Nermin Bezmen, yine duygusal derinliği olan bir romanla karşımızda. ‘Unutkan Aşk’, 20 yıllık bir aşkın iki kahramanı, Maya ve Atlas üzerinden aşkta fedakarlık duygusunun sınırlarını sorguluyor. Adının ‘Unutkan Aşk’ olması tesadüf değil çünkü kahramanı Maya, bir Alzheimer hastası. Ama bir araya gelmişken sadece romanla sınırlı kalmadı sohbetimiz. Buyurunuz… Oya Çınar / oya.cinar@posta.com.tr
‘Unutkan Aşk’, geçtiğimiz günlerde okuyucuyla buluştu. Unutkanlık, olumsuzluğu çağrıştırırken ‘Unutkan Aşk’ yine de kulağa romantik geliyor...
Alzheimer, hem hastaya, hem yakınlarına büyük acı veren, çaresizlik yaşatan ve kurtuluşu olmayan bir hastalık. Özellikle büyük bir aşk hikayesi etrafında işlemek istedim ki acısını, dehşetini yumuşatsın. Alzheimer beyni ele geçiriyor, aşk ise kalbi. Bu ikisinin mücadelesini yazmak istedim.
Romanın bütününe “Aşkta fedakarlığın sınırları nereye kadar gidebilir?” sorgulaması hakim...
Evet çünkü Alzheimer, özellikle hastanın bakımını üstlenen yakınının, bir yerden sonra kendi hayatını, kendi gerçeğini unutacak kadar büyük bir fedakarlık yapmasını gerektiriyor.
ANNEMİN VE ESKİ EŞİMİN HASTALIĞA TESLİM OLUŞUNU HÜZÜNLE İZLEDİM
Sizin yaşanmışlıklarınızdan da izler taşıyor.
Anneciğimi Alzheimer’dan, rahmetli ilk eşimi de hızla ilerleyen bir demans çöküşünün akabinde kaybettim. Hayat dolu, aktif, entelektüel o iki insanın, o mükemmel beyinlerinin hastalığa nasıl teslim olduğunu adım adım hüzünle izledim. Onlara bakarken, dünyalarını daha iyi anlamak için çok yakından takip etmiş, ince notlar almıştım. Bu bilgileri de hep kullandım romanımda.
DAHA OBJEKTİF YAZMAK İÇİN ARAYA ZAMAN KOYARIM
‘Unutkan Aşk’ı ne kadar zamandır içinizde taşıyordunuz?
Anneciğimi kaybettikten hemen sonra aklıma düşen bir romandı bu aslında. Ancak kendi yaşanmışlığımla duygularım o kadar bana aitti ki, beklemeyi tercih ettim. Çok yara aldığım konularda duygularımı, kızgınlıklarımı, isyanlarımı ya da her ne ise olayın bana yaşattığı, hep taze tutarım. Ama daha objektif yazmak için araya zaman koyarım. Bu şekilde roman da bir anı defteri olmaktan çıkar, herkesin hikayesi olur.
Alzheimer, herkesin mutlaka duyduğu ama aslında ciddiyetinin boyutlarını çok da bilmediği bir hastalık değil mi?
Maalesef, tüm dünyanın başında büyük bir illet ama musallat olduğu ve arttığı oranda önemsenmiyor, bilinmiyor. Şu anda dünyada 37 milyon, Türkiye’de 400.000 Alzheimerlı var. Tedavisi yok, durdurulması söz konusu değil. Ölüm kesin. Belirtiler su yüzüne çıktığında Alzheimer, 10 sene önce beyni ele geçirmiş oluyor. Irk, gelenek, kültür, entelektüel seviye tanımıyor. Tıpkı ölümün kendisi gibi.
HER AN DEĞİŞEN BİR KİMLİK SEVDİĞİNİZİN YERİNİ ALIYOR
İnsan yakını Alzheimer olunca o süreçte neler yaşıyor?
O da, siz de her şeyi ayrı ayrı sorguluyor fakat cevap bulamıyorsunuz. Sonra süreç ilerliyor ve her gün, hatta her an değişebilen bir kimlik sevdiğinizin yerini alıyor. Sadece zihinsel değil, fiziksel bir çöküş getiriyor. Yakınınız günlük hayatını idame ettirebilmek için her gün daha fazla yardıma ihtiyaç duyuyor. Bu da onu utandırıyor, öz güvenini kırıyor. Bu anlarda yapılabilecek tek şey, onu anlamaya, onun dünyasına geçmeye çalışmak.
Yakını Alzheimer olduğu için bundan utanan, mahcubiyet duyan insanlar var...
Maalesef herhangi bir şekilde özrü, hastalığı, eksikliği olan insanlara şefkatle, anlayışla yaklaşmak konusunda toplum olarak sınıfta kalıyoruz. Düşünceleri sapık, ruhu pislik içinde olan nice insan, tavrı, giyimi, titri ile kabul görürken bir hastalığın sakatladığı veya özürlü doğmak şanssızlığını yaşayan insanlar dışlanabiliyor.Hep “Çevredekiler ne der?” düşüncesi yüzünden. Halbuki hastamızın durumunun hassasiyeti, herkesin ne düşündüğünün çok önünde gelmeli. Alzheimer bir ayıp değildir, hepimizin başına gelebilecek bir ölüm halidir.
KADINLARIMIZ ÖNCE KENDİLERİNİN DEĞERLİ OLDUĞUNA İNANMALI
Röportaj yaptığım bazı insanların, özellikle kadınların belli bir yaştan sonra aşktan söz etmekten çekindiklerini, hatta o duyguyu kendine hak görmediklerini hissediyorum. Sizce bu neden?
Çok farklı sebepleri olduğuna inanıyorum. Tabularla büyümek, duyguları saklamayı ve hatta bir yerden sonra köreltmeyi getiriyor. Kadının bedeni, duygularıyla ilgili sahipliği ve öz güveni çok önemli. Bu farkındalığı yaşayamayan kadınlar için bedenleri, cinsellikleri, seçimleri kendi hür düşüncelerinden ziyade “El alem ne der?” endişesi üzerinden yaşanır.
Bu da duyguların bastırılmasına neden oluyor sanırım...
Kesinlikle öyle. Aşk, herkesin hakkıdır. Yaşı, zamanı, mekanı olmaz. Kadınlarımızın önce kendilerinin değerli olduğuna, aşkın hakları olduğuna inanması gerek. Bedenlerimiz, ruhlarımız, kalplerimiz, seçimlerimiz sadece bize aittir. Hakkını verdiğimiz her şeyi hak ederiz. Aşk da buna dahil.
Romanda “Zamansız kadın” ifadesi Maya’nın çok sevdiği bir ifade. Siz de insana o duyguyu geçiriyorsunuz...
Evet, ben de öyleyim (Gülüyor). Zamanla ilgili garip, farklı bir duygum var. Sanki zaman hep aynı, duran dev bir bulut da ben gönlümce onun içinden geçip gidiyor, harika bir yolculuk yapıyorum hissi bu. Her yaşımı severek ve hakkını vererek yaşadım. Ne kadar zorluk, üzüntü, maddi-manevi yorgunluk yaşamış olsam da her devrimi çok sevdim.
“Keşke hayatımın şu dönemini yeniden yaşayabilsem” dediğiniz olmuş mudur?
Hiç, geri dönüp tekrar yaşamak istediğim bir dönemim olmadı. Olgunluğumu, tecrübelerimi, neşesi bitmeyen bir çocuk gibi, tatlı serseri, başına buyruk bir genç kızın duygularıyla ve cesur bir kadının müdanasızlığıyla harmanlayabilmekten çok mutluyum.
TOLGA, BENDE HEP ARAYIP BULAMADIĞI KADINI BULDUĞUNU SÖYLER
Tolga Savacı ile uzun zamandır birliktesiniz ve beş yıl önce evlendiniz. Nasıl anlatırsınız yaşadığınız aşkı?
İlk günden beri dürüst bir aşk yaşıyoruz. Ben, aşksız beraberliğe uzağım ve aşkın yakalandıysa beslenip, ilelebet yaşatılmasına inanırım. Tanıştığımızda ben hayatımın çok acılı ve hüzünlü bir devresindeydim. O ise son derece yorucu, yıpratıcı bir döneminden yeni kopmuştu.
Hangi yanlarından etkilenmiştiniz?
Onun şöhretin şımartamadığı alçak gönüllüğüne, samimi, dürüst, komplekssiz, sıcacık karakterine ve sevgisini ifade şekline aşık oldum. O, bende hayatı boyunca hep arayıp bulamadığı kadını ve aşkı bulduğunu söyler. Kimse, bir diğerini değiştirmeye uğraşmadı. Hep aynıyız, hep ilk gün birbirimize “Merhaba” dediğimizdeki gibiyiz.
AŞK GEÇİCİ OLMAZ, AŞKI GEÇİŞTİRMEK OLUR
Sizce aşk sonsuz mu yoksa romanınızın adındaki gibi unutkan bir duygu mu?
Aşk geçici olmaz, aşkı geçiştirmek olur ancak. Sevgiyse aşkın evrelerinden biridir, dereceleri vardır. Antik Yunanlıların sevgiden aşka uzanan ayrıntılı tarifini çok severim. Romanımda da kullandım bunu. Philia arkadaşlık, Storge kardeşlik sevgisini temsil ediyor. Sonra Eros geliyor. Kontrolsüz bir şekilde, sürekli “Seni seviyorum” diye haykırma arzusu yaratan sevgi... Bir de Agape var, aşkın en hayran hali, eylem hali. İşte Agape’yi, Eros ve arkadaşlık sevgileri ile harmanlayıp yaşayabiliyorsanız, aşk geçmez de gitmez de... Kalır sizde.
CİNSELLİĞİ YAZARKEN OTOSANSÜR YAPMIYORUM, BENİM İÇİN ANLAMI NEYSE ÖYLE YAZIYORUM
Sizin romanlarınızda hep dikkat ettiğim bir şey var. Cinselliği çok estetik bir şekilde veriyorsunuz. Bu özellikle yaptığınız bir şey mi?
Bu, tamamen benim yaşam tarzımla, hayata bakışımla alakalı. Hayat, ne kadar coşkulu, tutkulu ve çılgınca yaşanırsa yaşansın hep bir zarafetle yaklaşmaktan yanayım. Sevgi, aşk, cinsellik çok önemli unsurlar. Hakkı verilmeli. Geçici bir tatmin için değil, iz bırakan, gizemli, mistik bir yolculuk gibi yaşanmalı. Ben, aşkın, cinselliğin benim için anlamı neyse öyle yazıyorum. Otosansürüm yok.
CİNAYETLERE ROMANTİZM KATMAYA UĞRAŞMASIN KİMSE, OLMUYOR!
Son dönemde artan erkek şiddeti üzerinden günümüzün aşk, ilişkiler ve sahiplenme anlayışı üzerine neler söylersiniz?
Genel anlamda bir şiddet artışı var. Saldırganların kurbanı da daha ziyade, karşılarında daha güçsüz olarak gördükleri kadınlar ve çocuklar. Kanunda olmasına rağmen cezalar her sudan sebeple indirim görüyor. Bu cinayetleri ‘Aşk cinayeti’ diye seslendirmek çok hatalı. Şiddetin, cinayetin aşkla, sevgiyle hiçbir ilgisi olamaz. Sahip olmak arzusu ile aşk karıştırılıyor. Cinayetlere romantizm katmaya uğraşmasın kimse. Olmuyor!
Şiddet vakalarının büyük çoğunluğu, erkeğin kadın bedeni ve hayatı üzerinde hak görmesiyle alakalı.
Maalesef! Kadın mal değil, bireydir. Kadının bedeni üzerinde, ruhu, düşleri, düşünceleri üzerinde hakimiyet ve sahiplik kurmaktan vazgeçsinler. Kimseye zararı olmadığı müddetçe, kadın, kendisini istediği gibi ifade eder, istediği gibi taşır. Kanun koyucular, uygulayıcılar, yöneticiler artık canilerden yana olmadıklarına dair kesin söylemlerle ve uygulamalarla ortaya çıkmalı. Yoksa alenen bu sapıklara ve katillere meydan açıyor, bu suçların ortağı oluyorlar gözümüzde.
- Kilis'te hasadı başladı! 3 kuşaktır aynı topraklarda üretiliyor: Damarları çamaşır suyuyla temizlemiş gibi yapıyor
- Organları ve damarları çürütüyor! Vücudu baştan aşağı zehirliyor: Böbrekleri iflas ettiriyor
- Bayburt'ta hasadı başladı! Kilosu 10 TL: Kolesterolü düşürüp kabızlığın ve basurun kökünü kazıyor!
- Karadenizliler ondan vazgeçemiyor! Soğuk algınlığı ve gribi bitiriyor: Bağırsakları makine gibi çalıştırıyor
- Cilt tonunu eşitliyor! 2 malzemeyi karıştırıp sürün: Parlamanın önüne geçiyor