'Hayatınızın kurbanı değil kahramanı olun!'
Hayatta bazen işler yolunda gitmez. Doğuştan şanssız olduğunu düşünen ciddi bir kalabalık tanıyorum... Ama şans, ne bileyim bir kalp gibi vücudun içine yerleştirilmiş bir organ değil. Ya da böyle bir organı size verecek bir donör bulmanın da mümkünü yok... Bir şekilde hayatınıza giriveriyor kendiliğinden. Mesele bir anda karşılaştığınız şansa bakmak değil, görmek. O zaman işte insan bir şeyleri kırıyor hayatında. Buna da toplum olarak Şeytanın Bacağı diyoruz... Sizinle bu hafta ilginç bir adamı tanıştıracağım. Evrenden Torpilim Var isimli kitabı bir yıl içinde 100 baskının üstünde sattı. Bir adamı şanssız addedebilmek için bütün koşulları sırtında taşıyordu. Ve o bir gün ağır yükünü sırtından attı... İşte o günden sonra sadece kendini değil, yakın çevresinden başlayarak etrafında giderek büyüyen halkanın içine giren herkesi değiştirdi... Mutlu bir çoğunluk yaratmada Bay Altın Öğüt olarak tanımlayacağım Aykut Oğut’un üstüne adam tanımam... Son kitabı bu hafta rafa çıkmaya hazırlanırken kitapta bulamayacaklarınız hakkında küçük bir laflama yapalım dedim... Ah bir de küçük not düşeyim. Yazının içinde siyah harflerle göreceğiniz kelimeler Aykut’un sesinin yüksek tonda çıktığı anlar. Mutlaka bir önemi vardır diye düşünüyorum...
Mesut Yar
Şunu anlamak istiyorum seninle konuşacaklarımızı okuyan insanların hayatı şak diye değişecek mi?
Okuduğunuz hiçbir şey sizin hayatınızı değiştirmeyecek. Ne bu konuştuklarımız, ne benim kitaplarım, ne de başka kitaplar. Hayatınızı değiştirecek olan sizlersiniz. Öğrendiklerinizi uygulamadığınız sürece değişen hiçbir şey olamaz. Okuduklarınız sadece size, uygulamada yardım edebilecek bazı ipuçları verebilir. İlk kitabımdan sonra bana şu tarz e-postalar geldi, “Kitabınızı okudum hayatım değişti“ aslında o kişinin hayatını benim kitabım değiştirmedi, sadece kendisi kitabı okurken bazı farkındalıklar yaşayıp, hayatıyla ilgili kararlar almaya başladı hepsi bu. Çünkü bu tarz e-postaların yanı sıra şunun gibi mesajlar da aldım: “Benim Evrenden torpilim falan yok kardeşim”. Ehh, o da bir seçenek, ben ne yapayım?
Birkaç defa “Mutluluk bir seçenektir” dediğini duydum. Yani demek istediğin şu mu; öyle vıcık vıcık, Polyanna gibi mi olalım?
Her şeyden önce, bir hocamın lafını tekrarlamak istiyorum. “Polyanna son derece mutlu yaşadı”. Evet kesinlikle Polyanna olmaktan bahsediyorum ama senin sorduğun şekilde vıcık vıcık olandan değil. Bizim ülkede Polyanna bayağı yanlış anlaşılmış bir kızcağız. Bakın bir örnekle açıklamaya çalışayım; İş yerinde patrondan fırçayı yediniz, ardından o sinirle sevgilinizle kavga ettiniz. Sonra bu yazıyı okudunuz ve sırf ben diyorum diye, “Ayy ne kadar mutluyum, ne güzel bir gün” diye ortalıkta sahte bir şekilde dolaşmaya başlarsanız, ona Polyanna değil sadece, “Pol yandın valla” diyebilirim. Çünkü içinizde hissettiğiniz ile dışa gösterdiğiniz aynı değil. İşte bunun vıcık vıcık, sahte Polyannacılık olduğunu kesinlikle kabul ediyorum ve asla kimseye böyle bir şey tavsiye etmiyorum. Çünkü ‘evrene sipariş’ dediğimiz şey, sadece içte neler hissettiğinizle ilgili. Gerçek Polyannacılık, bakış açınızı değiştirerek, olaylara farklı bir pencereden bakmayı becerebilmektir.
Hımm; sıkı bir kişisel gelişim çalışması gibi oldu. Peki, yok mu şöyle sihirli bir değnek yahu?
Aslında sihirli bir değnek var. Ama sandığımızın tam tersi olduğu için görmek istemiyoruz. Sihirli değnek biziz. Fakat dışarıda aramaya o kadar alışmışız ki; çünkü bize hep böyle yutturuldu bir türlü inanıp içeriye, kendimize bakmayı akıl edemiyoruz.
Kilo olayına gelirsek, ben bu kadar kiloyu biber sayesinde verdim, biberden torpilim mi vardı?
Sen kitabında 150 kilodan inme hikayende bambaşka usuller anlattın. Hangisi doğru? Hepsi doğru. İnanç sisteminiz hangisine evet diyorsa, sizin için doğru olan yöntem odur. Yeni gelen kitapta, şu yöntemle zayıflarsınız demiyorum. Verdiğim egzersizler ve paylaştığım kendi maceram, insanların kendi doğrularını bulmalarına yardım edecektir diye düşünüyorum. Eğer okuyucularımızdan şöyle düşünenler varsa “Aaa Necati bak bak, Aykut kitabında anlatmış, baklavaya enerji verirsen şişmanlatmıyormuş”, çok büyük hayal kırıklığı olacaktır şimdiden söyleyeyim... Böyle kilo verilemeyeceği için değil, henüz fazla kilolu birinin bunu uygulaması mümkün olmadığı için. Eğer olduğunuz durumla, olmak istediğiniz durum arasında uçurum varsa, muhtemelen kafa üstü çakılacaksınız. Şu ana kadar öğretilenlerde hep şunu duyduk ‘isteyin olsun’. Eyvallah bu cümlede doğruluk payı var ama bu sadece buz dağının tepesi, olay o kadarla kalmıyor. ‘’İsteyin olsun ama siz ne kadarının olacağına gerçekten inanıyorsunuz?” Sizin ne kadarına inandığınız, o işin olup olmayacağını belirleyecek yegane faktör. Kitapta verdiğim bir örnekten bahsedeyim; Eğer ben “Makarna zayıflatmaz kardeşim, sadece kilo aldırır” dersem, buna rağmen falanca kişi becerdi, filinta gibi oldu diye makarna diyetine girersem, sadece kilo alırım.
Vay be. Peki, şu an sıkıntıda olan biri, senin kitabı okursa dertlerine derman bulacak mı?
Dertlerine derman bulabilir mi bilemem? Ama “Vah zavallı ben” diyerek kurban rolü oynadığını anlayacaktır o kesin. Ve eğer artık hayatının kahramanı olmak isterse, yola çıktığında kitabın yardımı elbette olacaktır. Bana o kadar çok mesaj geldi ki, “Ee hani hayatımda bir şey değişmedi, torpilin hepsini sen kaptın hoca yaa” diyen. Hatta çok güldüğüm bir e-mailden bahsedeyim. Amcam aynen şöyle yazmış “Ee tabii senin tuzun kuru, takmışsın hatunu koluna, Amerikalarda neyin yaşıyon”! Sanırım başka bir kitabı okuyup bana mesaj atmış. Ben kurbanın önde gideni idim. Hep aksilikler beni bulurdu, hayat hep bana acımasızdı, haksızlıklar hep bana yapılırdı. Sonra bir gün fikrimi değiştirdim. “Yahu ben de becerebilirim bazı şeyleri, ben de iyi ve huzurlu bir hayatı hak ediyorum” dedim kendime. Böylece hayatımın kahramanı olmaya başladım.
Gerçek bir çılgınsın. Yayıncın da en az senin kadar çılgın tamam da, kitabın kapağı neden ayna sahiden?
Aslında bu bir sürpriz olacaktı; yani kitap raflara çıkana kadar açıklamayacaktık ama kitabın gecikmesinin yegane nedeni kapak tasarımı. Bu kitap ile asıl vermek istediğim mesaj, herkesin kendi doğrusunun doğru olduğu. Bunu nasıl kafalarına kazıyabilirim diye düşünürken, yıllar önce izlediğim bir film aklıma geldi. Adamın biri Evrenin Sırları’nın yazıldığı kitabı bulmak için düşer yollara. Yol boyunca farklı canavarlar ile mücadele ettikten sonra gelir bir tapınağın kapısına. Tapınağı koruyan rahipten kitabı ister. Rahip son derece nazik bir şekilde derki ‘İstersen bu kitaba hiç bakma, sen de benim gibi koruyucusu ol çünkü içinde gördüklerin hiç hoşuna gitmeyebilir’ Kahramanımız inatla kitabı okumak ister ve kitabın sayfalarını çevirmeye başlar. Her sayfa aslında bir aynadır. Kitapta yazılı hiç bir şey yoktur... Bunu yayıncım Namık Kemal Atalay’a ilk anlattığımda, ‘Nasıl yani yazmayacak mısın içine bir şey?’ dedi. Sonra anladı sadece kapağı ayna yapmak istediğimi. Ayna resmi değil, ayna gibi görünen bir şey değil, gerçek ayna! Ve yüzlerce prototip hazırlandıktan sonra, kırılmayan bir ayna bulmayı becerdik. Şimdi her kopyanın kapağı tek tek elle hazırlanıyor.
Ya egzersizdir, seanstır filan dedin ya; bu yaşam koçu olayı nedir?
Yaşam koçluğu diye bir şey çıktı başımıza malum? Ne bileyim, ben de duyup duruyorum. Şaka bir yana, ben yaptığım işi yaşam koçluğu olarak falan görmüyorum. Ben de öyle adlandırdım ama sadece ortalık karışmasın diye. Ben sadece deneyimlerimi paylaşıyorum hepsi o. Ama okuyucularımıza bir uyarıda bulunmak istiyorum. 3 haftalık bir sertifika programı ile yaşam koçu olunmaz. Önce bir şeyleri deneyimlemeniz lazım ki; paylaşabilecek bir şeyleriniz olsun. Doğal olarak herkes bu işi yapmak istiyor çünkü akıl vermek çok zevkli ama sakın aklınızdan çıkartmayın, yaşam koçluğu asla akıl vermek değildir.
Peki yaşam koçunun yaşam koçuna ihtiyacı olur mu?
Terzi kendi söküğünü dikemez misali... İhtiyaç demek istemiyorum çünkü aslında hiç kimsenin hiç kimseye ihtiyacı yok. Ama destek dersek, evet benim de destek almam çok güzel oluyor. Hocam Darel ile çalışmalarım hala devam ediyor mesela. Çünkü ‘Ben oldum artık’ dediğiniz an, yokuş aşağı bir yol başlamış demektir. Ayrıca eşim Esra da bir yaşam koçu. Darel ile yıllardır üçümüz birlikte çalışıyoruz. Bazen birbirimize seans yaptığımız oluyor.
İlk kitabında okumuştum; mesela Hollywood’da oyunculuk bile yapmışsın. Şimdi oyunculuk ne alemde?
Bir süre ara verdim diyebilirim. Şu an seminerler, seanslar, kitaplar derken öyle yoğun bir hayatın içine girdim ki, oyunculuk konusunda son derece seçici davranıyorum. Sadece söz verdiğim bir proje var. Boğaç Ergüvenç’in Oyun Evi adlı bir filmi ve bu sezon çekmeye başlayacağı bir dizisi. Dizinin ilk sezonunda yer alamayacağım çünkü haziranda yine Amerika’ya dönüyorum ama ikinci sezon kesinlikle kamera karşısındayım.
Dizi meselesine girmişken sormasam hatırım kalır; Türk dizilerini nasıl buluyorsun?
Belki garip bir cevap olacak ama, Türk dizilerine bir oyuncu olarak güvenemiyorum. Senaristler ve yönetmenler aşırı bir baskı altında çalıştıkları için, kaliteden feci ödün veriyorlar. Setlerde olan olayları görüyorum. Oyunculara son anda verilen metinler, sonra sufle ile oynatmak vs. Bunlar benim becerebileceğim şeyler değil. Ben gerçekten daha sakin ve disiplinli çalışmayı seviyorum. O yüzden şimdilik bir tek yönetmen seçtim kendime ve sadece onun projelerine evet diyorum.
Gel ben seni daha zor bir sete götüreyim; İzdivaç setine. İlişkiler konusunda ne diyeceksin?
İki kişi olmayı neden beceremiyoruz? Hem beceremiyoruz hem de deli gibi izdivaç programlarını izliyoruz. Ahh ahh Telli Baba mezarında ters dönmüştür herhalde şimdiye kadar. Bak şöyle yapalım, kitabım çıksın, orada ilişkileri koca bir bölüm olarak anlatıyorum. Onu bir okusunlar sonra yine konuşalım...
Dilerim Telli Baba da huzura kavuşur o an. Neyse; son olarak şans oyunları mı senin kitap mı?
Hangisi içlerinden geliyorsa o. Bir tane doğru yok. Herkesi bir yerlerde bekleyen şans vardır mutlaka... Konuşmayı bitirdik ve en yakın bayiden bir Milli Piyango bileti aldım, bir de Sayısal Loto kuponu doldurdum. Hani bir şey çıkmazsa amortim hazır. Bir kitabın kapağındaki aynadan kendime bakacağım. Şans belki de gözbebeklerimin içinde bana bakmayı bekliyordur. İyi ve şanslı haftalar dilerim...
Bu yazı 17 Nisan 2011 tarihli Pazar Postası'ndan alınmıştır
2- İncirin üstüne 1 bardak ekleyin! Aç karnına içen 100 yaşına kadar yaşıyor: Kemikleri beton gibi yapıyor, kolesterol seviyelerini yere çakıyor, iç organları da temizliyor
- Kilosu 5 TL'ye düştü! Kapış kapış satılıyor: Kolesterolü yere çakıyor, yağları cayır cayır yakıp kemikleri beton gibi yapıyor
- Nasırın kökünü kurutuyor! Mantar ve egzamayı 1 günde geçiriyor, 10 dakika bekletince ayakları pamuk gibi yapıyor, sadece 2 malzemeyle yapılıyor
- Kahvaltıda kaşık kaşık yiyin! Kilosu 125 TL: Doğadaki en güçlü antioksidan, yağlanmış karaciğeri yeniden doğmuş gibi yapıyor!
- 1 kaşık eklemek yetiyor! Kemikleri beton gibi yapıyor, kolesterolün kökünü kurutuyor, vücuda demir yüklüyor