Ünlü yönetmen ve oyuncu Ezel Akay’dan bahsediyorum. Bu sefer, BluTV’de başlayan ‘Yarım Kalan Aşklar’ dizisiyle karşımıza oyuncu kimliğiyle çıkıyor. Ezel Akay ile yeni dizisini, aşkı, sanatı ve hayatı konuştuk. Alev Gürsoy Cimin / alev.gursoy@posta.com.tr
Hayat nasıl gidiyor, bu ara nelerle meşgulsünüz?
Doğaya kaçtım, atalarımın köyünde yaşayabilmek için tamiratlar, projeler, çiftçilik araştırmaları yapıyorum. İnternet sağ olsun, bir yandan da senaryo ve yönetmenlik atölyeleri yapıyorum. Levent Kazak’la yeni bir sinema filmi senaryosu üzerine çalışıyoruz. Reklam filmi çekiyorum, falan filan... Yeni çalışma yöntemleri sayesinde pandemiye rağmen işler devam ediyor.
Pandemi tüm dünyayı olduğu gibi sanatı da vurdu. Siz bu süreçten nasıl etkilendiniz?
Sinema, tiyatro ve müzik sektörü çok ama çok kötü etkilendi. Topluca çalışılarak üretilen ve topluca seyredilmeyle yaşayan sektörler bunlar. Çareler buluyor ama “Seneye inşallah” diye sineye çekiyoruz. Proje hazırlayarak ama başlamayarak geçireceğiz bu yılı sanırım.
Yeni diziniz ‘Yarım Kalan Aşklar’ bir dizi ismi olarak hayli ilgi çekici olsa da gerçek hayat için düşününce kulağa acı geliyor...
Yarım kalan her deneyim, her hayat, her düşünce hatta her yemek, inceden bir duygu yükü bırakıyor insanda. Tamamlanma arzusunu yaratan da belki budur. Bizim hikayede de böyle acı bir durum var. Ama sevdiği erkeği kaybeden kadının acısıyla, hayatını kaybeden ama hayata başka bir bedende geri dönen bir erkeğin acısı ve çaresizliği çok farklı. Ruhunuz başka bir bedende sevdiklerinizin karşısına çıksa, sizi hâlâ sevebiliyor olurlar mıydı? İnsan aklı, hayal bile olsa kendisine ilginç sorular sorabiliyor, değil mi?
HANGİ AŞK TAMAMLANARAK BİTER Kİ?
Sizin böyle kırık dökük, yarım kalan bir aşk hikayeniz var mı?
Var oğlu var! Hangi aşk tamamlanarak biter ki? Aşk benim için, “Ah, bitmeseydi de tamamına erseydi” duygusu bırakan bir şey oldu hep. Belki de aşkın doğası budur...
‘Yarım Kalan Aşklar’ dizisinde bir mafya babasını canlandırıyorsunuz. 40 yıl düşünsem sizi böyle bir rolde izleyeceğim aklıma gelmezdi. Rol teklifi geldiğinde ne hissettiniz?
“En karşı olduğum şeye hayat vermek...” Güzel ve derinleri karıştıran bir cümle! Hayatta bu duruma düşmenin çok acı sonuçları olabilir ama hikayelerde öyle değil. Tam tersine nefret ettiğiniz şeyi hikayelerde canlandırmak, o insanı, o fikri, o dünyayı daha iyi anlamanıza, anlatmanıza yardımcı olur. Bir de oyunculuk açısından ‘kötü adam/kadın’ karakterini oynamak her zaman çok zevklidir. Hikayede herkes iyi olsa konu ilerleyemez.
KARAKTERİN ‘DONUNA BÜRÜNÜNCE’ HAREKETLERİNİZ DE O GİYSİLERE UYUM SAĞLIYOR
Canlandırdığınız Ayı İsmet karakterinin giyim tarzı çok ilginç. Gerçek hayattaki size ne kadar uzak, değil mi?
Benden uzak olsun yeter! (Gülüyor) Rol, oyuncunun kendi kişiliğinden ne kadar uzak olursa, işler o kadar ilginçleşiyor oynayan için. Sürekli kafanız çalışıyor, sürekli o karakteri düşünüyor ve sanki bir kukla oynatıcısı gibi kendi bedeninizi kullanarak oynatıyorsunuz. Sevgili Çetin Sarıkartal’ın oyunculuk yöntemi sağ olsun... Giysilerin oyuna çok ilginç bir katkısı var. Karakterin ‘donuna bürününce’ hareketleriniz o giysilere uyum sağlıyor. Kemerli pantolonunu çekiştiren, takılarını şıngırdatan, ayakkabılarına uygun yürüyen bir varlık oluşuyor. İyi, zevkli ve meraklı bir hal bu oyunculuk.
Ayı İsmet’i sevdiniz mi?
Vallahi manyak İsmet’i oynamaya bayıldım.
Proje konusunda seçici olduğunuzu biliyorum. Bu projeyi neden kabul ettiniz?
Senaryo gerçekten iyi yazılmıştı. İskeleti, kurgusu, zamanlaması ve diyalogları çok iyiydi. Özgün bir senaryosu var. Bir de, neredeyse yönetmenlik kariyerine aynı zamanda başladığımız Umur Turagay’ın varlığı çok etkili oldu. “Sen oyna bu karakteri, çok yakışır hatta bambaşka olur!” diyerek kandırdı beni.
RECEP İVEDİK, SİMEMATOGRAFİK AÇIDAN BİRÇOK VASATLIK İÇERİYOR AMA O KARAKTERİ BAŞKA BİR OYUNCU KOLAY KOLAY OYNAYAMAZ
Son dönemde en beğendiğiniz filmler arasında ‘Recep İvedik’i de saydınız. Sanatsal kaygıları olan bir isimden bunu duymak ilginç geldi bana...
Şahan Gökbakar, Recep İvedik karakterini oynarken bence kolay kolay başka oyuncuların yapamayacağı bir beden kullanımı, konuşma tarzı yaratıyor. Karmaşık duygu hallerini acayip özgün bir halde kullanıyor. ‘Recep İvedik’, sinematografik açıdan birçok vasatlık içerse de seyircinin kucağına bomba gibi düşmüş bir ‘ibretlik’ karakter hikayesidir. Seri hale gelince hafif hafif sapıttı proje ve popülizmin kurbanı oldu ama sosyal ve psikolojik analizlere konu olacak bir yaratıdır. (Gülüyor)
ERKEK ŞİDDETİNİN SONU YAKIN
Hemcinslerinizi birçok konuda acımasızca eleştiren, objektif ve duruşu olan bir insansınız. Artan erkek şiddetiyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Bence erkek şiddetinin sonu yakın ama insanın içindeki şiddet, türümüzün sonuna kadar yaşayacak. Erkek şiddetini benimseyenler, o kadar süfli ve zavallı bir duruma düşecek ki kurtulacağız. Tek bir koşul var ama: Sürekli hatırlatmak, karşı çıkmak, çare üretmek ve yardımlaşmak için örgütlenmek! Kadın ve erkek işbirliği içinde olmalı.
Büyük bir kesim, televizyonda artan şiddet sahnelerinin özendirici olduğunu söylüyor. Bir yönetmen olarak sizin bu konudaki bakışınızı merak ediyorum...
Hayattaki şiddetle, hikayelerdeki şiddeti birbirine karıştırma hatasını herkes yapabiliyor. Şiddeti daha iyi anlayabilmek için şiddeti tecrübe etmek gerekiyor. İşkence gören biriyle, işkenceyi duyan birinin ‘şiddet’ hakkındaki düşüncesi arasında büyük fark var. Hikayeler, zarar görmeden şiddeti deneyimlememiz ve seçim yapmamız konusunda bir imkan sunuyor bize. Tabii hikaye anlatıcılarının, o deneyimi hangi zihniyetle seyirciye sunduğu da önemli.
Erkek şiddeti içeren ağır sahnelere yer verir misiniz?
Tabii ki veririm. Hikaye neyi gerektiriyorsa! Ama zavallı bir köpeğin öldürülmesini göstermek “Köpekleri öldürün” demek değildir. “Kadın dövmek erkeğin hakkıdır” diye düşünülerek anlatılmış bir hikayeyi izlemeyiz, beğenmeyiz olur biter. Bu fikri tekrar tekrar söylemek bana acı veriyor: Hikayeleri suçlamayı bırakalım. Vicdanımızı suçlayalım!
‘SANATÇILAR TEHDİT ALTINDAYKEN DAHA ÜRETKEN OLURLAR’ GEYİĞİNİ BIRAKALIM ARTIK!
Türkiye’de sanatın gidişatını nasıl buluyorsunuz?
“Sanatçılar, özgürlüğün kısıtlandığı ve hayatın tehdit altında olduğu durumlarda daha üretken olurlar” geyiğini bırakalım artık. Özgürlükler kısıtlandıkça, zihinlerde üretilen otosansür virüsü büyüdükçe sanatsal faaliyetler hasar görecektir. Ama ben müthiş bir özgürleşme arzusunun derinlerde büyüdüğünü düşünüyorum! Hayırlara vesile inşallah!
Yeni jenerasyondan star olarak gördüğünüz kadın ya da erkek oyuncular var mı?
Var ama isim vermem! Yönetmenlik kariyerime halel getirir, zarar verir bu! Çalışacağım birçok ünlü, ünsüz çok yetenekli oyuncu var daha. Kimseyi küstüremem. Starlık sadece yapımcıların değil, seyircinin de tercihidir. Artık sinemada sadece oyuncular değil; yönetmenler, yazarlar hatta yapımcılar da star olabiliyor. Bunu; sağlıklı, ilginç, nefis yemekler yiyebileceğinizi bildiğiniz bir restoranı sıklıkla tercih etmek gibi düşünebilirsiniz! “Bakalım bu sefer nasıl oynamış rolünü” merakıyla izlenir star oyuncu.
TÜRK SİNEMASI YARATICILIKTAN ÇOK UZAK
Türk sinemasının bugünkü halini nasıl buluyorsunuz?
Yaratıcılıktan çok uzak, ama geleceğinden çok umutluyum. Pandemi olmayaydı, cennet olacaktı sektör ama...
Yeşilçam oyuncuları artık onlara teklif gitmediği için bu dönemin yönetmen ve yapımcılarına isyan ediyor. Sizce bu haklı bir isyan mı?
İyi bir oyuncu hiç yaşlanmaz. Benim çalışmayı arzu ettiğim birçok Yeşilçam oyuncusu var. Ama yapımcılar türlü nedenlerle o hazineyi değerlendiremediler. Umarım yakın zamanda, seyredile seyredile yüzleri derinlik, karizma ve mana kazanmış tecrübeli Yeşilçam oyuncuları perdede karşımıza çıkar.
YÖNETMEN EZEL AKAY, OYUNCU EZEL AKAY’IN OYUNCULUĞUNU ORTA KARAR BULUYOR
Yönetmen Ezel Akay, oyuncu Ezel Akay’ın oyunculuğunu nasıl buluyor?
Orta karar. Şimdiye kadar uzun uzun rollere çalışma imkanım olmadı maalesef. Daha derin bir çalışma yapabilmem gerekir. Bu sefer arızalı ama enteresan bir oyunculuk tutturduğumu söyleyebilirim. Enteresanlık sayesinde yırtıyorum yani!
Kırmızı çizgileriniz var mı?
HAMASET! Hamasi bir argümanı olan, popülist bir ideolojiye uygun çekilmiş, sanatsal yapıtın gereklerini hiçe sayan, lekeli işler bana göre değil. Tarihi veya güncel meseleleri çarpıtan hikayelerden uzak dururum.
SANAT İÇİN SOYUNURDUM AMA İBRETLİK BİR BEDENİM VAR SEYİRCİ TAHAMMÜL EDEMEYEBİLİR
“Sanat için soyunurum da, sevişirim de” sözlerinin içeriği gerçek soyunmadan ibaret zannediliyor. Siz bunun içini nasıl doldururdunuz?
Soyunarak ve sevişerek. Sanat için soyunurdum ama ibretlik bir bedenim var, seyirci tahammül edemeyebilir. Böyle bir karar yönetmenin ve yapımcının salaklığı olur. Sanat kısmını geçelim, hikaye ve rol neyi gerektiriyorsa o yapılır. Bu konu biraz ‘taş devri’ konusu. Tüm dünya ve Türkiye seyircileri, artık çok tecrübeli ve sinemanın diline çok daha alışık. Böyle bir soru akıllarına bile gelmez film seyrederken!
FİKRİ LİNÇLE RAHATLIKLA MÜCADELE EDİLEBİLİR GERÇEK LİNÇ GELENEĞİNE GÖRE DAHA TEHLİKESİZ
Sosyal medyayla aranız nasıl? Oradaki linç kültürüne ne diyorsunuz?
Sosyal medyaya çok önem veriyorum. Bazen dehşete düşüyorum bazen de hayranlık duyuyorum. Bu yeni bir iletişim alanı. Emekleme döneminde. Yavaş yavaş daha kurallı bir kültüre adım atacağız. Üstelik bunu devletler değil, şahıslar ve toplulukların işbirliğiyle yapacağız. Linç girişimi ‘fikri linç’ olarak kaldığı sürece rahatlıkla mücadele edilebilir, bu konuda yardımlaşmak mümkün olduğu için gerçek linç geleneğine göre daha tehlikesiz. Tabii insanın kendi psikolojik sağlığını kontrol edebilmesi şartıyla!
- Kestane kebap yemesi sevap! 100 gramı magnezyum deposu: Lif içeriğiyle sindirim sistemini motor gibi çalıştırıyor
- Kaşık kaşık yiyin, cilde içten kolajen yükleyip tek gecede 10 yaş gençleştiriyor! güneş lekelerini de silgi gibi siliyor
- Cilt bakımının red flag'leri! Herkes bu hataları yapıyor: Cildi tahriş ediyor, gözenekleri obruk gibi genişletiyor, kırış kırış kırıştırıyor
- Kaşık kaşık yiyoruz ama kan şekerini 300'e fırlatıyor! Damarları tıkayıp mideyi şişiriyor, kabızlığın en büyük sebebi!
- Fazla efor göstermeden yağlarınızı yakın! Vücudu kağıt gibi inceltiyor: Metabolizmayı makine gibi çalıştırıyor