Acısıyla, tatlısıyla dilden dile dolaşan türkülerin ortaya çıkış öyküleri! İşte, türkü hikayeleri
Ülkemizin her köşesinden, birbirinden eşsiz ezgiler günümüzde de ağızdan ağıza dolanmaya devam ediyor. Türküler, bu coğrafyada yaşayanların duygularını, yaşanmışlıklarını ifade etme şekli olarak da açıklanabilir. Farklı ezgilerle söylenen türküler, acıyı, sevgiyi, küskünlüğü, hasreti en iyi şekilde karşı tarafa geçirmenin bir metodu gibi... İşte, bugün dahi dilden dile dolanan türkülerin hiç bilinmedik hikayeleri...
Arife Kübra Zımba - Posta.com.tr Türküler, birçok çeşidi bulunan halk şiirleri olarak ifade edilebilir. Yöreden yöreye tarzı, ezgisi değişse de duygusu, hissettirdiği aynı! Bağlamanın da eşlik etmesiyle türküler, yıllar geçse de zihinlere, kalplere ferahlık vermeye devam ediyor. Duyguları anlamlandıran türkülerin ortaya çıkışları ise yaşanmışlıklara dayanıyor.
TÜRKÜLERİN HİKAYELERİ
Suzan suzi
Osmanlı döneminde Diyarbakır’a taşınan varlıklı bir süryani ailesinin çocuğu olmuyor. Tüm çabaya rağmen dünya güzeli bir kızları olur. Suzan adı verilen bu güzel kıza, Süryani bir aileden geldiği için Osmanlıca Suzan Suzi denir.
Suzan ve annesi kurban kesmek amacıyla Kırklar Dağı’na gider. Burada karşılaşan Suzan ile Adil birbirlerine aşık olmuş ve görüşmeye başlamışlardır. Haber her yerde yayılır. Buna dayanamayan Suzan, köprüden atlayarak canına kıyar. Sevdiğinin ölüm haberini alan Adil de onun arkasından atlar. İki sevenin hikayesi ise ozanların dilinde Suzan Suzi türküsü ile yer etmiştir.
Sarı gelin
Sarı Gelin türküsünün hikayesi, Erzurumlu bir gençle Hristiyan olan Kıpçak Beyi'nin sarı saçlı kızı arasında geçer. Kıza aşık olan Erzurumlu genç bu türküyü yazar.
Mağusa Limanı
Kıbrıs Mağusa Limanı’nda hamal olarak çalışan Ali, evli ve bir çocuk babasıdır. Her gün eve gitmeden limandaki bir meyhanede zaman geçirir öyle eve gider. Bir gün meyhanede işgalci İngilizler tarafından bölgeye gönderilen Hintli askerler ile tartışma yaşanır. Ali kavgaya tutulur ve ona kaçması söylenir. Fakat kendi memleketinde kaçmak istemez ve kalır.
Ali, ertesi gün meyhaneye gider ve aynı Hintli askerler oradadır. Onlara karşı mücadele etse de süngü darbelerine karşı koyamaz. Hintli askerler ibret olsun diye ölmek üzere olan Ali’yi Mağusa Limanı’na getirir. Ali’nin eşi haberi alır almaz koşarak limana gider. Ali yedi bıçak yarasına dayanamaz olur ve eşinin kollarında hayatını kaybeder.
İki keklik
Bir dönemler Balıkesir’de Mehmet Şevki Bey adında zengin bir bey yaşar. Beyin eşi Şöhret, oyalı yazmalar ve güzel ayakkabılar giyer. Oğlu askerde olduğu için Şöhret Hanım tek zeytin toplamaya gider ve burada kekliklerle konuşarak vakit geçirir. Yine benzer bir günde oğlunun şehit olduğu haberini alan Şöhret Hanım olduğu yerde ağıt yakar.
Kara tren
Birinci Dünya Savaşı sırasında cephelerde mücadele eden askerlerimiz, evlerine haber vermek için yazdıkları mektupları kara trenlere yükleyerek gönderirdi. Tren garlarında ailelerinin haberini bekleyen insanları anlatan bu türkü acı haber alanların ve gidenlerden bir daha hiç haber alamayanların feryadı olarak ifade edilebilir.
İzmir'in Kavakları
Çakırcalı (Çakıcı) Mehmet Efe, kendisi gibi zeybek olan babası Çakırcalı Ahmet Efe’nin zaptiye çavuşu Boşnak Hasan Çavuş tarafından öldürülmesine tepki olarak dağa çıkar. Uzun süre dağda birçok kişiyi öldürür.
Çakırcalı Mehmet Efe’nin oğullarından birine kız kaçırılacaktır ancak yanlışlıkla eski dostu Kamalı'nın eşini kaçırılar. Ancak Çakırcalı, Kamalı'nın eşini bırakarak özür dilese de olay namus meselsine döner. Kamalı olayı öğrenince dağa çıkıp Çakırcalı Mehmet’in düşmanı olan Köselioğlu Efe’nin çetesine katılır. Köselioğlu çetesini pusuya düşüren Çakırcalı ise Efe’yi öldürür, Kamalı ise bacağından yaralanmış olarak kurtulur. İki efe arasındaki düşmanlık ve rekabet artmıştır. Sonunda bir davatte Kamalı Zeybek, Çakırcalı Mehmet Efe’nin baskınına uğrayarak baş zeybeği tarafından vurularak öldürülür. Kamalı Zeybek’in ölümü üzerine çok ağıtlar yakılıp, türküler söylenir. Yaşananların ardından bir süre rakipsiz olan Çakırcalı (Çakıcı) Efe için günümüzde de söylenen ağıt yakılır.
Ezo Gelin
Asıl adı Zöhre olan Ezo Gelin, 1909'da Gaziantep'in Oğuzeli ilçesinin Uruş köyünde doğar. Babası, Bozgeyikli oymağından Emir Dede, anası Elif'tir. Kılaktan kulağa dolaşan hikayeye göre, Ezo'nun güzelliği tarif edilemeyecek derecededir. Ezo bu kadar güzelken Barak ovasında bir genç adamın adı da çok söylenirmiş.
Ezo'ya gönlünü kaptıran komşu köyden bağlama ustası Şito Ezo'ya dünür yollar. Ancak Ezo'yu vermezler. Araya hatsı sayılır isimler sokarak sevdiği kızı almayı başarır. Evlenen çift uzun süre mutlu mesut yaşasa da bir süre sonra araları bozulur. Ezo, Şitto’dan ayrıldıktan sonra altı yıl evlenmez. Israr üzerine yılların ardından teyzesinin oğlu ile evlenşr. Çiftin iki kızı olur ve bir kızı kısa süre sonra ölür. Diğer kızlarının adı Celile’dir. İnce bir hastalığa yakalanan Ezo'nun tek desteği kızı Celile'dir. Ezo gelin, bir cuma yatsı vakti son nefesini verir. Eşi ve yakınları, Türkiye'yi seyrettiği Bozhöyük'ün en yüksek noktasına gömdü.
Uyan Alim
Türkü, Konya’nın en eski parçalarındandır. Bir yeni gelinin ağıdı olarak bilinen türkünün ortaya çıkışı da sıra dışı. Genç bir delikanlının evlendiği akşam arkadaşları arasına gizlenen, eşini daha önceden seven farklı bir genç, elleri arasına gizlediği çiviyi damadın sırtına saplar. Damat, acısını ilk başta anlamamış ve namaza durduğunda bir daha secdeden kalkamamış. İlk olarak uyuduğunu sanan gelin, eşinin öldüğünü anladığında bugün türkü olarak dillerde dolaşan ağıdı yakmış.
Hastane önünde incir ağacı
Komşusunun kızı ile beşik kertmesi olan bir genç askerde verem olur ve Yozgat'a gelir. Sözlüsünün ailesi, hasta gence kızlarını göstermek istemez. Sevdalı genç, tedavi için İstanbul'da hastaneye yatar, pencereden seyir ettiği incir ağacından ilham alarak bugün dillere pelesenk olan türküyü söyler. Yakalandığı amansız hastalıktan kurtulamayarak hastanede hayatını kaybeder. Cenazesi ise Yozgat'a getirilemez ve İstanbul'da kalır.
Hekimoğlu
Fatsa’da yaşayan Hekimoğlu İbrahim, Gürcü Sefer Ağa’nın yanında çalışır ve onun kızına sevdalanır. İbrahim'in sevdiği kız ile görüşmeleri duyulunca kızın nişanlısı olan Seyyid Ağa ve adamları Hekimoğlu İbrahim’in peşine düşer. Çatışma yaşanır ve olayda İbrahim, Sefer Ağa’nın bir adamını öldürür. Bundan sonra İbrahim, Hekimoğlu olarak anılmaya başlar. İbrahim artık kaçarak yaşamaya başlar. Hekimoğlu’nun dağa çıktığını duyan yöre köylüleri kendisine kucak açarlar. Halkla yakın ilişki kuran Hekimoğlu’nun ünü daha da artar. Gücü günden güne artan Hekimoğlu, Gürcü beyinin korkulu rüyası olur. Bir zaman Hekimoğlu’nun yeğenleri pusuya düşürülür. Haberi alan Hekimoğlu, intikam almak için pusu kurulan yere gider ancak kendisi de kurban olur. Saldırı sonucunda Hekimoğlu can verir.
Yüksek yüksek tepelere
Kına gecelerinin vazgeçilmez türküsü 'Yüksek yüksek tepelere' parçasının Malkara’ya ait olduğu rivayet ediliyor. Çok uzak bir köye gelin giden Zeynep’in ailesine duyduğu özlemi ifade ediyor. Yedi yıl boyunca ailesini görmeyen Zeynep’in hasreti her geçen gün artar. Zeynep de özlemini dindirmek için kendi yazdığı bu türküyü evinin bahçesinde söyler. Eşi ile de sorunlar yaşamaya başlayan kadın hastalanır, yataklara düşer. Zeynep'in daha da kötüleşmesi ile kocası karısının köyüne gider ve ailesini getirir. Zeynep yatağında kendinden geçmiş halde bu türküyü seslendirirken annesi kızının halini görünce kötüler. Zeynep bir süre sonra hayatını kaybeder.
- Miss Universe Türkiye'de ikinci olmuştu! Miss Global yarışmasında Türkiye'yi temsil edecek
- Nursel Ergin'in kızı Bengü güzelliğiyle göz kamaştırdı!
- Çağla Şıkel'in eski sevgilisinin yeni aşkını Özge Özpirinçci paylaştı!
- Serenay Sarıkaya ve Mert Demir ayrıldı iddiası!
- Altın Kelebek Ödülünü çocuklarının elinden alan Çağla Şıkel konuşmakta zorlandı