Burak AkkulBir parçası olmak istiyorum: New York, New York!

HABERİ PAYLAŞ

Bir parçası olmak istiyorum: New York, New York!

O kadar özel bir şehir ki… O kadar “film” ki… O kadar “çizgiroman” ki… Medyada izlediğim ya da okuduğum her detayını gerçekte de bire bir yaşattığını gördüğüm ender şehirlerdendir New York. Üretenlerin; yazanların çizenlerin etkilenip ürettikleri bir hayalin ürünü değildir inanın. Gerçektir. Ne okuduysanız ne izlediyseniz; New York odur… Ben de bu hafta bu şehrin gazıyla; gerçek bir New York hikayemle başlamak istiyorum yazıma… Sonra da mümkün mertebe gezeceğiz büyülü şehri. Hazır mısınız? Frank Sinatra’nın da dediği gibi (ki gerçekten de konuşur gibi şarkı söyler) “Bir parçan olmaya geliyoruz, New Yooork New Yoork!”

Haberin Devamı

Bir parçası olmak istiyorum: New York, New York

“BAY 50 DOLAR GERİ” HİKAYESİ

Parayı almak için elini uzattığında, tezgahının üzerinde duran 110 doları gördü… Oysa Çin resim sanatından bir poster, bronz bir Özgürlük Anıtı biblosu ve içinde bulundukları Metropolitan Müzesi’nin rozeti; toplam 60 dolar tutuyordu… Peki neden ziyaretçi onun önüne bir 100 bir de 10 dolar koymuştu? Muhtemelen o 100’lüğü 50 dolar sanmıştı… Alsa?

Yani, hepsini alıp kasaya atsa; sonra da öğlen shifti biterken, 50 dolar fazlalığı, cebine…? Trevor’un ev kirası için her ay 150-200 dolar açığı kalır olmuştu zaten… Müzenin hediyelik eşya dükkanında part-time tezgahtar olarak saati 10 dolardan 1200 dolar, hafta sonu Fulton Market’te çalıştığı hamburgerciden 400 dolar; ayda 1600’ü doğrultuyordu ama Brooklyn’de 50 metrekarelik kıçı kırık bir daire bile 1000 kafadan az değildi ki artık! Yine de eli bir türlü, o fazladan konmuş 50’liği almaya gitmedi. Müşterisini uyarmak için yüzünü hafifçe ona doğru kaldırmıştı ki tezgahın öteki yanında bekleyen genç adam konuştu:

- I gave you a hundred and a ten. You can give me fifty back.

- What?

Karşısındaki; esmerce, güler yüzlü sayılabilecek, alnı hafif açık genç yabancı (bu benim, ben) sabah sabah ona saçma bir kuram sunuyordu… “Sana bir 100 dolar verdim bir de 10 dolar, sen bana 50 geri vereceksin.” Bu yabancı bunu neden yapıyordu ki? Poster, biblo ve rozet 60 dolardı işte… Neden 100 dolarını verip 40 dolar para üstünü beklemiyordu? O sırada yabancı (ben) daha yüksek sesle kükredi:

Haberin Devamı

- 50 dolar back! 50 DOLARS!

- Where are you from my friend?

- Turkish.

- You do like this in Turkey?

- Every time!

Oh! Sonunda rasta saçlı tezgahtara ne demek istediğimi anlatabilmiştim. Hem Türk hem de takıntılı bir Oğlak olmanızın bu gibi sıkıntıları vardı işte! “Cüzdanınızda ne kadar bütün ve az para tutarsanız, o kadar iyidir”. Karım Seda bir “yengeç” mesela. Şu an muhtemelen cüzdanında, istese birleştirip bir tek para yapabileceği 20 tane bozukluk vardır. Ama ben öyle miyim ya? Bakın şu an New York’un Metropolitan Müzesi’nde bile, karşımdaki rasta saçlı satıcıya “110 give you… 50 back! 50 back!” diye taklalar atıyorum!

- Okey okey, 50 back to you. Take it.

Rasta saçlı çocuk denklemi çabuk çözmüştü. Oysa bunu yaptığımızda, dünyanın %99’u kilitlenir, öylece avucumuza bakar. Hiç vakit kaybetmeden poşet içine rulo yapılmış posterimi, heykelciğimi ve rozetimi aldım; 50 dolar para üstümü de “TEK PARA OLARAK” gururla cüzdanıma kattım. Bunun için Türkiye’ye dönüşte beni havaalanında karşılayıp, göğsüme bir madalya iliştirmezlerse hatırım kalır…

Haberin Devamı

Durun siz durun. Hikaye bitmedi... Sırada bir Oğlak burcu manyağının, bir New York müzesi çıkışında yaşadığı büyük şok var! Efendim, müzenin hediyelik kısmından ayrıldığım gibi yanımda fazlalık taşımayayım diye ne yaptım? Bibloyu kalın karton kutusundan çıkardım, kutuyu çöpe attım. Posterin de poşetini çıkarıp, atıp, rulo halinde arka cebime soktum. Elim kolum yine boş, bravo bana! Ön ceplerimden birinde heykel biblosu, diğerinde şehir haritam; sağ arka cebimde cüzdan, solunda da rulo poster…

O şekilde “rahat rahat” müzeyi terk etmek üzere EXIT’a gidiyorum. Peki bu çıkış kapısı, hangi çıkış kapısı? Elbette güvenlik görevlisinin beni durdurduğu çıkış kapısı! Siz olsanız durdurmaz mısınız? Kara kuru bir adam (2000 yılı ve oldukça zayıfım) ön cebinden fırlamış bir meşale, arka cebine sokulmuş bir poster… Gerisini size Türkçeleştirip anlatıyorum, hızımızı kesmeyelim:

- Pardon genç adam. Bekleyebilir misin?

- Evet, buyurun memur bey.

- Nereye?

- (Haritamı çıkardım) Planıma göre buradan Guggenheim Müzesi’ne… Aynı caddede çünkü… Sonra Central Park’ın Doğu girişinden girer, içerde banklarda bir bagel yer, Batı’dan çıkıp John Lennon’un vurulduğu yere yakın olan Imagine yazısının…

- Bayım yeter! Beni zor kullanmaya mecbur etmeyin!

Vaaay! Göbeğinden dolayı NYPD olamamış kompleksli müze bekçisine bak sen! Yakaladığı ilk fırsatta “Officer” havasına girdi.

- Pardon, ben turist…

- Cebinizdekilerin paketleri yok galiba. Dükkandan satın almadınız mı?

- Al… aldııım.

- Poşetleri?

- Attım.

- Fişi?

- Onu da attım.

- İyi kendini atmadın!

Yok, bu sonuncuyu demedi tabi. Ama lisedeki edebiyat hocam Neşe Doster olsa onu derdi bu diyaloğun tam da bu noktasında… Güvenlik görevlisi ise “dik dik bakmakla” yetindi.

- Şey, isterseniz paketleri, fişi falan… çöpten…

- Peki, seninle geliyorum, bulalım fişleri.

Nasıl korkuyorum anlatamam. O 50 metrelik yolda, aklımdan, izlediğim bütün Amerikan hapishanesi dizileri tek tek gelip geçiyor… Allah’ım daha nezarette başlarlar bunlar beni dürtüklemeye! “Heeey Turko! Sana diyorum bacaksız! Geldiğin gibi New York’ta hırsızlık mı yaptın zibidi?

Gel bakalım buraya sen GEEEL!!!” Aman aman bittim ben… Yok! Çöpleri de götürmüşler! Kanıtlar silinmiş! …Sonra birden aklıma geldi! “Hah” dedim, muhtemelen artık aklından polisi çağırmak geçen güvenlik görevlisine. “Yesss!” Buldum tamam! “Sizin hediyelik eşya reyonuna gidelim. Orda rasta saçlı satış elemanınız var, beni görünce kesin hatırlar”

- “Hiç ümitlenme üç kağıtçı! Saatte 100 müşteriye bakıyor onlar. Nerden hatırlayacak seni?”

- Sadece gülümsedim.

- Hello my friend! Do you remember me?

- Oooo, Mister “Fiftyback!”

(Çok Gezenti “Şehirler ve İnsanlar” kitabından)

NEW YORK KAÇ GÜNDE GEZİLİR?

Erişkin bir insan, erişkin bir New York’u kaç günde gezebilir? İlk gittiğimde; tabana kuvvet gezmeye gelen genç bir erkek, tek başına dolaşan sırt çantalı bir maceracıydım… Bir haftamı almıştı ama öyle deli danalar gibi koştur koştur; dev şehrin hakkını verebilmiş miydim? Emin değildim.

Sonra iki kez daha karımla gittim; biri onun doğum günü kutlaması, diğeri TV programımızın çekimi için… Sanırım onlarda New York’a daha bilinçli yaklaşabildim. Mesela, 30 dolarlık “Hop On, Hop Off” otobüsü bileti alıp, 48 saat boyunca kullanabilir; vakit bulup yürüyerek geçmeyeceğiniz yerlerin havasını koklayabilirsiniz... Bahsettiğim o yerler, Bronx ve Harlem’di…

Rotayı size de küçük notlar halinde vereyim: Otobüsünüzle Harlem Nehri üzerinden, Manhattan’ı Bronx’a bağlayan pek karakteristik Macomb’s Dam Köprüsü’nden geçtiğiniz gibi, Yankee Stadyumu’nu göreceksiniz... Yankiler aslında Bronx ilçesinin değil Manhattan’ın takımı, ama Manhattan’da stadyumluk alan bulmak zor olduğu için, stadyum 1921’de bu mahalleye yapılmış.

2009’da yenilenerek tekrar açılan stadyumun maliyetinde bir rekor var o yüzden yazıyorum; bir spor alanı için harcanan en büyük paraymış. 1,5 milyar dolar! Kurallarını asla anlayamadığımız o Amerikan sporları için! Beysbol ve Rugby!

NEW YORK DEMEK “IŞIK” DEMEK

Times Square ve onunla kol kola duran Brodway. İşte tam filmlerin, şarkıların, kliplerin New York’u burası… Metin Akpınar, Zeki Alasya nasıl Haydarpaşa Garı’ndan inerlerse İstanbul’a ve Taksim’de alırlarsa soluğu; benzer bir durum da Grand Central Station’dan inmek ve Times Square’e gelmektir Amerikan taşralısı için… Belki akşamüstü bir tiyatro oyununa ama illa ki de gece ışıklı halleriyle görmek için ziyaret etmeniz gereken yerler buralar.

42.Cadde metro istasyonundan yüzeye çıktığınız gibi; dev reklam panoları, parlak ışıklar, kostümlü sokak oyuncuları, selfie çubuklarından oluşan bir orman… Binlerce kişi, hareket ve yüksek dinamizm! “Peki ya New York’un metro sistemi” diye soracak olursanız; bazı yerlerde üst üste geçen 4 tren, bazı yerlerde yan yana 8 şerit... Şehre gelene önce metro kullanma kılavuzu veriyorlar, o kadarını söyleyeyim! Hiç hafifletemeyeceğim; bu şehrin metrosunu çözmek zordur arkadaş.

Bir parçası olmak istiyorum: New York, New York

ÇİN VE İTALYA, YANYANA

New York’taki Çin Mahallesi hiç şüphesiz ki, Çin’den sonra gelen en ünlü “Çinli yerleşim yeridir”. 2006’daki Hong Kong seyahatimden beri dünyanın her yerinde peşinde olduğum “bal sosu içinde susam püresi dolu pirinç nişastası topları” tatlısını, burada, New York Çin Mahallesi’nde bulduğumu belirtmek isterim. Ucuz yemek için China Town tercih edilebilir.

İtalyan mahallesi ise yıllar yılı buraya yerleşmiş olan İtalyanların (New York’a ilk İrlandalılar yerleşti biliyorsunuz) canla başla işlettikleri İtalyan restoranlarıyla doludur. Mahalle mahalle değil; dev bir pizza fırınıdır. Kaldırımlarda masalar ve her mevsim yüksek sesli şen kahkahalar… İtalyanlara sırtını dayamış Batı’ya doğru duran kafeler barlar bölgesi ise ünlü “Soho”dur…

Gündüz açık olan butikleriyle, gece takılacak şık mekanlarıyla Soho, hem New Yorkluların hem de turistlerin gözdesidir… Vee mutlaka yarım gün geçirmeniz gereken bir Manhattan mahallesi daha: Chelsea. Özellikle kapalı mekan alışverişiniz için ve güzel et yemek için “Chelsea Market”i tavsiye ederim.

Bir parçası olmak istiyorum: New York, New York

GÖKYÜZÜNE DOKUNAN ŞEHRİ

Baştaki hikayemle farklı bir havada anlatmak istedim New York’u; o yüzden yerim daralıyor… Finalimizi -biletini dışardaki üniformalı satıcılardan değil, içeriden giriş salonundan alacağınız- efsanevi “Empire State” gökdeleninin tepesinden yapalım. New York’ta yapı itibarıyla “gökdelen” statüsüne giren ilk bina 23.Cadde’deki “Flat Iron”, yani dev ütü şeklindeki binadır.

Chrysler Binası, Woolworth Gökdeleni, MetLife Binası, Rockfeller Center ve 432 Park Avenue; bunlar arasında en ünlü ve yüksek olanlarıdır… Ama bence New York dediniz mi, binaların en ünlüsü, karizmatik olanı ve havalısı; bir Amerikan ikonu olan “Empire State”tir… Empire State’in 86. katındaki seyir terasından Manhattan’a bakmak, mutlaka bu kıtadaki en unutulmaz anlarınızdan olacaktır. Yapı olarak bir diğer klasik de- hatta buna Amerika Birleşik Devletleri’nin simgesi de bile diyebiliriz- Özgürlük Heykeli’dir elbette.

Burayı yakından görmeniz için Staten Adası feribotlarını bulmanız gerekecek. Manhattan’ın güney ucundaki Batery Park’tan kalkıyorlar. Feribot adaya doğru ilerlerken, yolda Özgürlük Heykeli ve müthiş bir Manhattan manzarası çıkıyor karşınıza. Fotoğraf makinelerinize layık... Elbette Ellis Adası’nda inip heykelin kendisini de gezebilirsiniz.

1800’lerin son yıllarında, ülkeye gelen yüzbinlerce göçmen için sıkıntılı bir giriş kapısı olan Ellis Adası, şimdilerde turistlerin uğrak noktası. Biliyorsunuz heykel, Fransa’nın kuruluşunun 100.yılı şerefine Amerika’ya verilen bir hediye aslında. Göçmenleri karşılayan davetkar teyze(!) Açılış tarihi 1886.

Bir parçası olmak istiyorum: New York, New York

KEYFİSİZ ANILAR VE SON NOTLAR

Ve tarihin en büyük (diyorlar) “terör” saldırısının gerçekleştiği, Manhattan’ın sıfır noktasındayız. Ground Zero. İkiz kulelerin enkazında kalanları kurtarma çalışmalarında hayatını kaybeden 343 itfaiye görevlisi için yapılmış hatıra anıt ve 9/11 olayının 10.yılında ziyarete açılan muhteşem havuz… İki havuz iç içe olan bu anıt Kuzey Amerika’nın en büyük havuzuymuş…

Arkasında göğe doğru uzanan da tabii ki Amerika’nın en yüksek binalarından, yıkılan ikiz kulelerin yerine yapılan One World Trade Center, diğer adıyla Özgürlük Kulesi… Lower Manhattan’dan, Wall Street olarak bilinen ünlü borsa mahallesine uğramadan ve ünlü Boğa heykelini görmeden de geçmeyin tabii. Yemek olarak bu şehrin mutfağının büyük bölümünün “sokakta” olduğunu da unutmayın. Zevkinize göre bir sosis arabası, bir falafelci, bir Akdeniz mutfağı kamyonu ve her bir çeşit hamburgerciyi bulabilirsiniz.

Sokak Lezzetleri listesinin üst sıralarında çoğu zaman “Helal Guys” yiyecek arabası vardır. Bol malzemeli doğu mutfağı dürümleri, pideleri cidden lezzetlidir. Orijinal olanında yedim ben; 53.Cadde’nin 75 Batı ile kesiştiği köşededir... New York’tan ayrılmadan Brooklyn semtini adım adım dolaşmanızı, “cosy” mekanlarına girip girip çıkmanızı ve bunları yaparken şöhreti büyük Brooklyn Köprüsü’nü de yürüyerek geçmenizi, hatırlatmama gerek yok sanırım… Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok sonuçta.

Bir parçası olmak istiyorum: New York, New York

Sıradaki haber yükleniyor...
holder