Onu iki kelimeyle özetlemeye çalışsam ‘zıtların birlikteliği’ derim. Biraz ‘Yin/Yang’ gibi. Hem filmleri hem yaşam tarzı dışarıdan çok asi görünüyor ama bir o kadar bu kültüre ait olduğunu gururla söylüyor. “Her aşırılığı yapan bir rock star gibi yaşamayı da aile raconunu da çok seviyorum ve evliliği çok romantik buluyorum” diyor. Yönetmen Can Evrenol son dönemde ‘Çıplak’ dizisiyle çok konuşuldu. Şimdi ise yakında çıkacak ilk romanı ‘Mehtap’ için heyecanlı. Hem sıra dışı bulunan işlerini hem de görünenin ardındaki Can Evrenol’u konuştuk. Oya ÇINAR / oya.cinar@posta.com.tr
Nasılsınız?
Teşekkür ederim, çok yorgunum ama çok iyiyim. Yakında ilk romanım 6.45 yayınlarından çıkacak Adı ‘Mehtap’. Onun dışında iki tane uzun metraj işle uğraşıyorum. Çok heyecanlıyım onun için.
‘Mehtap’ ilginç bir isim. Nasıl bir hikayesi var?
Benim genelde filmlerin adı da troll olur. (Gülüyor) İçeriğiyle ilgili ipucu vermez. Mehtap bir babaanne, kayıp bir torun var, ikisinin adı da Mehtap. Sayko bir aile. Erenköy’de geçiyor. Mega azınlık diyebileceğimiz, neredeyse aile kendi içinde bir mezhep. Bir yandan da ruhani psişik bir tarafı var.
Onun da film olma ihtimali var mı ileride? Olursa bunu siz mi çekmek istersiniz yoksa başka bir yönetmenin gözünden izlemeyi mi istersiniz?
Başka bir yönetmenin gözünden izlemeyi çok isterim ama bana yaptığım her işten sonra, “Bir daha benim hayal ettiğim gibi, sansürsüz bir işi kim finanse edecek ki?” kafası geliyor. O yüzden şartlar nasıl ilerler, hiç bilmiyorum.
HER FİLMİM ÇOK SEVİLSİN, SEVENLERİ ONUN TARİKATINA DÖNÜŞSÜN İSTERİM
‘Çıplak’la televizyon tarihinin belki de en nevi şahsına münhasır işlerinden birine imza attınız. Aynı işle hem çok takdir alıp hem yerden yere vurulmak nasıl bir his?
Ben buna ‘Baskın’da, ‘Housewife’da, diğer işlerimde olduğu gibi alışkınım aslında. Ama tabii ‘Çıplak’ benim Türkiye’de en geniş kitleye ulaşan işim oldu. Teoman, ‘Balans ve Manevra’ filminin posterine kötü yorumları da yazmıştı, ben daha lisedeydim o zaman. Demiştim ki “Bir gün ben de bunu yapacağım. Hakikaten de ‘Baskın’ın DVD’sinin arkasına kötü yorumları da koymuştum.
Yaptığınız herhangi bir işe “Eh işte” denilmesindense nefret edilmesi sizi daha mı mutlu eder? Çünkü hep uçlarda gezmeniz gibi bir durum var.
Aslında dürüst olmak gerekirse benim de hemen her sanatçı gibi en büyük motivasyonum sevilmek. Her filmim çok sevilsin, o filmin sevenleri onun tarikatına dönüşsün isterim ama sevilme çabasına düşmeden. Aşk gibi… “Ben devamlı kızların peşinden koşmayayım ama çok güzel biri denk gelsin ve aşık olayım” demek gibi. Aşık olmayı istemekle onun peşinden koşmak farklı.
SETTE KENDİMİ RUHANİ BİR LİDER GİBİ GÖRÜRÜM, SETİN BAŞBAKANI GİBİ
Hem yaptıklarınız hem duruşunuz sanki sürekli bir yerlere çomak sokmak, birilerini rahatsız etmek içinmiş gibi görünüyor…
Bununla ilgili Melikşah’ın çok sevdiğim bir sözü var. ‘Housewife’ için “İçine alamadığı seyirciyi müthiş bir şekilde dışlayan bir film olmuş” demişti. Üzerine bayağı düşünmüştüm. Kışkırtmak, kaşımak, rahatsız etmek… Evet bunlar beni anlatıyor ama ben bir şeyi yaparken özellikle bunu kovalamıyorum. Film yaparken seyirciyi gerçekten hiç düşünmeden yapıyorum. Tek bir seyirciyi düşünüyorsun tabii. O bazen annen oluyor, bazen çocukluğun, bazen belki patronun oluyor ve yine onun için yapıyorsun sonuçta ama genel algıyı asla gözetmiyorum.
Kendinizi cesur buluyor musunuz?
Yakın arkadaşlarım öyle der, bazı konularda çok cesurumdur ama bazı konularda da çok sinsi ve kaçağımdır. Ben hep sette kendimi ruhani lider gibi görürüm. Setin başbakanı gibi. Aslında görüntü yönetmeni oranın kralı, oyuncu starı ama ben böyle arkadan ruhani bir şekilde çekeyim onların ipini isterim. (Gülüyor) Hayatta kalmak için bazen, baş edemediğimiz, kapışamadığımız konularda bunu çoğumuz yapıyoruz zaten diye düşünüyorum.
‘10. Köy’ gibi hissediyor musunuz bazen?
Müslüman mahallesinde salyangoz satıyor gibi hissediyorum tabii. Seyirciyi düşünmeden film yapmak dediğim de biraz o ama salyangozu en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum her zaman. Oranın Müslüman mahallesi olmasından imtina etmiyorum.
SİZİN ARKA BAHÇENİZLE BENİM ARKA BAHÇEM BİRBİRİNE UZAK DEĞİL
Kendinizi, yaşam tarzınızı çıplak buluyor musunuz?
Etrafımdan aldığım yorumlar da hep bunu destekliyor. Benim kadar transparan yaşayan az arkadaşım var. Çıplaklık tabii ki kafa olarak çıplak olmayı ifade ediyor benim için. Merve Göntem’in bir lafı var; ‘Çıplak’ı sticker gibi kaldırınca altında ‘öteki’ yazıyor der. ‘Çıplak’ öteki ama bir yandan da Türkiye’de herkesin o kadar canı yanmış, kalbi kırılmış ve herkesin öyle bir matemi var ki… Beyaz bir Türk’ün, liberal bir ortamdaki ötekiliğinden bahsetmek bazılarına şımarıkça geliyor. Ama dizide de o kadın sonunda ölüyor. Dolasıyla sizin arka bahçenizle benim arka bahçem hiç de görüldüğü kadar uzak değil demek istiyorum onlara.
EYLÜL BİR ESKORT AMA ‘DÜŞMÜŞ’ BİR KADIN DEĞİL, İNSANLARI RAHATSIZ EDEN YANI DA BU
‘Çıplak’ bir taraftan tam bir Yeşilçam hikayesi değil mi? Onun şehirli hali gibi de biraz.
Doğru ama Yeşilçam hikayelerinin üzerinde hep bir ağırlık var bence. Kendi işimi yorumlayarak seyirciyle filmin arasına girme saygısızlığını yapmam ama şöyle bir analizim var. ‘Çıplak’ta Eylül’ün bir motivasyonu yok. Sadece para kazanmak için, bazen de sadece canı isteği için yapıyor ama Yeşilçam’da bir hayat kadınının mutlaka bir motivasyonu var. Bir derdi var, oradan kurtulmak istiyor. Bir ‘düşmüş’ kadın portresi oradaki. Eylül düşmüş bir kadın değil ve insanları rahatsız eden tarafı da bu bence.
Yakın ve çıplak olan mı yoksa uzak ve kapalı olan mı sizi daha çok tahrik eder?
Tabii ki kapalı ve uzak olan ama ben mümkün olduğunca teşhircilikten yanayım. (Gülüyor) Kendimce öyle bir yerden isyanımı yaşıyorum topluma karşı.
Türkiye’de yapılan işlerle kendi yaptıklarınızı yan yana koyunca “Aslında ben de bizi anlatıyorum” diyor musunuz?
Evet çünkü bu ülkede doğmuş, 16 yaşına kadar ülkenin dışına çıkmamış, çok sevgi dolu ama bir o kadar da toplumda olup biten her olumsuz şeye isyanı olan bir ailede büyüdüm. The Beatles da Metallica da dinledim ama Orhan Gencebay da dinledim.
Evet; Freud’u, Darwin’i, Einstein’i öğretmenim gibi gördüm. Ama bu ülkede yaşanan tüm acıları da daha çocuk yaştan itibaren hem ailemde hem aklım ermeye başladığı andan itibaren kendi içimde her zaman hissettim. Bunları inkar etmek yerine bunlara sarıldım. O yüzden herkese “Evet, senden daha çok Türkiye’yi temsil ediyorum” derim her zaman gururla.
HER TÜRLÜ AŞIRILIĞI YAPAN ROCK STAR PROFİLİME RAĞMEN AİLE RACONUNU ÇOK SEVİYORUM
Düzenin çok dışında görünürken çok içinde duran bir yanınız da var. Evlisiniz ve iki çocuğunuz var. Bu da kendi dünyanızın çıkıntılığı mı?
Ben birbirini çok seven bir anne babayla büyüdüm. Bütün hikayelerimde aile vardır, hatta sofra vardır. Çok sert bir babam var ve onun adabımuaşeret kurallarıyla büyüdüm. Eski bir Osmanlı ailesinden geliyorum. Babamın dedesi eski İstanbul belediye başkanlarından biri.
Babaannem İngilizce, Fransızca konuşan ama oruç tutan mega Atatürk kadını aynı zamanda. Bu benim ruhumda da var. Geçen gün Elif (Domaniç) ile bir düğündeyiz. Diyor ki “Can, herkesten çok sen alkışlıyorsun.” (Gülüyor) Tüm o bireyselliğimle, her türlü aşırılığı yapan rock star gibi yaşama hissiyatımla aile profili çatışıyor gibi görünüyor ama ikisi de var benim içimde. Hatta terapistimle en çok bu konuyu konuşuyoruz. (Gülüyor)
Evlilik size ne ifade ediyor?
Çok romantik geliyor. Evliliğin devlete ve topluma karşı olan sorumluluğuna çok karşı olmama rağmen bir yandan aileyi çok seviyorum. Oradaki raconu seviyorum. Evlenirken de çok romantik bir yerden bakarak aldım bu kararı. Biz zaten birlikte yaşıyorduk ve birbirimize karşı bir sadakat içindeydik. Evlendikten sonra da hiçbir şey değişmedi hayatımızda. Nasıl yaşıyorsak öyle devam ettik.
BENİM KADAR AÇIK YAŞAYAN BİR ARKADAŞIM YOK BELKİ KENDİ YAŞAR AMA KARISI YAŞAMASIN İSTER BEN BU KONUDA HİPPİ GİBİYİM
İlişkideki sadakat size ne ifade ediyor?
Richard Gere’ın ‘Sadakatsiz’ filmini getiriyor aklıma. Uff! Valla çok zor. Ben ‘Çıplak’taki gibi bir hayattan yanayım. Benim kadar açık yaşayan arkadaşım yok açıkçası, belki kendi yaşıyordur ama karısı öyle yaşamasın ister. O açıdan ben baya hippi gibiyim neredeyse.
‘AŞK İMİŞ HER NE VARSA ALEMDE BİLİM İSE YALNIZCA BİR DEDİKODU’
Aşkı nasıl tarif ediyorsunuz?
Çok sağlam bir lafla geliyorum o zaman (Gülüyor) Fuzuli’nin çok sağlam bir lafı var: Aşk imiş her ne varsa alemde, bilim ise yalnızca bir dedikodu. Bilim bile aşkın yanında bir nevi dedikodu diyor. Bunu da geçenlerde bir yerde İlyas Salman’dan duydum, kafama yazdım. Çok dokunaklı geldi bana. Aşk o manada her şeyin çekirdeğidir, kaynağıdır.
Kısa kısa..
Kendinizle ilgili bir özeleştiri yapsanız?
Haklı bile olsam yükselince çok yükseliyorum, sanatıma yansıttığım karanlık geliyor içime ama onunla baş etmek için de elimden geleni yapıyorum.
Arkadaşlarınızın en sevdikleri özelliğiniz ne?
Tutkulu olduğumu söylerler hep.
En sevmedikleri, şikayet ettikleri özelliğiniz?
Sarhoşken çok dalga geçiyorum herkesle.
Hayatınızdaki en dominant figür kim?
Elif Domaniç tabii ki. Ama son zamanlarda oğlum Uzay oldu biraz.
Baba demenizi bekledim nedense?
Babam çok otoriterdi ama o 18 yaşına kadar olan bir durum. 18 yaşından sonra odamın kapısını kapattığımda her şeyi yapmam serbestti. Eve gelen arkadaşlarım “Çok İsveç” diye gülerlerdi.
İyi bir erkek yalanı?
Aaa birisi arıyor.
Fotoğraflar: Ozan GÜZELCE
- Kahvenin içine 1 çay kaşığı ekleyin! Her gün içenler tüm kış hastalanmıyor: Bağışıklık sistemini turp gibi yapıyor
- 2 hafta boyunca her gün için! Cildi bebek gibi yapıyor: Kırışıklıkları santim santim açıyor, cilde kolajen banyosu yaptırıyor
- Dünden bugüne Survivor Türkiye şampiyonları! İşte hangi yıl kimin 1. olduğu...
- Ayna gibi parıl parıl olması için 1 yemek kaşığı yetiyor! Kireçlenen, kararan ve yanan çaydanlıklarınız ilk günkü gibi olacak
- En zarif burçlar onlarmış! Kraliyet soyundan gelmiş gibi asiller, auraları ile büyülüyorlar!