Kısa süre önce ‘Eşeğin Oğlu’ adında bir kitap çıktı. İsveç’te yaşayan Türkiye kökenli akademisyen Tayfun Luxembourgeus’un Doruk Yayınları’ndan çıkardığı bu kitap, Yeşilçam’ın eski jönlerinden ve yönetmenlerinden Tunç Okan’la yaptığı bir nehir söyleşiden oluşuyor. Tunç Okan, öyle şeyler anlatmış ki hayretle okudum. Türk Sineması, çile, zorluk emeğin yanı sıra geçmişte tartışmalara ve tatlı çekişmelere de sahne olmuş. Daha fazlası için buyurun röportaja... Alev Gürsoy Cimin / alev.gursoy@posta.com.tr
Tayfun Luxembourgeus kimdir?
İsveç’te yaşayan Türkiye kökenli akademisyen. Prag’da bulanan FAMU’da sinema eğitim aldı. Marmara Üniversitesi’nde Sinema, Lund Üniversitesi’nde Görsel Kültür alanında yüksek lisans, Leiden Üniversitesi’nde doktora yaptı. ‘A New Wave in Turkish Cinema’ ve ‘A Transboundary Cinema: Tunç Okan’s Trilogy of Im/migration’ adında iki kitabı var.
Kitabın adını neden ‘Eşeğin Oğlu’ koydunuz?
‘Eşeğin Oğlu’ derken kendinden bahsediyor Tunç Bey. Bir pişmanlık ifadesi değil bu.
“Sinemadan para kazanmayan eşek oğlu eşektir” diyen bir sinemacımızın lafına binaen söylenmiş bir sözdür bu. Tunç Bey, sinemadan hiç para kazanmamış, aksine diş hekimliğinden kazandığı parayı sinemaya yatırmış.
Tunç Bey’in hayat hikayesi de hayli ilginç.
Yeşilçam’a jön olarak girmiş, iki yıl içinde de ülkenin en popüler sinema oyuncularından biri haline gelmiş. Kariyerinin hemen başında şanı, şöhreti, parayı bırakmış. Yeşilçam düzenine itiraz etmiş, bununla ilgili yazılar yazmış, sonunda da bu düzenin bir parçası olmak istemeyip yurt dışına gitmiş.
TUNÇ OKAN ALIŞILMIŞ KURALLARI YIKAN İLGİNÇ BİR SİNEMACI
Tunç Okan’la sizi bir araya getiren neydi?
‘Otobüs’ ve ‘Sarı Mercedes’ gibi Türk sineması için önemli filmler yapan biri hakkında neredeyse hiçbir şey yazılmadığını gördüm ve bu konu hakkında çalışmaya karar verdim.
‘Göç Üçlemesi’ adını verdiğim doktora çalışmamı Tunç Okan’ın ilk üç filmi üzerine yaptım. Tunç Bey, alışılmış kuralları yıkan ilginç bir sinemacı. Mesela; ‘Otobüs’ filmi, insan kaçakçılığı ve göç üzerine yapılmış dünyadaki ilk filmlerden biri ve dünya sinemasında eşi benzeri olmayan bir yol filmi.
‘EŞEĞİN OĞLU’NU OKUYANLAR TÜRKİYE’DE YÜCELTİLEN ÜNLÜ SİNEMACILARIN HİÇ DE ERDEMLİ OLMADIĞINI GÖRECEK
Bu kitapla okurlara neyi anlatmak istediniz?
‘Eşeğin Oğlu’, Türkiye sinemasının 1965’ten 1990’ların ortalarına kadar olan dönemine tanıklık etmeye çağırıyor okuyucuyu. Tunç Okan, yurt dışında yaşayan bir sinemacı olduğundan, hem Avrupa sinemasını hem de Yeşilçam’ı çok iyi tanıyor. Yeşilçam’ın ve Türkiye’nin gündeminden bağımsız olarak olaylara daha geniş bir perspektiften bakabiliyor. Kitabı okuyanlar, Türkiye’de yüceltilen saygı duyulan ünlü sinemacıların aslında hiç de erdemli olmadığını görecek ve şaşıracak.
Kitapta bolca Yılmaz Güney ismi geçiyor. Neden?
Yılmaz Güney, kitlelerin gönlünü kazanmış, popüler bir oyuncudur ancak bir gün oturun ve bütün filmlerini peş peşe izleyin. Güney’in aslında hep aynı karakterin değişik versiyonlarını oynadığını göreceksiniz. Film kentte geçiyorsa mafya, kırsalda geçiyorsa eşkıya ama her iki durumda da katil bir karakterin bol silahlı çatışma sonrasında birçok kişiyi öldürüp kendisinin de ölmesiyle biten filmler. Güney’in yönettiği filmlerden, vurdulu kırdılı Yeşilçam filmleri çıkarıldığında elde ciddiye alınacak ‘Umut‘, ‘Arkadaş’ ve ‘Duvar’ filmleri kalır.
‘SÜRÜ’ VE ‘YOL’ FİLMLERİNİN ÇEKİMLERİ BOYUNCA CEZAEVİNDE OLAN YILMAZ GÜNEY BU FİLMLERİ NASIL YÖNETEBİLİR?
Bu cevap Yılmaz Güney hakkındaki iddialarınızı kanıtlıyor mu sizce?
Şerif Gören’in ‘Yol’ filmi Cannes’da ‘Bir Yılmaz Güney Filmi’ olarak tanıtarak ödül almış, Şerif Gören’e verilmesi gereken ödülü kendine mal etmiş. Benzer bir şey ‘Sürü’nün de başına gelmiştir. Bu iki filmin çekimleri boyunca cezaevinde bulunan Yılmaz Güney, bu filmlerin ya tek başına yönetmeni ya da yönetmenlerinden biri olarak belirtilir. Bu saçma durumun, ne dünya sinema tarihinde örneği var ne de bu durumu savunacak mantıklı bir argüman… Ki bu iki film olmasaydı Güney’in bugünkü Güney olmayacağı da açıktır.
Yılmaz Güney’in eşi Jale Fatma Pütün, ‘Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun’ isimli anı kitabında ve kitabın tanıtımı için Atilla Dorsay’ın yazdığı yazıda "Filmlerini hapishanede yazıp uzaktan yöneten sinema adamı!” cümlesi geçiyor.
Bu absürt bir iddiadır. Neymiş, her gün direktifler vererek filmleri hapishaneden yönetmiş. Sabit telefonların bile şehir merkezlerindeki birkaç devlet dairesi dışında hiçbir yerde bulunmadığı bir dönemde buna kim inanır? Üstelik filmin çekim mekanları Güney’in yattığı cezaevine bir-iki günlük yol mesafesindeyken… Yerseniz…
YILMAZ GÜNEY POLİTİK OLDUĞU VARSAYILAN KİMLİĞİ SEBEBİYLE BİRÇOK GRUP TARAFINDAN ABARTILIYOR
Yılmaz Güney’in kariyerinin ve şöhretinin bir yanılgıdan ibaret olduğunu mu söylüyorsunuz?
Yönetmen olarak sadece ‘Umut’ filminde başarı gösterdi. Ortalama bir oyuncudur ancak çok iyi bir yazardır. 1972 yılında cezaevindeyken yazdığı ilk romanı ‘Boynu Bükük Öldüler’le Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazanması Güney’in yazarlık yönünün ne kadar güçlü olduğunu gösterir. Politik olduğu varsayılan kimliği sebebiyle birçok grup tarafından gereğinden fazla büyütülüyor. Güney’in ne kadar politik bir figür olduğu, ne zaman, nerede ve neyi savunduğu da tartışmaya açıktır, çünkü politik anlamda bir tutarlılık ortaya koyamamıştır.
Yılmaz Güney’i sevenler bu açıklamalarınıza çok kızacak…
Ben gerçekleri söylüyorum. Güney’in politik duruşundaki tutarsızlığın belki de en ilginç kanıtlarından biri de şudur: Eylül 1971’de gerçekleşen 3. Adana Altın Koza Film Festivali’nde birinci seçilen ‘Ağıt’ filmine verilen para ödülünü Türk Hava Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı’na bağışladı. Üstelik 12 Mart Muhtırası’ndan sonra… Aynı yıl İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Efraim Elrom’u kaçırdıkları şüphesiyle aranan kişileri evinde sakladı. Güney, çoğunlukla bu sebeple sol çevrelerce ‘devrimci’ bir figür olarak kabul görmektedir.
Kitapta geçen “Yılmaz'ın amacı Türkiye'deki gibi Fransa'da da kral olmaktı. Başaramadı ve bu onun bitişi oldu” iddiası neye dayanıyor?
Tunç Bey, bu sözleri Atıf Yılmaz’dan aktarıyor. Güney Fransa’ya kaçtıktan sonra Şerif Gören’in yönettiği ‘Yol’a verilen ödülü sahiplenerek kendini Cannes’da Altın Palmiye kazanmış bir yönetmen olarak tanıttı. Hal böyle olunca Fransa’da sıfırdan bir cezaevi inşa edip Avrupa’nın her yerinden oyuncu getirebilecek kadar büyük bir bütçe verildi. Dilediği filmleri yapabileceği özgür bir sinema ortamı sunulmasına rağmen yönettiği ‘Duvar’ (1983) filmi beğenilmedi. Hatta filmin çekimler sırasında Güney’in çocuk oyunculara kötü muamelesi sert şekilde eleştirildi.
TUNCEL KURTİZ, TUNÇ OKAN’IN FİLMLERİNE EL KOYUP PARA İÇİN ŞANTAJ YAPMIŞ
Tunç Bey’in anlattıklarından en çok neye şaşırdınız?
Tuncel Kurtiz ve diğer birkaç oyuncunun ‘Otobüs’ filminin çekimleri sırasında gösterdikleri tavır, topluma yansıttıkları kişiliklerine hiç uymuyor. Tuncel Kurtiz, Tunç Okan’ın filmlerine el koyup para alabilmek için şantaj yapmış. Hasan Gül de bu olayların tanığıdır. Bu iddiaların hepsinin belgesi, kaynağı, referansı var. Teker teker araştırdım. Görmek isteyen olursa paylaşabilirim. Arkasında duramayacağım iddiaların adımı taşıyan bir kitapta yer almasını istemem.
- 'Bugün ne pişirsem' diyenlere günün menüsü (21 Kasım 2024)
- Bağırsakları motor gibi çalıştırıyor! Bitkilerin kralı olarak biliniyor: Tıkalı bağırsakları lavabo gibi açıyor, 1 bardak içmek yetiyor
- Günlük burç yorumları! Filiz Özkol yazdı: Başak, Akrep, Balık ve diğer burç yorumları
- Çekirdeğini suya koyup bekleyin! Cildi 5 dakikada parlatıyor, en pahalı kremlerden daha etkili, cildi mermer gibi yapıp kırışıklıkları anında yok ediyor
- Kadınları etkileyen 5 hareket! Bu hareketleri biliyorsanız kadınları anında etkileyebilirsiniz