Muhteşem bir kadın, gerçek bir kent ozanı... Nazan Öncel’den bahsediyorum. Bugüne kadar hep şarkı sözleriyle hayatımıza dokundu ama bu kez, Everest Yayınevi’nden çıkan ‘Yarınsız Yarın’ kitabı vesilesiyle kapısını çaldık. Yazdığı şarkılar, yaptığı bestelerle kalbimize taht kuran, Nazan Öncel ile hem bu yeni kitabını hem de çok çarpıcı sözleri olan İmdat adlı eseri hem de kadınları, erkek şiddetini ve hayatı konuştuk… Alev Gürsoy Cimin / alev.gursoy@posta.com.tr
İyi ki şarkılar, besteler, sözler ve sosyal medya var! Yoksa sizi çok özleyeceğiz, Nazan Hanım nasılsınız? Hayat nasıl gidiyor?
İyi gidiyor, bende bir sıkıntı yok fakat yedi milyar insan bir Corona’yı haklayamadık ya ne desek az. Covid19'un ve 2020'nin sağlık çalışanlarının hakkını ödeyemeyeceğimiz bir süreç olarak tarihe not düştüğünü düşünüyor, doğanın da bir sabrı olduğunu anlıyor ve bu intikam biçimine saygı duyuyorum. Umutla, sabırla atlatmayı umuyorum. Fazlasında gözümüz yok.,
MAGAZİN RENKLİ HABERLERİ SEVER BEN ESTETİK YAPTIRMAM, SEVGİLİ DEĞİŞTİRMEM
Yeni kitabınız hayırlı ve okuru çok bol olsun…İyi ki böyle güzel bir esere imza attınız yoksa sizinle belki de röportaj yapmam mümkün olmayacaktı. Kitaba birazdan geleceğim ama önce size dair birkaç soru bulmuşken sormayı çok istiyorum… Hep işinizle gündemdeki yerinizi koruyorsunuz ama bir çok sanatçının aksine asla magazinel değilsiniz, asla sansasyonel hiç bir şeye isminiz karışmıyor, reklamın iyisi kötüsü olmaz mantığıyla asla ilerlemiyorsunuz. Sizi ve sanatınızı bu kadar özel kılan şeylerden biri de belki bu. Peki popüler kültüre yenik düşmeyen ve kaliteyi esas alan Nazan Öncel’in duvarları nelerdir? Neden her şeyle bu kadar mesafeli? Ya da bize mi öyle geliyor?
Öyle kara duvarlar çekmiş değilim, kendi doğrularımın rutiniyle yaşıyorum Aslında bizim mesleğimizin tabiatına aykırı bir durumdur bu ama magazin renkli haberleri sever, ben ise ne estetik yaptırırım, ne gece gezmelerim vardır, ileri geri konuşmam, sevgili değiştirmem, kötü alışkanlıklarım yok sadece işimi yaparım. Benim hayatım bu. Müziğe nasıl hizmet edebilirim var olanın üstüne bir taş daha nasıl koyabilirim derdinde olan biriyim. Birbirimizi anladığımızı sanıyorum.
Ortada gözükmüyor, televizyona çıkmıyor, çok röportaj vermiyorsunuz. Ama buna rağmen hep kalıcılığınızı korudunuz ve sadece eskiler değil, yeni jenerasyon da sizi biliyor ve eserlerinizi çok seviyor bunu nasıl başardınız ve başarıyorsunuz?
Karşılıklı olarak birbirinden memnun olma hali diyebilirim. Herhangi bir işi yapıyor olsaydım akşam beşte paydos ederdim, ama bizimki gibi üretime dayalı işleri yapan insanlar üretim duruncaya kadar çalışmayı sürdürür. Bunun bir sırrı varsa severek çalışmak olabilir.
Hayatınızın nasıl bir dönemindesiniz?
Yıllardır ertelediğim şeyleri yapma fırsatı yakalayınca bir kitap yazdım, ikincisini kafamda gezdirmeye başladım, bir de albüm bitirdim. Günde iki saat piyano çalışıyor, çömlekleri boyayarak geri dönüşüme kazandırıyor, hobilerime zaman ayırabiliyorum. Pandemiyi atlatalım, köy köy gezmeye devam edeyim diye bekliyorum.
Siz pandemi sürecini nasıl geçirdiniz diye sorsam…
Otuz senedir ev ve stüdyo hayatı yaşadığımdan kendimi ev hapsindeymiş gibi hissetmedim ama sakinliğimi koruyarak ekmeklere varıncaya tütsüleyerek, iç çamaşırlarından çoraplara kadar ütüleyerek, dişlerimi bile cifle temizleyerek, maske kıtlığında maske dikerek ederek geçirdim.
Hijyen manyağı olduk, halâ aynı tempoyla devam. Öte yandan gününü evde geçirmek zorunda kalanlar için de üzülüyorum doğrusu ama böyle bir mecburiyet de var tabii. Rahmetli Huysuz Virjin olsaydı şu yaş mevzuna mutlaka bir cevap yapıştırırdı: "Pandemi dönemindeki kadar yaşım yüzüme hiç vurulmamıştı" derken biz de mimlenirdik diye düşünüyorum.
Covid 19 yüzünden sanatçılar duran konserler, festivaller nedeniyle isyan etti hatta bazıları “geçinemiyoruz” dediler… Sanat dünyası sizce süreçte ne kadar yara aldılar ve siz bu süreci nasıl atlattınız?Sanatçılar duran konserler, festivaller nedeniyle isyan etti hatta bazıları“geçinemiyoruz” dediler… Sanat dünyası sizce süreçte ne kadar yara aldı ve siz bu süreci nasıl atlattınız?
Hayatına kendi eliyle son veren yüz dokuz müzisyen olduğunu üzülerek öğrendik, umarım arkası gelmez. Esnafın da, asgari ücretle masaya üç öğün aş koymaya çalışan vatandaşın da durumu ortada. Bütün bunlar fazlasıyla sarsıcı. Biz de önce sağlık dedik frene bastık dolayısıyla.
İMDAT VİCDANİ BİR ŞARKI, DEMOKRASİ DUYGUSU, İNSANİ SORUMLULUKLA YAZILDI
Mart Dünya kadınlar Günü’nde yine farkındalık yarattınız. Sözleriyle, verdiği mesajla tüm kadınların sesi olan imdat için size bir kadın olarak teşekkür ediyorum. Sözleri çok sert! Sarsıcı ifadeler de var, lafı tam gediğine oturtan sözler de… “Benim adım kadındır çiçek senin babandır” gibi efsane bir sözün de geçtiği bu güzel çalışmanın öyküsünü sizden dinlesek?
Bilenler bilir, şarkıların hikâyelerini anlatmayı pek seven biri değilim. İmdat gibi şarkılar tamamen demokrasi duygusuyla insani sorumlulukla yazılan şarkılardır genelde. Özetle vicdani bir durum. Albüm şarkılarını yazdığım süreçte bir eksiklik hissiyle devam ederken İmdat’ı yazdığım zaman albüm tamamlanmış oldu. Sonrasında elini kalbine koyanlar gelsin dedim, sağ olsunlar aynı sorumlulukla hareket eden başkasının acısına bakmayı bilen, seyirci kalmayan oyuncu şarkıcı, müzisyenle videosunu çekerek farkındalık yaratmak ümidiyle yayınladık. Bir işe yararsa ne alâ.
ŞİDDET, CİNSİYET DEĞİL İNSANLIK MESELESİ, VİCDAN , MERHAMET MESELESİ
Sözleri tüylerimi diken diken etti. Çok etkilendim…Etek boyumuzla bizleri kodlayanlara en ala cevapları vermişsiniz… “İster çarşaf giyerim, ister etek! Namus benim kafamda başka yerde arama, mercimek kadar beyninle suları bulandırma” diye devam ediyor…Gerisini siz söyleyin isterseniz…Bu erkeklere bir isyan mıydı?
O erkeği de doğuran bir kadınken bu kadar ciddi bir konuyu cinsiyet üzerinden ele almak doğru olmaz. Bu cinsiyet meselesi değil insanlık meselesidir, vicdan meselesidir, merhamet meselesidir. Gözü dönmüş bir adamın öfkesi kontrolden çıkıyorsa, karısına kızına, anasına bacısına merhametini yitirmişse, yaşama hakkını elinden alıyorsa bu kişisel değil ortak algının meselesi olur, hukuk meselesi olur, adalet meselesi olur. Buna benim kadar erkek kardeşim de isyan ediyor, oğlum da. İnsan olup da öfkelenmeyen var mıdır bilemiyorum. Hepimizin derdinin ortak olduğunu düşünüyorum. Anlatabiliyor muyum?
Teknoloji gelişiyor, çağ ilerliyor ama insanlık nedense geriye gidiyor bu çağda halen devam eden kadın cinayetleri, şiddet! Sizce neden bitmiyor? Şarkınızda da belirttiğiniz gibi, coğrafyanın kadın kaderi mi şiddet sizce?
Pek çok neden var eğitimden yetiştirilme biçimine, sevgisizlikten psikolojik, ekonomik sorunlara kadar ama en önemli nedenlerin başında bu kadınlar namus uğruna işlenen namussuz cinayetlere kurban gidiyorlar. Adam karısının kafasına uykuda sıkıyor, hızını alamayıp on yerinden bıçaklayarak öldürüyor, beş aylık hamile karısını bilmem kaç yerinden bıçaklamak suretiyle katlederken karnında taşıdığı bebeği de öldürüyor. Böyle insanlığa sığmayan cinayetlerdir bunlar. Yazıklar olsun.
İSTER ÇARŞAF GİYERİM İSTER ETEK. NAMUS BENİM KAFAMDA, BAŞKA YERDE ARAMA
Bu konuda hep çok duyarlısınız, kimse daha bu konulara uyanmadan siz tavır almış, Demir Leblebi ile bu kapıları aralamıştınız. 90’larda kadına şiddet, çocuk tacizi gibi konuları işlediğinizde bazı tutucu medya organlarında topa tutulmuştunuz. Hatta hiç unutmam ‘TIR’ların altında kalmış gibiydim’ diyordunuz. Bugün herkes bu konuyu konuşuyor, değişen tek şey bu sanırım. Dünden bugüne baktığınızda şaşırıyor musunuz?
Evet, ama duyarlı olmanın da bedeli oluyor işte… Bu şarkıyı yazdım diye şu ana kadar beni daha dövmediler, ne zaman başlayacaklar diye merak ediyorum doğrusu. Konuşmak yetmez, önüne geçmek, şiddeti durdurmak gerekir. Ölüm kalım gibi, kadın cinayetleri gibi, çocuk istismarı gibi son derece önemli olan meseleler insanların gözünde normalleşmeye başladı ki, üzücü olan da budur.
Daha dün adamın biri üç kızına yıllarca tecavüz etmiş, sonuç ne dersen ‘üç gün yatıp çıkacak’ derim. Oysa ağır, caydırıcı cezalarla çözülmesi gerekir. Tam olarak can güvenliğinden emin olabilecekleri bir dünya isteyen bu kadınlar tünelin ucundaki ışığı görmek için büyük bir mücadele veriyorlar…Ve yine geçenlerde on sekizinde bir kızımız zalim bir koca tarafından dört yerinden bıçaklanarak öldürüldü.
Ece Çiçek gibi daha kaç çiçeğin solacak, bilemiyorum. Her gün yeni bir kadın cinayetine tanık oluyoruz, iki gün önce Sezen Ünlü. Kader olsa alın yazısı der susarsın ama kader değil ki acımasızca yapılan acımasız cinayetler bunlar. Yeni yıla girerken sosyal medyada ölen kadınlarının adının yazıldığı bir liste çarptı gözüme, dedim ki “bu kadınlar 2021'i göremeyecek.” içim sızladı ama yetmez. Artık ne gerekiyorsa yapılmalı.
KENDİYLE MESELESİNİ ÇÖZMÜŞ İNSAN YOKTUR
Gelelim asıl konumuza, romanınız ‘Yarınsız Yarın’ nasıl güzel bir kitap ismi bu, o kadar derin, o kadar çok şey anlatıyor ki… Biraz kitaptan bahsedelim, okur bu kitabı eline alınca sizden neler bulacak?
Öncelikle şunun altını çizelim: Bu günlerde elimde İspanyol asıllı bir büyük yazar ve şair olan Jiménez'in Plateroİle Ben'i var. Düz yazıdaki şairane üslubu parmak ısırtacak nitelikte. Yazıyorum diyen herkesi kıskandıracak kadar muazzam. Bu dediğini o yüzden iltifat olarak kabul ediyorum.
Soruna gelirsem, bu bir otobiyografi değil, başı sonu olan hikâyeler bütününden oluşan, kara edebiyat türü, distopik bir roman. İnsan zaman zaman kendini de öykülerinin içinde bulabiliyor, bu kaçınılmazdır diye düşünürüm. Bazen çocukluğu, bazen de derin izler bırakan bir hatırasını hikâyesine dâhil edebiliyor. Bunu şarkılarımda da yaparım, hikâyelerimde de ama bunları dile getirmem. O başka kitabın konusu…
On iki yaşınızda Kış Baba’yı yazmış, çocukluğunuzun yaz tatillerinde de türlü çeşit hikâyeler yazmış; şimdi de tıpkı şarkılarınızda olduğu gibi bu kitapta da kelimeleri ilmek ilmek özenle şahane işlemiş kurgulamışsınız…Ne kadardır yazıyordunuz, bu kitabı yazdırmaya iten neydi sizi?
Dediğin gibi taa Milattan beri yazıyoruz. Yazmak bizde huydur. Zamanında o kadar çok yazıyorum ediyorum demişim ki, şuursuzluğum beni ele vermiş. Böyle bir beklenti doğmuş. İşin aslı bir gün Bebek kahvede Everest Yayınları’nın sahibi Vedat Bayrak’a rastladım, o da beklenti olduğunu hatırlatınca yazmam gerektiğini, yazdıklarımı okurla buluşturmam gerektiğini anladım, oturdum paşa paşa yazdım. İki senemi aldı.
SEVGİ İÇSEL BİR ŞEYDİR, DUYGULARIN KARAR VERMESİ ŞARTTIR
Kitaptan biraz spoiler verseniz, insanlar eline alınca neler bulacak hem kendinden hem sizden? Bize Umut’u anlatır mısınız, kimdir Umut ve Lale…
Umut’a gelince 2017 yazında babasını beş yaşındayken kaybeden bir çocukla tanışmıştım, bir bayram tatilinde dedesi ve anneannesiyle beraber bana taziyeye geldiklerinde üç gün beraber olduk ve arkadaşlığımız böyle başladı. Yalnızlığı, içine kapanıklığı, sessizliği çok dokunaklıydı, günlerce kendime gelemedim, bunu zihnimde gezdirirken yazmaya karar verdim.
Roman kahramanı olan Umut ergenlik çağındaki bütün masumiyetini ondan almıştır. Yazı böyle bir eylem, elindeki kalem nereye giderse o karakter de o oluyor. Kurgu oturdukça karakter de kendini buluyor. Umut da herkes kadar zaafları, herkes kadar hataları olan biri. Hepimiz kadar iyi, hepimiz kadar kötü. Kusurlarıyla insan. Bir yere kadar duygudaşlık yeteneğine sahip ama acımasız tarafları da var.
Biz çok matahız, çok mu şuyuz, çok mu buyuz mesela? Ne var ki bu anlamda Uğultulu Tepeler’in Heatcliff'inin eline kimse su dökemez. Bana (ben de dâhil olmak üzere)çok değil uzak veya yakın çevrenizden bir kişi gösterin ki kendisiyle olan meselesini tümüyle halletmiş olsun, tamamlanmış bir insan olsun deseniz şudur diyemem, öyle biri olsa peygamber olurdu.
Var mı öyle biri? Mış gibi yapanlar ayrı... Umut Fuzuli de bir yanıyla bir sürü şeyi dert edinen, yeri geldiğinde yardım sever, merhametli biri de olsa neler yapabileceğini de görüyoruz… O da içimizden biri işte. Bu noktada şunun altını çizdim; sevgi içsel bir şeydir, duyguların karar vermesi şarttır. Karşındaki de senin hissettiğin gibi hissetmek zorunda değildir dedim. Bunun zorla mümkün olamayacağını anlaması lazımdı, anlattım.
VİCDAN ROMANIN TEMEL KONUSU
Kırılma noktası neydi Umut’un?
Bazen durup beklemek gerekir, o süreç belki son dönemeçte aklını başına getirir insanın, bazen de getiremez. Umut'u da dut gibi silkelemek lazımdı, silkelendi. En kötü insanın bile içinde bir yerlerde bir 'iyi' vardır, bunu vicdan yoluyla hatırlattım ona. Merhamet ve vicdanla beraber pişmanlığın sonradan geldiğini anlattım okura. Esasen her ne kadar aşk başrolde olsa da vicdan romanın temel konusu. Her karakterin vicdanını bir kere de olsa sorguladığını veya vicdanın kendisini dürttüğünü de bir şekilde anlatıyorum.
GEÇMİŞ, BİR İŞE YARAMAZ ANCAK BUGÜNÜN NEŞESİNDEN ÇALAR
“Bazıları geçmişini susturmayı, bazıları geleceğini konuşturmayı hayal eder durur. Diyorsunuz… Siz hangisisiniz?
Geleceğin bilinmez oluşu, sürprizlilerle dolu olması hayatı katlanabilir kılıyor, geçmiş ise hatıraları iki de bir yolunuza çıkartarak gözünüze sokuyor. Burada ağladık, şurada düşündük diyor. Ama her şeye rağmen insan daima ileriye bakmalıdır, geçmiş geçmiştir. Pek bir işe yaramaz, geçmiş ancak bugünün neşesinden çalar.
Romanda pek çok karakter ve dolayısıyla onların da hikâyeleri var. Bu hikâyeler yıllar içinde yazdıklarınız mı, nedir aslı?
Zamanında yazdığım öyküler bir kenarda durarak sırasını bekliyor. "Oğlum bu dosyalar sana emanet" diyerek onları ona teslim ettim... Oradan buradan yamamaya çalışmak romandaki hikâyelerin devamlılığını bozabilir, zararı dokunabilirdi. Bugün yoktan var edilen hikâyeler ve karakterler bunlar, yazarken aktı gitti.
“Bazen bir yarın bir ömre değecek kadar değerli olur ve o tek bir güne her nefesinde minnet duyarsın…”Ne doğru bir söz…Bunu biraz açar mısınız?
Evet, bugün veya yarın insanı son çıkışta yakalayarak düze çıkarabilir, o unutulmazdır. Hayatınızı değiştirendir, minnet duymayıp da ne yapacağız…
EN KÖTÜ İNSANIN BİLE İÇİNDE BİR YERLERDE BİR ‘İYİ’ VARDIR
Bu romanda Umut ve Lale 90’lardangelen kahramanlar, siz bugün durduğunuz yerden 90’lara bakınca ne görüyorsunuz?
Umut sayesinde 90'lara dönüp bakmış oldum. Oradan bakınca Madımak'ı gördüm, Özal'ın Naim Süleymanoğlu'nu yurda getirerek vatandaş yapmasını gördüm, Papatyaları gördüm. Aynı dönemde Cem Karaca'ya vatanına dönmek için 'El etek öptü diyerek o güzelim şarkıları bir dakikada nasıl gömdüklerini üzülerek gördüm. Olacak O Kadar'dan, Bizimkiler'e...
Ardında pek çok acı bırakan Kocaeli depremi; büyük kayıplar. Prenses Diana'nın ölümüne de, Kurt Kobain'in trajik gidişine de o dönemde tanık olduk. Körfez Savaşı ve dünyayı ayağa kaldıran Saddam... İnternet ve cep telefonlarıyla tanışmamızdan hemen önce kemerlerimize taktığımız Çağrı cihazları, kulaklarımızı dolduran walkmanlar, özel radyolar, özel televizyonlar, popüler müzik ve 32. Günden, Cumartesi Annelerine kadar pek çok şeyin tarihsel arka planıdır.
“İnsanın arkasında hiçbir pişmanlık bırakmadan yaşaması lazım. Mühim olan adam gibi onurunla yaşayıp gitmektir bu dünyadan, eğilip bükülmeden... “Referansın neyse o kadarsındır.” Yabancı gelmedi değil mi? Çünkü bu cümle sizin… Size ait beni derinden etkileyen bir cümleniz…Geldiğiniz noktada ne kadar hayattan mutlu, umutlusunuz?
İnsan yaşadıkça çok şey öğreniyor, öğrendiklerinin başında hoş görülü olmak, şikâyet etmemek, küçük şeylerden haz almak gibi şeyler geliyor. Ne kadar hafifleyebilirsem o kadar iyi. Memleket meselelerini bunun dışında tutarak söylüyorum, şöyle ki: Huzur alanımı genişletmeye çalışarak idare ediyorum.
EZHEL’İ DİKKATLE TAKİP EDİYORUM, DARISI ‘MÜZİSYENİM’ DİYEN DİĞERLERİNİN BAŞINA
Sokak Kızı gibi bir efsaneyi hayatımıza soktunuz. “Sokarım Politikana” şarkısını yaptığınızda yıl 1999’du. Şimdi böyle şarkılar neden yapılamıyor sizce? İçinde bulunduğumuz siyasi konjektör mü yoksa insanların kaygıları mı?
Söyleyecek sözün varsa o kadar hesap yapamazsın, kendine karşı da bir dürüstlüğü vardır insanın, şuymuş buymuş bir yere kadardır. Diyeceksen dersin. Anlatabiliyor muyum? Öte yandan önde gelenler olmasa da alttan gelen bazı müzisyenler eskisi kadar suskun değiller. Artık sözlerini esirgemiyor, söylemek istediğini söylüyor diye düşünüyorum. Mesela Bandista, mesela Adamlar grubu, Ezhel, Ozbi gibi grupları dikkatle takip ediyorum. Darısı müzisyenim diyen diğerlerinin de başına. Esas mesele oto sansür. Dönüp dolaşıp vicdan meselesine geliyoruz. Bütün yollar oraya çıkıyor.
Yeni albüm çalışmanıza dair de bilgi verseniz de dinleyicilerinizi sevindirsek.
Böyle iri laflar etmeyi sevmem ama dinleyenler yıkılıyor diyor, umarım öyledir.
Sosyal medyayı sık değil ama yerinde kullanıyorsunuz, nasıl aranız bu mecralarla, oradaki dille?
Bir şikâyetim yok. Sanırım iyi gidiyoruz.
Son olarak çağdaş kadın Ozan’ımız olarak nitelendiriyorlar sizi. Peki kadın ozanımızdan ülkenin fotoğrafını çekmesini istesek bize ne anlatır, neler görüyor?
Dünyayı değiştirmeye çalışan bir avuç gençliğin çırpınışı karşısında acizliğimizi, mahcubiyetimizi görerek üzülüyorum. Gençlere bir yarın borçlu olduğumuzu düşünerek onlardan özür diliyorum.
- Temizlik suyuna 1 kaşık eklemek yetiyor! Parkeleri ve fayansları ışıl ışıl yapıyor
- Yeni yıla girmeden iğne ipliğe döndürüyor! Her gün 1 kaşık yetiyor: Metabolizmayı makine gibi çalıştırıyor, adeta yağları akıtıyor
- Tahini yıllarca yanlış yemişiz! Kalsiyum ve demir deposu karışım: Kemikleri taş gibi yapıyor, bağırsakları makine gibi çalıştırıyor
- Pazarda gören kapış kapış alıyor! Bağırsakları motor gibi çalıştırıyor: Damarları hortum gibi açıyor
- Cilde A vitamini yüklüyor! Bal ve yoğurtla karıştırıp için: Cildi 10 yaş gençleştiriyor, kolajen üretimini hızlandırıyor