Okan Bayülgen, birkaç cümleyle özetlemesi en zor insanlardan biri. İnsana bir sürü farklı duyguyu bir anda hissettiriyor; saygı, hayranlık, neşe, sinir… Ve çok entelektüel. Bazen bir ansiklopedi okuyormuşsunuz hissi veriyor; sonra bir anda çok muzır bir laf ediyor… Her zaman sivri bir fikri, dikkat çeken bir üslubu ve farklı bir duruşu var. Yeni oyunu ‘Richard’ vesilesiyle buluştuk. Bizi evinde misafir etti. ‘Richard’ı ve daha fazlasını konuştuk. Oya Çınar / oya.cinar@posta.com.tr
Oya Çınar / oya.cinar@posta.com.tr
Nasılsınız?
İyiyim, yine çok koşturmalı, oyunlu, çekimli bir sezon başladı. Bu duruma ‘çalışmak’ demiyorum tabii, hep sevdiğim şeyleri yaptığım için, dünya ne güzel ve bana bir sürü iş çıkarıyor gibi bakıyorum.
Üç sezon Mozart yolculuğunuzdan sonra Shakespeare’in ‘3. Richard’ uyarlamasını sahneye taşıdınız. ‘Richard’ı sahneye koyma fikri nasıl gelişti?
Kafamda yavaş yavaş oluştu; seyircimize de çok güvendim çünkü sofistike bir oyun. Başlangıçta anlaşılması kolay değil ama zamanla seyirciye bir puzzle çözme zevkini verecek şekilde tasarladım. 2020’lerin bakış açısıyla, ona bugünden bakarak; göç sorunu, başka yerde olmak, başka ülkede ya da ailenin içinde öteki olmak, yalnızlık, güç isteği, eziklik gibi kavramları sorguladık.
‘Ötekilik’ sizin tanıdığınız bir duygu mu?
Yalnızlık, insana öteki gibi hissettirir. Herkesin çocukluğunda bir ötekilik kaygısı vardır. Bugün pek sokakta oynayan çocuk yok ama sokakta oynamış çocuklar bunu çok iyi bilir çünkü bununla sınanmıştır. Ama bugünkü çocuklar öyle değil maalesef. Bunu birlikte çalıştığım gençlerde de görüyorum. Evden hazır bir kimlikle gelmiş, halbuki o kimliğin sokakta sınanması gerekiyordu. Gerçek hayatın oyunlarını oynamazsanız, sadece sanal evreninizde vakit geçirirseniz, hayatın içinde büyük bocalama yaşarsınız.
ÖFKE DÜZEYİ BENİ ÇOK KAYGILANDIRIYOR
Türkiye gündeminde sizi en çok hangi konular kaygılandırıyor?
Birbirine diş bileme… “Ben buranın asıl sahibiyim, sen yabancısın” bakışı ve bir yandan da “Buranın asıl sahibiyim ama galiba artık burada yaşamayacağım” planları kaygılandırıyor. Öfke düzeyi ve kültürel olarak beraber eğlenme, birlikte üretme alışkınlığımızı kaybetmiş olmak kaygılandırıyor.
Üzücü gerçekten…
Çok üzücü hem de. Mesela ben ülkemi gezip fotoğraflarken çoğu yerde bir tane standart az şekerli Türk kahvesi yaptıramadım kendime. Bunlar küçümsenecek şeyler değil. Yeme içime kültürü de beraber yiyip içerek gelişir. Ben çok ünlü bir şefim, uydur uydur yap… Olmaz. O tat da o masada üretilir. Nerede nasıl davranacağımızı da bilmez hale geldik. Bunlar çok önemlidir. Lokanta da nasıl davranacağını öğrenmek, bilmek gerekir, kıraathanede de evde de…
Bu ortak duygular ya da ortak davranış bilinci artık neden yok sizce?
Çocuklarımız artık yaşlıların da bulunduğu evlerde büyümüyorlar. Nesilden nesile bir kültür ve beraberlik duygusu aktarılmıyor. En basit örneği bayramlarda herkesin tası tarağı toplayıp başka yere koşması… Belki ben hep yatılı okullarda büyüdüğüm için buna çok önem veriyorum. Aile üç kişiden oluşan bir topluluk değildir, çok daha büyük bir şeydir. Tüm bunlar da size bir ‘tonton amcadan masallar’ gibi gelmesin. Kendi toplumunu tüm farklılıklarıyla büyük bir aile olarak görmek, sevinçte de acıda da bir arada durabilmek, kültürel aidiyet çok kıymetlidir. Tek başına aidiyet iyi olmayabilir, onu tartışalım ama kültürel aidiyet, folklorik aidiyet, entelektüel aidiyet çok değerlidir.
DEĞERLİ BULDUĞUM KURALLARA SAYGILIYIM, BİRİLERİNİN UYDURDUĞU KURALLARA DEĞİL
Siz hep asi bir çocuk muydunuz?
Hep öyleydim, hala öyleyim. Bir yandan bazı değerli bulduğum kurallara çok saygı duyarım bir yandan da birilerinin kıçından uydurduğu kurallarla hep mücadele ederim.
Kıskançlıklarınız var mıdır?
Her zaman olmuştur. Ben bir sürü şeyi kıskanırım ama sanat beni şöyle kurtardı; başkalarının hayatlarını değil üretimlerini kıskanıyorum.
Hayatınızdaki kadınları kıskanır mısınız?
Tabii ki kıskanırım. Ancak bu tip duyguları hissetmek sorun değil, sorun bunları davranışına nasıl yansıttığınla ilgili… “Sinirlenir misin?” derler mesela. E tabii ki sinirlenirim ama nasıl sinirlendiğin önemlidir. Biri medeni bir şekilde konuşarak duygusunu dile getirir, öteki baltayla karşısındakinin kafasını kesmeye kalkar.
HAYATIN HIZLA AKTIĞINI BABA OLUNCA ÖĞRENDİM
Anne ve babaların çocuklarına hep söylediği bir söz vardır: “Anne-baba olunca anlarsın.” Siz, kızınız İstanbul’dan sonra en çok nelerin farkına vardınız?
Hayatın hızla aktığını ve hiçbir şeyi geçiştiremeyeceğimi, her şeyi hemen yapmam gerektiğini, sürekli yumurtanın kapıya geldiğini ve benim mutlaka orada ve sorumluluğumu bilerek var olmam gerektiğini anladım.
ARTIK DAHA SABIRLI BİR AŞIĞIM, SÜREKLİ SEVGİLİ DEĞİŞTİRMİYORUM
Aşk sizce özünde sabırlı mı yoksa sabırsız bir duygu mu?
Ben daha sabırlıyım. Bir de artık sevgili değiştirmiyorum. Uzun süredir aynı insanla beraberim ve çok mutluyum çünkü daha derin bir paylaşım var.
Normalde her şeyden çabuk sıkılan bir insansınız diye tahmin ediyorum…
Evet ama maymun iştahlılık çözülmesi gereken bir problem. Maymun iştahlılık, sürekli bir insandan bir insana ya da bir şehirden bir şehre, bir işten başka bir işe sıçramak demek… Halbuki sabretmelisin. Bir şeyi yapmayı öğrenmek, sabırla ilgilidir. Ne istiyorsan yap; seks ya da silah kullanmak ya da motosiklete binmek, hiç fark etmez. Durmalı ve sabretmelisin.
30’LARINDAKİ OKAN’I HİÇ ÖZLEMİYORUM, ONDAN TATLI TATLI UTANIYORUM
30’larındaki ya da 40’larındaki Okan’a bakınca ne hissediyorsunuz?
Dalga geçiyorum ve bir sürü şeyden tatlı tatlı utanıyorum. Büyük pişmanlıklarım yok, “Ah keşke!” demiyorum ama “Ne salakmışım bu da yapılır mıymış?” diyorum. O yaşlardaki Okan’ı hiç özlemiyorum hiç. Ne eskide kalmış bir kadını ne eskide kalmış bir eğlenceyi, bir şehri, bir evi… Ürettiklerim için de aynısını söylerim. Hep, “Bu çok daha iyi yapılabilirmiş” diyorum.
KADINA ZULMEDEN ERKEĞİN ASIL PROBLEMİ PENİSİDİR
Önceki röportajımızda söylediğiniz, “Seksi bıraktım” sözleriniz çok konuşulmuştu.
Biz orada çok güzel şakalaşıyorduk aslında. (Gülüyor) Her röportaj bir öncekinin devamı oluyor röportajı veren için... Ben de orada sizden öncekilerin de hepsine birden bir yanıt vermiş oldum. Ama şu var tabii; bana da “E ama sen açıyorsun konuyu hep” diyorlar.
Siz seksi konuşmaktan mı sıkıldınız aslında?
Hayır, aksine seksi konuşmak önemli ve değerlidir. Ben kendim üzerinden konuşulmasından sıkılmış olabilirim. Yoksa seksi konuşmak çok eğlenceli ve gereklidir de. Ama insanlarımız seksi konuşmayı da beceremiyor. Kaba saba ve cinsiyetçi şakalar yapılıyor. Kim yapar bu kaba sabalığı, Levent Erden Abimizin de dediği gibi gerçek bir konuşma akçesi olmayanlar yapar. Halbuki nasıl yemekten uzun uzun konuşuyoruz… Bir zeytinyağlı dolmayı yarım saat anlatıyor adam. Çok da sofistike bir şekilde anlatıyor üstelik. Yanı sıra tüm hayatımızı şekillendiren, siyasetten, ekonomiden, futboldan daha çok biçimlendiren seks konusunda konuşamıyorlar.
Neden sizce?
Çünkü bir mahremiyet atanıyor. Sekse mahremiyet atarsanız cahil kalmışsınız demektir. Mahremiyet insanı cahilleştirir. Bence çok konuşulmalı ve neşeyle, bilimsel, birbirine ilham vererek konuşulmalı. Ortaokul düzeyinde kalmış bir cinsellik bilgisiyle sağlıklı bir yaşam sürdüremeyiz. Konuşulmalı ve toplumsal gruplar bu konuda konuşarak ferahlamalı. Mesela benim yaptığım birkaç tane penis programı var, bununla övünüyorum. Türkiye’nin çok önemli ulusal kanallarında yaptım üstelik. Bütün erkeklerin penis problemi var.
Bu tespiti açalım…
Güç problemleri var, boy problemleri var ve bunlar tüm yaşamlarını şekillendiriyor. Erkeğin kadına karşı olan saldırganlığında, zulmünde aslında onun kendi cinsel sorunları var. Bu sorunlar zamanla karşısındaki kadını yok etmeye kadar götürür erkeği. Her anlamda yok etmek… İlişki içinde tüketmek, kısıtlamak, ezmek… En ileri boyutu da canına kastetmek… Oysa bu konular rahat rahat konuşulsa erkeklerin, ona bağlı olarak da kadınların çok büyük sorunları çözülmüş olacak.
ESTETİKLİ YÜZLERDEN VE VÜCUTLARDAN TİKSİNİYORUM
Estetikli kadınları eleştirdiğiniz bir konuşmanıza denk geldim. O sırada yanımdaki arkadaşım, “Sokakta yanından çok güzel ve estetikli bir kadın geçse bakmayacak mıymış yani?” dedi.
Bakmayacağım, zaten kocaları da bakmıyor onlara. Hiçbir şekilde çekici gelmiyor. Yapılmış vücutlar, yapılmış yüzler bende tiksinti yaratıyor. Bu ülkenin farklı genetik yapıda kadınlarına bayılıyorum. Kemerli bir burnu çok güzel buluyorum mesela. En önemlisi de yapılmamış bir yüzde artık oturmuş bir karakteri, o kadının kendine ait izlerini çok seviyorum. Dikkat edin; evet genç kızlar çok güzeldir, ciltleri pürüzsüzdür ama bakışları aptal saptaldır. Çünkü karakteri oturmamıştır daha. Anlam yoktur yüzünde. 30’larında, 40’larında, doğal bir kadın çok güzeldir. O kadar güzeldir ki işte ona aşık olursunuz. Bir fotoğrafa aşık olmuyorsunuz çünkü… Yaşayan, kımıldayan, hareket eden bir varlığa aşık oluyorsunuz. Fotoğraf ölüdür ve bir fotoğrafa ancak aptallar aşık olur.
Kısa kısa…
Sabah uyandığınızda yaptığınız ilk şey?
Düşünmek.
Günde kaç saatiniz telefonda geçiyor?
Hiç. Nefret ediyorum telefonla konuşmaktan. Çok sevdiğim, özlediğim biri aramıyorsa çok sıkılıyorum.
“Hiç denemedim asla da yapmayı düşünmüyorum dediğiniz bir şey?
Sporla ilgili şeyler galiba.
Üzerinizdeki en etkili libido öldürücü?
Yüksek egolu bir kadın.
Başlayınca durması zor olan bir şey?
Seks.
İyi bir erkek yalanı?
Sana aitim.
İyi bir kadın yalanı?
Sana aitim.
Masum flört diye bir şey var mıdır sizce?
Flört her zaman vardır tabii ki masumları da var.
Fotoğraflar: OZAN GÜZELCE
- Özel izinle ekiliyor! Kilosu 6 bin TL: Yorgunluğu tarihe karıştırıyor: Şişkinlik ve hazımsızlığın kökünü kurutuyor
- 1 litre suyla karıştırıp için! Göbekte biriken yağları eritiyor: Kalori yakımını hızlandırıyor
- Selçuklu sarayından eksik edilmeyen meyve! Konya'nın verimli topraklarında yetişiyor: Zengin antioksidan deposu besinler listesinde ilk sırada
- Dibi tutmuş tavayı, tencereyi eski haline çeviriyor! Yandı diye çöpe atan pişman oluyor
- ABD'nin meşhur meyvesi! Türkiye'de kıymeti bilinmiyor: Prostat büyümesinde %90 etkili besin