Kanser hastaları ve yakınlarına psikolojik destek nasıl olmalı? Doç. Dr. Ömer Yanartaş açıkladı: Kanser süreci uzun bir gemi seyahati gibi
Kanser hastası olan kişilerin tedavi sürecini daha rahat atlatabilmesi motivasyonunu güçlü tutması gerekiyor. Bu süreçte ailelere de büyük görev düşüyor. Psikiyatri Uzmanı, Doç. Dr. Ömer Yanartaş, “Umut” bu bağlamda bir motivasyon kaynağıdır. Ancak gerçekçi olması çok önemli, yoksa hastalar ve yakınları kansere “hayali yaklaşan” veya “umut tacirliği yapan” kişilerin tavır ve tutumları karşısında hayal kırıklığı yaşayabiliyorlar." dedi ve psiko-onkolojinin önemini vurguladı.
Aydan Durak/ Posta.com.tr| Dünyada yapılan araştırmalara göre kanser, en çok korkulan hastalıkların başında yer alıyor. Kanser hastaları hem bedensel hem de ruhsal anlamda olumsuz etkileniyor. Psiko- Onkolojinin kanser tanısı alan hastaları biyo-psiko-sosyal ve manevi anlamda ele alan bir bilim dalı olduğunu söyleyen Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Bölümü'nden Doç. Dr. Ömer Yanartaş, psiko-onkolojinin başlıca mücadele alanlarını sıraladı.
- Kanser tanısı alan olgular, aileler ve tedavi ekibi arasındaki iletişim ve etkileşim sorunlarının çözülmesi
- Kanser hastaları ve aile bireylerinin eşlik eden psikiyatrik hastalıklarını tedavi etme
- Hastaların kanser tedavisine uyumlarını arttırma
- Ağrı ve uykusuzluk gibi fiziksel yakınmalarla baş etmek
- Kanser olgularını sosyal ve manevi alanlarda güçlendirme ve hayatı anlamlandırma bağlamında katkı sağlamak olarak ifade edilebilir.
"HASTALAR VE YAKINLARI YAS SÜRECİNE GİREBİLİR"
Kanser tanısı konulan kişinin bedensel, psikolojik, sosyal, varoluşsal anlamda bir kriz yaşabileceğinin altını çizen Doç. Dr. Ömer Yanartaş, Bu kriz sonucunda hastalar ve yakınları bir yas sürecine girebilirler. Bu süreçte hastalığı inkar etme, psikolojik şok yaşama, yoğun duygusal tepkiler verme ya da duygularından uzaklaşma gibi tepkiler verebilirler. Özellikle hastaların ve yakınlarının bir kısmının ruhsal hastalıkları nedeniyle tedavi almaları gerekebilir. Kanser tanısı alan olgular ve aileleri genellikle ilk tanı aldıklarında yaşadıkları kriz ve yoğun duygusal stresin yanı sıra onkologların ya da cerrahların önerileri doğrultusunda hastalığın tedavisiyle ilgili hayatlarını etkileyecek önemli kararlar almak durumunda kalırlar." dedi.
Kanser hastalarının yaklaşık yarısı kanser tanısı aldıktan sonra psikiyatrik hastalık tanısı da alabiliyorlar. Tüm bu sayılanlar belki korkutucu ve üzücü gelebilir. Ancak kesinlikle karamsar olmamak gerekli. Çünkü insan stres karşısında her zaman hastalanmaz, psikolojisini koruyabilir, yani psikolojik dayanıklılık gösterebilir. Hatta bazen stresli durumlardan daha da güçlenerek çıkar. Burada Nietzsche’nin sözünü hatırlamak iyi olacaktır: “Beni öldürmeyen şey güçlendirir”. Bu bağlamda bazen hastalar "Travma sonrası büyüme” deneyimleyebiliyorlar. Yani hayatlarında geçmişte sorun olabilen konulara “daha olgun ve gelişmiş” bir pencereden bakabiliyorlar.
'UMUT' MOTİVASYON KAYNAĞI
Doç. Dr. Ömer Yanartaş, "Bizim terapilerde ve tedavilerde de kullandığımız “gerçekçi umut” kavramı anlamlı bir çerçeve sunuyor. “Umut” bu bağlamda bir motivasyon kaynağıdır. Ancak gerçekçi olması çok önemli, yoksa hastalar ve yakınları kansere “hayali yaklaşan” veya “umut tacirliği yapan” kişilerin tavır ve tutumları karşısında hayal kırıklığı yaşayabiliyorlar." cümlelerini kullandı.
Kanser tanısı ve sonrasında psikolojik ve psikososyal destek ihtiyacını beliryen bazı durumların olduğunun altını çizen Doç. Dr. Ömer Yanartaş "Bir uçta "her kanser hastası psikiyatrik hastadır, tabii ki depresyondadır ne olacak, mutlaka tedavi alınmalı" gibi bir bakış açısıyla kanser hastaları psikiyatrik tedaviye yönlendirme durumuyla karşılaşabiliyoruz. Bir yandan da hastalar ne yapsa ve yaşasa kanserin doğal sonucu gibi düşünüp psikiyatrik muayene ve terapiden tamamen uzak durulabiliyor. Her iki uç tutum da sağlıksız. İhtiyacı olan hastalar psikiyatriye başvurmaktan çekinmemeli." dedi.
KANSER TANISI SONRASI PSİKOLOJİK DESTEĞE İHTİYACI BELİRLEYEN DURUMLAR
Doç. Dr. Ömer Yanartaş, Kanser tanısı ve sonrasında psikolojik ve psikososyal destek ihtiyacını beliryen durumları şöyle açıkladı;
- Hayattan keyif alamama,
- İsteksizlik,
- Hastalığı nedeniyle yoğun suçluluk veya değersizlik hisleri yaşama,
- Ölme ve kendini öldürme isteği,
- Yoğun kaygı atakları yaşama,
- Süreğen şekilde ölüm korkusu,
- İlaç tedavisinden bağımsız yeme içme reddi,
- Uyku sorunları,
- Ağrının şiddetli algılanması veya organ kaybı nedeniyle beden imajı bozukluğu,
- Yoğun öfke patlamaları
Ayrıca bazen kanser tanısı alan olgularda uyum bozukluğu, depresyon veya kaygı bozukluğu tabloları kemoterapi, radyoterapi veya ameliyat gibi “gerekli tıbbi müdahaleleri reddetme” gibi sonuçların da ortaya çıktığını söyleyen Doç. Dr. Ömer Yanartaş, "Bunlar da ruhsal sorunların yansıması olabilir. Kanser hastalarının sosyal gündemleri eş, aile ilişki sorunları, gelir kaybı ya da meslekle ilgili sorunlar da başvuruda sıklıkla gözlemlenebiliyor. Son olarak da bazen hastalar psikiyatrik değerlendirmede ölüm korkusu hayatın anlamını sorgulama, dini ve manevi değerlere yönelme ve bu bağlamda destek arayışında da bulunabiliyorlar." cümlelerini kullandı
İLK BAŞLARDA ŞOK ETKİSİ YAŞANIYOR
Kanser tanısı konulan kişilerin ilk başlarda bir şok etkisi yaşadığını dile getiren Doç. Dr. Ömer Yanartaş, ilk tanı konulduğunda önemli kararlar verilmesi gerektiğinin altını çizerek süreci şu şekilde açıkladı.
Verilmesi önemli kararlar arasında “Kim tedavi edecek? Ameliyat gerekli mi? Organ kaybı olacak mı? Kemoterapi radyoterapi gerekli mi? İzlem mi gerekli? Bunlardan birisi ya da ikisi hangisi olacak? Bazen hızlı karar vermek durumunda kalınabiliyor. Hem bir şok ve süreci anlayamama, anlamaya çalışma, hem de böyle önemli bir karar vermek oldukça zorlayıcı tabii ki. Bir de Kanserde hangi yaş dönemi (çocuk, genç orta/ileri yaş) ve yaşamının hangi evresi (evlilik sorunları, ekonomik kriz geçirme, bir yakınının kaybı gibi stresli yaşam dönemleri) gibi tablolar süreci olumsuz etkileyebilmektedir. Az önce yukarıda bahsettiğimiz gerçekçi umut bu olguların sürecinde çok önemli motivasyon kaynağı olabilmektedir. Yine kanser hastalarının hayatlarındaki değer alanlarını keşfetmesi, yakınlarıyla iletişimi arttırmaları bu bağlamda motivasyonlarını olumlu etkileyen özelliklerdir.
"HER KANSER HASTASI PSİKOLOJİK DESTEK ALMAK ZORUNDA DEĞİL"
Kanser tanısı konan her hastanın psikolojik destek almak zorunda olmadığını söyleyen Doç. Dr. Ömer Yanartaş, "Ölüm fikirleri, intihar düşünceleri, umutsuzluk ve karamsarlık hisleri, tedavi reddi ve uyumsuzluğu, hayattan keyif alamama, yoğun kaygı atakları geçirme, uykusuzluk, iştahsızlık, kontrol edilemeyen ağrı, beden imajı ve görünümüyle ilgili şiddetli sorunlar, intihar düşünceleri ve teşebbüsü riski, kemoterapi ya da radyoterapiden kaçınma ve cinsel sorunlar olabiliyor. Bazen örneğin kadın hastaların memesi alınıyor, hastalarımız duygusal olarak kadın cinsiyetini ve cinselliğini kaybetmiş gibi hissedebiliyorlar ve bu konuda yoğun stres yaşayabiliyor. Bu saydığımız durumlarda mutlaka psikiyatriste başvurulmalı." dedi.
"HERKESİN AYNI GEMİDE VE AMAÇLA HARAKET ETTİĞİNİ UNUTMAMAK GEREK"
Kanser hastası olan kişilerin ailelerinin de bu süreçlerden olumsuz yönde etkilenebileceğinin altını çizen Doç. Dr. Ömer Yanartaş, "Bu durumda Herkesin aynı gemide ve amaçla hareket ettiğini unutmamak çok önemli. Psiko-onkoloji pratiğinde aslında kanser tanısıyla hasta, aile ve tedavi ekibi arasında bir etkileşim başlıyor. Herkes bu duruma üzülüyor doğal olarak ve birlikte hareket ediliyor. Bu noktada tedavi ekibi, aile ve hasta arasında şiddetli çatışmalar olabiliyor." dedi.
AİLELER İLETİŞİMİ ARTIRMALI VE BİRBİRLERİNİ DESTEKLEMELİ
Ailelerin bazen tedaviye aşırı müdahil olduğunu ve bazen tedavi ve ilişkilerden kaçabildiğini vurgulayan Doç. Dr. Ömer Yanartaş, "Kabullenme yas sürecinde de çok önemli bir aşama. Burada hasta aile ve tedavi ekibi hastalığı ve mevcut koşulları tüm yönleriyle gerçekçi bir şekilde kabul etmeli. Bu yolculukta sabırla uzmana güvenerek, sağlıklı iletişim kurmaya çalışarak, acımızı da en uygun biçimde yaşayarak tüm gerçekleri fark edip umutla ilerlemek önemli. dedi.
Bazen aile içinde duygular hiç ifade edilmiyor ve sessiz bir tutum sergilenebiliyor ve “hastalık yokmuş” gibi davranılıyor. Bazen de “duyguların mutlaka ifade edilmesi” yönünde aile içinde baskı olabiliyor. Burada önemli olan “herkesin stresi farklı yaşamasına fırsat tanınması” gerektiği. Kansere “x şeklinde tepki verilmeli” diye tek bir doğru yok. Bireylerin mizaç ve kişilik özellikleri, sosyokültürel durumu, duygusal hali veya aile içi iletişimi, geçmiş deneyimlerinde öğrendikleri bu tepkileri şekillendiriyor. Örneğin bazı bireyler duygusal streslerini “dışa vurarak ve çok konuşarak” yaşarlar, bazı bireyler stresli olduklarında ”daha çok iç dünyalarına çekilerek” süreci yaşarlar. Kişi nasıl tercih ediyorsa o şekilde yaşamasına yardımcı olunmalı. Tabii ki aile bireyleri mümkün olduğunca kendi aralarında iletişimi arttırmalı ve birbirlerine destekleyici davranmalı.
AİLELER DE PROFESYONEL DESTEK ALMALI
Ailelerin de bu süreçte depresyon yaşayabildiğini belirten Doç. Dr. Ömer Yanartaş, "Yoğun keyifsizlik, isteksizlik, sürekli ölüm düşünceleri, kaygı ve korku gibi sorunlar, uykusuzluk, iştahsızlık, sürekli hayattan zevk alamama hali, yoğun suçluluk ve huzursuzluk, öfke patlamaları, agresiflik, yoğun bir dikkat ve konsantrasyon kaybı ve umutsuzluk gibi belirtiler yaşıyorsa mutlaka profesyonel destek alınmalı" dedi.
"HASTALIĞI SAKLAMAK DOĞRU DEĞİL"
Özellikle yaşlı hastaların aileleri bazen hastalarının tanısını öğrenmesini istemediğini dile getiren Dr. Ömer Yanartaş, hasta yakınlarının bu noktada özellikle dikkat etmesi gerektiğini söyledi ve hastalığı kişiden saklamanın uygun olmadığını açıkladı. Ayrıca hastalığı saklamanın olumsuz sonuçlara yol açabileceğinin altını çizdi.
Yetişkin hastalar tedavi süreçleriyle ilgili kararları öncelikle kendileri almalılar. Aileler yardımcı olabilir ama son kararı hastalar vermeli. Çünkü bu hastaların en temel hakkı. Belki hastalar kendince ailesinden farklı bir tercihte bulunabilir. Tanının paylaşılmamasının bir başka sorunu da şu ki, hastalar ne kadar saklanırsa saklansın aldığı tedaviden, saç dökülmesi gibi yan etkilerden, girip çıktığı klinikten tedavi ünitesinden (kemoterapi radyoterapi ünitesi gibi) bir şekilde kanser olduklarını anlıyorlar. Böyle bir durumda sessiz tutum sergilemek uygun tabiriyle “görmedim, duymadım, söylemedim” şeklinde üç maymunu oynamak yani aile içinde sessiz tutum sergilemek. Bu sebeple hastalardan gerçekleri saklamamak önemlidir.
"DEPRESYON KANSERE DÖNÜŞÜR" GİBİ NET BİR TANIMLAMA YOK
"Depresyon ya da anksiyete bozukluklarının kanser sürecine olumsuz etkileri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak “Depresyon direk kansere yol açar” gibi bir veri net değil." diyen Dr. Ömer Yanartaş, "Ben çok acı çektim, kanser oldum." "Yıllarca stres, maddi sorun yaşadım ve şimdi kanser oldum." “Eşim ve ailesi bana çok zulmetti sonra kanser oldum” gibi ifadeleri sıklıkla duyuyoruz. Ancak kronik stresin ya da yaşanan mutsuzluk hissinin kansere neden olduğu konusu net değil. Mesela bu bilgiyi yanlışlayan bir bilgi olarak şunu paylaşabiliriz. Tüm dünyada “dünya mutluluk indeksi” tanımlanıyor. Mutluluk indeksi kapsamında en mutlu ülkelerden “Avustralya, Yeni Zelanda, İrlanda, Norveç” kanserin de sık görüldüğü ülkeler arasında. “Depresyon direk kansere yol açar” gibi bir veri net değil. Ama dolaylı etkiler var. Örneğin depresyon ya da kaygı bozukluğunda hastalar daha çok sigara veya alkol tüketebilir, sağlıksız beslenebilir, daha obez olabilirler. Tüm bunların sonucunda kansere yatkınlık dolaylı olarak artabilir. Depresyon kansere dönüşür gibi net tanımlanmış veriler de yok." ifadelerini kullandı