Türkiye'de görülmemiş altyapı ve tesisleşmeyle biliyor spor camiası Altınordu’yu. Ben de uzun yıllardır; zaman zaman tesislere giderek, zaman zaman turnuvaları izleyerek futbola olan bu yatırımı gururla izleyenlerdenim. Futbol heyecanının İzmir’i sardığı günlerde; Altınordu’nun TFF 1. Lig’de ilk kez mücadele ettiği Play-Off’taki yarı final ilk maçında evinde Yılport Samsunspor'u 1-0 mağlup ettiği akşamın ertesinde, Süper Lig’e bir adım yaklaştığı gün Torbalı’daki Metin Oktay Yerleşkesi’nde bir gün geçirdim. Çünkü burası yabancı futbolcu oynatmayarak, gençlere şans vererek mücadele etmesiyle bilinen ve Süper Lig için favori görülmeyen Altınordu Spor Kulübü’nde buzdağının görünmeyen kısmı. Banu Şen / POSTA
BACASIZ FABRİKA
Bu günlere nasıl gelindiğini, altyapıyı, insana yapılan yatırımın hiçbir bedeli olmadığını bir kez daha görüyorum. Altınordu Futbol Akademisi’nde (ALFA) eğitim gören futbolcu adaylarına farkındalık yaratmak adına bir yaşam biçimi programlanıyor. Sadece iyi futbolcu değil iyi insan olmanın önemi çocuk yaştan itibaren sporculara işleniyor. Yetiştirdiği Cengiz Ünder, Çağlar Söyüncü gibi milli futbolcularla adından sıkça söz ettiren Kırmızı-Lacivertli kulüpte ALFA yetkilileri ve Altınordu Futbol Kulübü Başkanvekili Barış Orhunbilge ile gezdiğimiz tesis, U11’den U19’a kadar olan takımların kamp, antrenman ve özel çalışma ihtiyaçlarını karşılıyor. Yerleşkede 180 sporcu kalabiliyor. Ancak pandemi nedeniyle şimdilik 100 civarında sporcu var.
EĞİTİMİN YANINDA HAYAT DENEYİMİ
Avrupa’da da dikkatleri çeken tesiste teknik alanların dışında bir de kişisel gelişime destek olan alanlar var. Altınordu Futbol Akademisi öğrencileri burada futbol ve okul eğitimlerinin yanında, tarım ve besi hayvanları alanında doğal hayatla ilgili de deneyimler kazanıyor. Örneğin domates, salatalık gibi mevsim sebze ve meyveleri yetiştirilen serada, gencecik bir futbolcunun sabırla dikip büyüttükleri çileğin tadına bakıyorum onlarla. Az ilerdeki besi çiftliğinde yeni doğmuş bir keçi yavrusuyla beni yine gencecik bir futbolcu karşılıyor.
Buradaki besi hayvanlarına bakıyor, sabah kahvaltı öncesi tavukların yumurtalarını alıyor, sağdıkları sütü içiyorlar. Kırmızı-Lacivertli futbolcular burada, günlük gıda ihtiyaçlarının üretim sürecine katkıda bulunup, küçük yaşlardan üretim, toprağa ve doğaya saygı biliciyle yetişiyor. Yerleşkede fotoğraf sergisi açan da var, duvarlarda grafiti yeteneğini gösteren de... Hatta fazla su tüketiminin önüne geçmek için genç oyuncular su arıtma sistemi kurarak önemli oranda tasarruf edilmesini sağlamış.
BURASI BUZDAĞININ GÖRÜNMEYEN YÜZÜ
Barış Orhunbilge şunları anlatıyor: “Burası aslında bir yerleşke. Burada beraber yaşıyoruz. Yatılı 120 çocuğumuz var. Altınordu’yu bir apartman gibi gökdelen gibi düşünün. Aslında bir taraftan Mehmet Başkan donanım dönemi bitip yazılım dönemi başladığını söylerken diğer yandan da su basmanını ve birkaç katını çıktık diyor gökdelenin. Takdir ederseniz ki gökdelen sağlam olmazsa çok kolay değil.
Türkiye’de 146 futbol okulumuz var. Burası kulübün aslında sosyal sorumluluk tarafı. Sloganlarımıza sıkı sıkıya bağlıyız. ‘İyi Birey, İyi Vatandaş, İyi Futbolcu’ birincisi. İkincisi ‘Çocuklarımız Geleceğimiz’ Üçüncüsü de tüm Türkiye’yi kucakladığımız ‘Türkiye’nin Altınordu’su sloganı. Dolayısıyla futbol okullarıyla beraber aslında burası Altınordu’nun görünmeyen yüzü. Yani buzdağının üzerinde A takımı bulunuyor ama aşağıda böyle inanılmaz bir organizasyon var. Jenerasyon takımlarımız var. U11’den itibaren akademi başlıyor.
Futbol okulları ve Yeşilyurt’taki merkez ana okullarımızda da 5 ila 11 yaş arası yaklaşık 13 bin çocuk eğitim görüyor, futbol eğitimi alıyorlar. Dolayısıyla burası aslında bir bacasız fabrika. Futbolcu anlamında kanıta ve kayıta dayalı olarak profesyonel futbolcu yetiştirmek en büyük ödevimiz. Bunun için, bu ülke çocukları için yabancı futbolcu oynatmadan sadece Türk çocuklarına yatırım yaparak, gecemizi gündüzümüze katarak çalışıyoruz. “
O SÖZLERİ KONUŞTUK
Yerleşkeyi gezdikten sonra U19 takımının maçını izliyoruz. Altınordu Futbol Kulübü Başkanı Seyit Mehmet Özkan ile hem bundan sonraki hedeflerini hem de geçen haftalarda çok konuşulan kulübün internet sitesindeki yazısında yer alan “ALFA’nın her yıl Süper Lig seviyesinde en az 5 oyuncu yetiştirmesi için 3-5 yıla daha ihtiyacımız var. Ben A takımımızın Süper Lig’e çıkmasını istemiyorum ama kadere de karşı durmuyorum zaten duramam da. Herkesin bunca emeğine ‘büyük saygı’ duyuyorum” sözlerini de konuşuyoruz. Özkan; bugüne kadarki süreci ve bundan sonrasını şöyle anlatıyor: “ALFA’da “kaba işler-donanım” süreci bitti.
Şimdi sırada ‘ince işler-yazılım’ var. Doğal yeteneği üst düzey futbolcu yapmak yolunda ‘Bireysel Gelişim’e yöneleceğiz. ALFA ile A Takım arasındaki köprüyü daha da sağlamlaştıracağız. Bu sezon A Takımı’mızda 4 Öz Kaynak Sporcusu (ÖKS-Evlat) oynattık. Bu sayı her yıl birer birer artacak. Zor iş! ALFA takımlarımızı sıklıkla Avrupa’ya maçlar yapmaya, turnuvalara katılmaya göndereceğiz. Böylece bir nevi ‘hızlandırılmış eğitim’ modeli uygulayacağız. Avrupa’nın yetiştirici ünlü kulüpleriyle, ‘Antrenör Değişimi Projesi’ne başlayacağız. 5 yıl içinde Süper Lig’e çıkacağız. Tamamen yabancılı takımlara karşı 6 çaylak oyuncu ile oynamak pek akıl işi değil!... Bu yüzden ÖKS oyuncusu biriktireceğiz.
TÜRKİYE’DE FUTBOLCU YETİŞTİRİLMİYOR
Türkiye’de futbolcu yetiştirilmiyor! Tabandan gelen böyle bir talep yok zaten. Talep olmayınca arza da kimse kafa yormuyor! Yerli muz mu daha güzel, ithal muz mu? Bence yerli muz daha güzel, daha tatlı, hatta kokulu... Planlı, programlı, hedefli sürdürülebilir bir ‘yetiştiricilik işi’ süreç odaklı bir iştir. Meşakkatlidir. Üretmek fiilinden haberi olmayanların yapabileceği bir iş değildir. Bu işin hakkı 10 yıl. Çocuğu 10 yaşında bulmalısın. Öncelikle ‘atletik’ olmalıdır. Sonra ‘topa yatkınlığı’, en sonra da ‘hırs’ gelir. 10 yıl şöyle geçer: 11 ve 12 yaşlar: 2 yıl (Temel Spor Eğitimi) 13, 14 ve 15 yaşlar: 3 yıl (Temel Futbol Eğitimi) 16, 17 ve 18 yaşlar: 3 yıl (Gelişmiş Futbol Eğitimi) 19 ve 20 yaşlar: (Çaylak Profesyonellik Dönemi)
BİZ PROJE KULÜBÜYÜZ SÜPER LİG’DEYKEN ÜRETİM YAPAMAYIZ
Seyit Mehmet Özkan Süper Lig kader maçları öncesi, bu konu hakkındaki düşüncelerine de açıklık getirdi: “Çağlar ve Cengiz dünyanın en kaliteli ligi olan İngiliz Premier Ligi’nde Leicester City’de oynuyor ve A Milli Takım’ın as oyuncuları. Benim için bundan daha büyük keyif olabilir mi? İşte bu keyfi sürdürülebilir hale getirmenin yolu sistemli, planlı, programlı, asla vazgeçmeden devam ettirmekten geçiyor.
1-İnsan onuru için yaşar.
2-Üretim göz önünde yapılmaz. Süper Lig çok göz önünde, Süper Lig’de iken üretim yapamayız! Bazıları önünü arkasını bilmeden veya tamamen duygularıyla konuşuyor. Herkes istediği gibi düşünebilir, konuşabilir. İnsanların hasletleri vardır, onları yaşamak isteyebilir. Ama biz ‘proje kulübü’yüz. Bu toprakların projesi. Sakın kimse küçümsemeye kalkmasın, yaptığımız iş ‘çılgınlık”. Türklerin ‘çılgın’ olduğu 1915 ila 1922 arasında onaylanmıştı zaten.
10 YAŞ BÜYÜK AMCALARIYLA BU KÖRPECİK DELİKANLILARI NASIL OYNATACAKSIN?
Bir pencere daha açayım; bizim Süper Lig’imizin yaş ortalaması 28.8. Avrupa’da sondan üçüncüyüz. Bizim altımızda Kuzey Kıbrıs ve Yunanistan var. Kaynak: CIES Football Observatory. Şimdi nasıl oynatacaksın kendilerinden 10 yaş büyük amcalarıyla bu körpecik delikanlıları! Oynatırsın tabii. Nasıl oynatırsın? Temel spor eğitimini 5 yaşa, temel futbol eğitimini 10 yaşa indirerek.
Bir pencere daha açayım; genetik olarak takım sporlarına yatkın bir genetiğimiz yok. Atletik becerilerimizin de olduğu söylenemez. Mesela Sırplar vardır, sporcu toplumdur, fizikleri her türlü spora elverişlidir, atletiktirler. Spor yapmak, toplumsal kültür ögesidir. Bizim İzmir Körfezi’nde gezinen tekne sayısı yok denecek kadar azdır. Körfezde çok nadiren de olsa yelken sporu yapan çocukları gördüğüm zaman yüzümde güller açar. Eurosport’u izleyin aramızdaki farkı görün!
BİZE BAĞLANAN ÜMİTLERİ GÜNLÜK BAŞARILARA YEM EDEMEYİZ
Bizim 19, 20, 21 yaş gençlerimiz Süper Lig’in ustalarına karşı hem fiziken hazır değiller, hem de pozisyon bilgisi olarak henüz eksikler. Çıktık, düştük diyelim ‘itibar’ımız zedelenir. Biz artık ‘Türkiye’nin Altınordu’su’yuz. Biz yola çıkarken ‘Bu Toprakların Çocukları’na inandık. Çok çalıştık, çalışıyoruz, şimdi bütün Türkiye bize inanıyor. Bu toprakların ümidi olduk. Bu ‘ümit’ öyle mirasyediler gibi har vurup harman savrulacak kadar hafife alınacak iş değil! Bize bağlanan ümitleri günlük başarılara yem edemeyiz!
Başka bir pencere açıyorum şimdi; hani dağlara çıkarız da, dağ çiçekleri toplarız ya... Orada tek tük de olsa harika nergisler, orkideler ve sümbüllere rastlar insan, çok mutlu olur. Bir baharda yüzde 95’i dayanamaz kaybolur gider, ancak yüzde 5’i dayanır, hayatına devam eder. Benim güzel ülkemde ‘topçu’ da böyle yetişir. Kendi kendine... Oynaya oynaya... Deneye yanıla... Düşe kalka... 20 ila 25 arasında mesleğe Süper Lig ve 1. Lig’de devam edenler çok azdır.
Elene elene, sadece birkaç tanesi Süper Lig yapar, 5-10 tanesi 1.Lig yapar. Benim güzel ülkemde ‘topçu’ oynaya oynaya 25 yaşından sonra ‘futbolcu’ olur. 26 ila 32 arası en verimli zamanıdır. 33’ten itibaren düşüş başlar, çoğunluğu 35’te bırakır. Bu işi böyle ‘Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir!’ gibi orman kanunu ile değil de, bir nevi ‘seracılık’ gibi 12 ay üretim veren ve yüzde 80 randımanlı bir modele oturtmak... İşte bütün mesele bu..
YOLUMUZ BELLİ VARACAĞIMIZ LİMAN BELLİ
Son bir pencere; ülkemizde spor sadece bir eğlence aracı olarak algılanıyor. Aslında spor gençlerimiz için matematik, fizik, tarih kadar önemli bir uğraşı. Spor yapan insan, hele ki takım sporları, paylaşmayı öğrenir, sabretmeyi öğrenir, çok yaptığı için yener, yenilir hayatın farklı duygularıyla karşılaşır. Spor yapan aklını kullanmak zorundadır, çabuk karar vermek zorundadır. Beynini normal insandan daha çok kullanır. Karar vermede deneyim kazanır.
Spor bir toplumun bekası için vazgeçilmezdir. Bizim yolumuz belli, varacağımız zaman ve liman da belli. Sindire sindire yol almak gerek. Gaza gelmeden, onurunla yaşayarak. Biz daha önce tam 4 defa 7. olduk, Play-Off oynamayı hep son maçlarda kaçırdık. Bu sefer Allah benim duamı değil, Hüseyin Hoca’mızın duasını kabul etti. Bana ‘yeter’, dedi. Ama sonuç ne olursa olsun, yolumuzdan sapmayacağız. Bu kadar basit. Allah herkesin gönlüne göre versin.
İZMİR FUTBOLU BAŞKA YERDE OLURDU
Rahmetli Ahmet Piriştina 2001’de Göztepe’nin, 2002’de Altay’ın Süper Lig’e çıkmasında başrol oynadı. Sonra ne oldu? İki takımımız da İstanbul hegemonyası ve Ankara bürokrasisi karşısında dayanamadı, tekrar düştü. Onca harcanan para kayboldu gitti, o paralarla İzmir’e ALFA gibi 3 tane tesis yapılırdı. İzmir Futbolu da bugün Türkiye’de hakim, sözü geçen bir yerde olurdu...