıllarca sağlıksız diye yedirmediler! Kaşık kaşık tüketin, insülin hormonunu baskılayan en önemli besin...
- Çayını yapıp bardak bardak için! 1 bardağı basura en doğal çare, resmen doğal kalp ilacı! Cilt lekelerini silgi gibi siliyor
- 1 bardak suya ekleyip için! İnsülin direncini terazi gibi dengeliyor: Vücudun savunma mekanizmasını makine gibi çalıştırıyor
- Faydasını duyan torba torba alıyor! Kilosu 50 TL: Doğal şeker ilacı, böbreklere reset atıp bağırsakları harıl harıl çalıştırıyor!
- Türkiye'de kıymeti bilinmiyor: Damar genişleten tek meyve, kalp krizi riskini sıfıra indiriyor!