Rotterdam’da keşif ve ünlü yağmuru
Kerem Akça, 47. Rotterdam Film Festivali’ni değerlendirdi KEREM AKÇA / kerem.akca@posta.com.tr
12 Şubat 2018 , Pazartesi 11:44
Geçen hafta Rotterdam Film Festivali’nin 24 Ocak’ta açılıp 4 Şubat’ta kapanan 47. şubesindeydim. Festivalde özellikle ufuk açıcı denemelerle keşif yapma olanağı bulurken, son yılların en zayıf yarışma seçkisini deneyimledim. Yan bölümlerde gösterilen “Vahşi Oğlanlar”, “Mutafukaz”, “An Evening with Beverly Luff Linn”, “Charlie and Hannah’s Grand Night Out” ve “Meteorlar” en önemli keşiflerdi. Bilimkurgu ve fantastik örneklerinin artışı sevindiriciydi.
Usta sınıfları ve sohbetler doyurucuydu
Bero Beyer’in gelmesiyle Rotterdam Film Festivali’nde bir hareketlenme oldu. Deneyselin sınırlarını zorlayan filmler belli oranda devre dışı kaldı. Tür sinemasına özel yer ayrıldı. Belgesel-kurmaca arası işler ödüllerde daha şansı olmaya başladı. Ama açıkçası “Sexy Durga” (2017) ve “Radio Dreams” (2016) gibi amatör galipler de bir seviye problemine yol açtı. Bu sene kazananlar açısından bir seviye yükselmesine tanıklık ettik. “The Widowed Witch” (“Xiao Gua Fu Cheng Xian Ji”, 2018) bunlardan iyiydi ama bu da yeterli mi tartışılır. “The Reports on Sarah and Saleem” (2018) ise ‘belgesel-kurmaca’ kırması yapısıyla zaman zaman ‘TV estetiği’ne kayabilse de Filistinli adam-İsrailli kadın ilişkisine bakışındaki ‘gerçekçilik’le ödülü kucakladı.Festivalin 2018 şubesinde açıkçası ‘Usta Sınıfları ve Sohbetler’ bölümü çok hareketliydi. Charlotte Rampling, Jan Svankmajer, Lucrecia Martel, Apichatpong Weerasethakul, Paul Schrader konuşmacılar arasındaydı. Neredeyse her gün bu etkinlikleri yakalama çabası bile keyifliydi. Weerasethakul’un sıra dışı otel projesi ayrı bir deneyimken Svankmajer’in miras filmi “Böcek”in (“Hmyz”, 2018) dünya prömiyerinin buraya nasip olması büyük bir olaydı.
“Vahşi Oğlanlar”ın (“Les Garçons Sauvages”, 2017), dışavurumculuk, gerçeküstücülük, Fassbinder, Borowcyzk, “Les Enfants Terribles” (1950) ve “Otomatik Portakal” (“A Clockwork Orange”, 1971) etkili melez asi çocuk tanımı cezbedici idi. Mandico’nun bu ufuk açıcı eseri görüp görebileceğimiz en benzersiz macera filmlerinden birini getirdi. Zamanla da başyapıta dönüşecektir. LGBT sinemasına dahil olmasıyla ikonikliğini farklı bir boyuta taşıdı. Super 16’nın ‘karizma’sını çok iyi kullanıyordu.
“Mutafukaz” animasyon olarak Fransız ve Japon kültürlerini iç içe geçiren bol katmanlı bir bilimkurgu evreni yarattı. “Charlie and Hannah’s Grand Night Out” (2017) fantastik dünyası ile ‘kült olacak’ dedirtti. Aleksei Fedorchenko’nun Yahudi soykırımı hikayesi, bir kızın gözünden akan ‘2. Dünya Savaşı’nda hayatta kalma filmi’ “Anna’s War” (“Voina Anny”, 2018) da tek mekanda bir olgunluk gösterisi gibiydi. Onun bakış açısından yıkımın buhranı o kadar naif gözüktü ki gözlemci açılar yıkık eve de aynı oranda yakışıyordu.
Sundance’ten gelen Avrupa prömiyerleri faydalı oldu
Sundance Film Festivali’ndeki dünya prömiyerinin hemen ardından gösterilen eserler de programa ayrı bir zenginlik kattı. “An Evening with Beverly Luff Linn” (2018) zekası ve dinamik diyaloglarıyla şov dünyası eleştirisini yerinde yapıyordu. Babis Makridis’in “Pity”si, cümlelerle bölünmüş anlatısı bir yana başrol performansının savurganlığı ve absürtlüğü ile iz bıraktı. Makridis’in ilk filmi “L”in (2012) üzerine koyma, o yoldan ilerleme çabası ‘rahatsız edici bir cinayet alışkanlığı’ ve ‘özgün bir katil’ daha getirdi.
“Time Share”de (“Tiempo Compartido”, 2018) Sebastian Hoffman bir “Halley” (2013) çıkarmadı. Ama yapay güzelliği anlamlandıran “Westworld” (1973) etkili otele oraya giren konuğun gözünden ‘dar odakla bakış’ bir tutarlılık içeriyordu. Bu da reddedilemeyecek bir dokunuş getirdi. Jordana Spiro’nun “Night Comes On”u ‘Afro-Amerikan kadın temsili’ şovuna oynayıp gerçekçiliği sömürürken, Nicolas Pesce’nin ikinci yönetmenliği “Piercing” (2018) De Palma mirasını sağlıklı bir yere taşıyamayıp adeta sömürüyordu.
Brezilya ve Filipinler temsilleri
Brezilya’daki politik kaos sinemaya da yansıdı. Bu konuda “Sultry” ve “The Cannibal Club” (“O Clube Das Canibais”), bedensel korku ve okült yamyam filmi alanından enstantaneler izledik. İkincisinin yönetmeninin ortak yönetmenlik yaptığı “My Own Private Hell” (“Inferninho”) ise tek mekanda bir LGBT barının içindeki renkleri ve dokusuyla Almodovar etkisi yarattı. “Loveling” (“Benzinho”, 2018) oraya uygun bir aile yapısının çalkalanmasına bakarken ‘dramedi’si ile fazla planlı duruyordu. “Gabriel and the Mountain” (“Gabriel a e Montanha”, 2017) ise bu döneme isyan eden bir karaktere uygun bulunan “Motosiklet Günlüğü” (“Diarios De Motocicleta”, 2004) kıvamında bir yol filmi gibiydi.
Filipinler’den “Nervous Translation”ın (2018) Marcos rejiminin 80’lerde iz bırakan pisliklerine denk gelen ‘küçük kız’ tanımı, hayalci ve gerçeküstücü tatlar barındırdı. “Respeto” (2018) günümüzde geçen ve video klip estetiğini kullanan ilginç bir çıkıştı. “Neomanila” (2018) ise Kurtlar Vadisi kıvamında bir ‘Manila usulü gangster filmi’ idi. Çamur gibi sinematografisi ve boyutsuz karakterleriyle TV kalitesinin üstüne çıkamadı.
Uzakdoğu’da hareketlenme ne yönü gösteriyor?
Uzakdoğu sinemasında bir hareketlenme vardı. Hayalet filmi “Their Remaining Journey”, içsesi ve fluluğu sıra dışı kullanma şekliyle dikkat çekti. John Clang, siyah-beyaza fazla hakim olamasa da ‘yas mevzusu’nu sömürmeden farkını ortaya koydu ve ‘ilk film’ olarak kayda değer bir ilk filme imza attı.
“I Have a Date with Spring” (“Na-wa-bom-nal-eui-yak-sok”, 2018) Güney Kore’den çıkan ‘bilimkurgu yaratıcılık dönemi krizi filmi’ olarak kafa karıştırdı. Bunun zevkini sürerek de aslında epizodik anlatıyı, kıyamet ve uzaylı istilası senaryolarıyla sarıp mesafeli rejisiyle bir şeylerin sözünü verdi. Japonya’dan çıkan “Ambiguous Places” (“Uron Na Tokoro”, 2017) ve “The Hungry Lion” (“Ueta Raion”, 2017) ise 2. Japon Yeni Dalgası’nın peşine iki sıra dışı eklemeydi. İlkinin ‘ada macerası’na Kitano’nun ilk döneminin dinginliğini getirme çabası, ikincisinin ise internetten dönen bir söylentiye dingin açılarla bakması, ‘gelenek ile sıra dışılığı’ iç içe geçirdi.
Çin çıkışlı “Silent Mist” (2017) ödülü alan “The Widowed Witch”ten iyiydi. Ama ‘sinematografi becerisi’ olarak kalıyordu. “The Widowed Witch”te farklı dil denemeleri yapan ‘büyücü filmi’ katmanlı duramıyordu. Aksine 120 dakikada ‘ağırlaştırılma’ bir mağduriyete dönüşüyordu. ‘Bakış açısı kamerası’nı 15-20 dakika yerine tek bir dile çevirmek gibi tutarlı yollar izlemek daha sağlıklı olabilirdi halbuki…
Dikkat çekici ilk filmler
En önemli ilk film şüphesiz “Meteorlar”dı. Deneysel belgeselin ‘buluntu film’e ve ‘politik sinema’ya bakışı ufuk açıcıydı. “August at Akiko’s”da “İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış ve İlkbahar”ın (“Bom Yeoreum Gaeul Gyeoul Geurigo Bomnatüralizmini”, 2003) yapısını bir saksafoncunun performanslarıyla sarsıp farklılaştırması dikkat çekiciydi. Hawaili Christopher Makoto Yogi dikkate değer bir yeni yönetmene dönüştü.Fantastikte ilginç denemeler vardı. “Look Up”taki (“Guarda a Alto”, 2018) yükseliş de aslında İtalyan sinemasının fantastikle temas geçtiği ‘sosyal gerçekçi’ dokunuşundan, “Milano’da Mucize” (“Miracolo a Milano”, 1951) etkisinin resmi gibiydi. Locarno’da yarışan “The Asteroids” (“Gli Asteroidi”, 2017) ile kurulan kardeşlik ilişkisi ülke sineması için bir ‘canlılık’ anlamına geldi. Çatı hayatı gerçekten çok samimiydi.
İki genç kızın büyüme öyküsünü fantastik dokunuşlarla resmetmek isteyen “Blue My Mind” ve “Pin Cushion”, bir “Alacakaranlık” (“Twilight”, 2008), bir “Ginger Snaps” (2000) yaratamadılar. ‘Gençlik tanımı’ açısından “Team Hurricane”, interaktif dokusu ve video klip estetiğiyle dikkat çekip punk kızlara internet kültürü destekli bakışıyla öne çıktı. Annika Berg’i sinemaya kazandırdı.
Festival ödüllerden ziyade keşifler konuşuldu. “Winter Brothers” (“Vinterbrødre”, 2017) ve “Kekszakallu”nun (2016) yönetmenlerine Hubert Bals Fonu verilmesi de gelecek seneler için iz bırakma açısından değerli. Zira Rotterdam Film Festivali böyle giderse ‘Kaplan Yarışması’ ile anılmayacak. Geçmişten “Değerli Vaktim” (“Quality Time”, 2017), “Parabellum” (2015), “Viktoria” (2014), “Dummy Jim” (2013), “36” (2013), “Halley” (2013), “Night” (“Noche”, 2013) gibi filmleri saklayıp kendimizi avutmak zorunda kalacağız.
KEREM AKÇA’NIN ROTTERDAM’DA İZLEDİĞİ EN İYİ 10 FİLM
1-Vahşi Oğlanlar (Les Garçons Sauvages)
2-Mutafukaz
3-An Evening with Beverly Luff Linn
4-Charlie and Hannah’s Grand Night Out
5-Anna’s War
6-Meteorlar
7-Pity
8-Ambiguous Places
9-Hungry Lion
10-Time Share
11-I Have a Date With Spring
12-Look Up
13-Their Remaining Journey
14-August at Akiko’s
15-Milla
KEREM AKÇA’NIN ROTTERDAM PROGRAMINDAN DAHA ÖNCE İZLEDİĞİ EN İYİ 10 FİLM
1-Jeannette
2-Yakınlık (Tesnota)
3-The Villainess
4-9 Parmak (9 Doigts)
5-Suyun Sesi (The Shape of Water)
6-The Rider
7-Good Manners
8-Körfez
9-Şafaktan Önce (A Prayer Before Dawn)
10-Ben, Tonya (I, Tonya)
47. ROTTERDAM FİLM FESTİVALİ’NİN ÖDÜLLERİ
Hivos Kaplan Ödülü: “The Widowed Witch”
Jüri Özel Ödülü: “Reports on Sarah and Saleem”
VPRO Big Screen Ödülü: “Nina”
Parlak Gelecek Ödülü: “Azougue Nazaré”
NETPAC Ödülü: “Nervous Translation”
FIPRESCI Ödülü: “Balekempa”
KNF Ödülü: “Zama”
Seyirci Ödülü: “The Guilty”
IFFR Gençlik Jürisi Ödülü: “The Guilty”
Haberin Devamı
BUNLARI DA OKUYUN
- Vahe Kılıçarslan’a çifte şok! 4.5 yıl hapis istemi ve 5 milyon TL tazminat
- Defne Samyeli dekolteli elbisesiyle göz kamaştırdı
- Haluk Levent sevenlerini korkuttu! Ünlü şarkıcı hastaneye kaldırıldı, işte son durumu...
- Survivor Adem Kılıççı, Dominik öncesi ailesiyle vedalaştı
- Karnı burnunda yeni poz: Neslihan Atagül anne olmak için gün sayıyor!