Yılbaşı da geçti, “Haydi artık dönelim köyümüze” dedim ve bugün, kafamda soru işaretleri yaratan bazı konuları size anlatacağım. Mutlaka bir cevabınız vardır. Bir dakika düşünmeniz bile yeter. Başlıyoruz...
Ve bitti.
Futbol cinayetleri
Cinayet sadece bıçakla tabancayla tüfekle işlenmiyor. Futbol cinayetlerinde bunlar kullanılmıyor mesela. TFF ve MHK cinayetlerde iz bırakmıyor. “Ofsaytımsı”, “Penaltımsı”, “Abartılı” deyip Tahkim’i de uğraştırmadan kendi kanunlarıyla işi çözüyorlar. Hem de milyonlarca izleyicinin gözü önünde işlenen cinayetler var. Eğri cetvel kullanıp filmi iki saniye kırparak golleri iptal ediyorlar. Bu arada yapay zekalı makinelerin de kulağı bükülüyor tabii. Hani birisi “Bu lig bitmez” demişti ya, ceza almadığına göre bir bildiği vardı herhalde. Bana sorarsanız, bitmesine biter ama arkasında yıllarca konuşulacak sarımsı kokular bırakarak biter. Tabii bitene kadar bu federasyon kalırsa…
Bugün 2023’ün ilk günü ama önemli olan Türkiye’mizin ikinci 100 yılının ilk günü. Yeni yıl siz sevgili okurlarıma önce sıhhat, sonra huzur, mutluluk, şans, bereket getirsin inşallah. Dün geceki neşeniz daim olsun.
Onun için bugün, siyasetin seçime yaklaşırken çirkinleşen yüzünden, hayat pahalılığından, her gün yükselen etiketlerden, asgari ücrette Türk-İş’in masa oyunundan, memur ve emeklilere beklenen zamda TÜİK’in katkısından bahsedip de dün geceki neşenize limon sıkmayacağım. Ancak birer cümleyle, TBMM Başkanı’nın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermesini, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu arasındaki ‘yalan’ düellosunu, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın, “Türkiye hukuk devleti, hakimler bağımsız” demesini de atlamak istemiyorum. Eh, biraz da sevinin. Market poşetlerine zam gelmedi, yine 25 kuruş. EYT mağdurları sonunda istediklerini aldı. İlk maaşı ne zaman alırlar bilemem. İstanbul’daki okurlarım; bugünden itibaren doğal gazınız yüzde 12 ucuzlayacak. Günler de uzamaya başladı. Bu kadar müjde de yeter. İdareli kullanın ama…
YAPACAK BİR ŞEY YOK
Yukarıdaki cümle, Türkçe konuşan herkesin olumlu veya olumsuz kullandığı bir cankurtaran. Dahası da var: Sıkıntı yok, tabii ki de, aynen, valla bence de öyle, hayırlısı, kesinlikle, kısmet, katılıyorum…. Bütün bunlar ne demek biliyor musunuz? Kendini ifade edemeyen bir topluma dönüştüğümüzün göstergesidir. Hele hele o aynen yok mu o aynen... Sinir katsayımı artırıyor. Şöyle bir baktım, saydıklarımın hiç birini kullanmadığımı fark ettim. Demek ki, kısaltılmış Türkçeye ayak uyduramamışım. Genç okurları kırmamak için bu sözcükleri hoş görüp, “Kısaltılmış meram anlatma” deyip geçeyim.
*
Bir dede tavsiyesi
Sosyal medyanın çok anlam ifade ettiğini düşünerek nokta yerine kullandığı saçma sapan harf silsilesine ne diyelim? Onun da örneklerini derledim. Tercümesini sonra bana yaparsınız.
Ne bunlar? Saçmalık! Yapmayın gençler, size yakışmıyor. Vallahi de billahi de yakışmıyor. Sosyal medyayı takip ettikçe görüyorum. Sizler öyle yaratıcı bir gençliksiniz ki alkışlıyorum. Son zamanlarda Birol Bey’le, Sibel Şengül Hanım da favorilerim. İğneleyerek espri yapmanın kitabını yazıyorlar bence. Ne olur siz de öyle yapın. Bir dede tavsiyesidir bu.
Katar’ın, dünya liglerine bir aydan fazla ara verdirerek ve 200 milyar dolar harcayarak organize ettiği 2022 Dünya Kupası’ndaki neredeyse tüm maçları izledim. Katar, eline yüzüne bulaştırmadan müthiş bir tanıtımla çok iyi bir organizasyon yaptı.
İlan ettikleri yasakları aynen uyguladılar. Dekolte giyinenleri tribünden indirdiler ya da giydirdiler. Tribünlerde ve sokaklarda ülkeler arası arbedeye izin vermediler. İçki kısıtlaması bile bu arada kaynadı gitti. Peki, bunu nasıl başardılar? Türk polisi gücü sayesinde tabii. Seçmece 2 bin Çevik Kuvvet, 30 at, 79 eğitimli köpek ve toplamda 2242 personelle Katar’daydı Türkiye. Kuş uçurtmadılar. Tecrübelerini konuşturdular.
*
20 YILDIR BİZ NEDEN YOKUZ?
Futbola dönersek, Türkiye bu turnuvada yoktu yine. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, açılışta ve büyük bir kadroyla finalde protokol tribünündeydi. Final maçında paylaştıkları fotoğraflarından gördüğümüz kadarıyla Türkiye’den çok sayıda ünlü de maçtaydı. Ne dersiniz, “20 yıldır biz bu kupada neden yokuz?” diye düşünmüşler midir?
Şimdi gelelim konumuza; FIFA’nın Türkiye’den, bir dördüncü hakeme bile görev vermediği Dünya Kupası’nı hakkıyla Arjantin kazandı. Ancak sahada kupanın peşinde koşan birisi daha vardı; Lokantalarında çok sık ağırladığı FIFA Başkanı Giovanni Vincenzo Infantino’dan kendisi ve fotoğrafçısı için aldığı akredite kartlarıyla Nusret! Tören sonrası elinde altın kupayla sahaya inen kaptan Messi’yi kovaladı, kolundan çekiştirip tepki aldı. Meşhur tuz serpme olayıyla 50 milyona yakın takipçiye ulaşan, sonra da dolar milyoneri olan fenomen Nusret, sonunda başardı. Birçok Arjantinli futbolcuyla kupayı kah öpüp kah tokatlayarak fotoğraf çektirdi. Bu arada “Bu adamın burada ne işi var?” denilerek dünya basınına konu oldu. Böylece onun sayesinde dünyaya “Futbolda biz de varız” dedik. Şaka şaka…
*
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na, seçildiği seçimin tekrarı kararı sonrası YSK üyelerine söylediği söz için bir buçuk yıl dava açıldı. Bilirkişilerin, ‘hakaret ve küfür yok’ beyanına rağmen hakimi değiştirilen mahkemenin yeni hakimi, iki yıl yedi ay 15 gün hapis cezası ve siyasi yasak kararı verdi. İBB’nin bulunduğu Saraçhane’de akşamüzeri başlayıp gece biten, on binlerce İstanbullunun katıldığı toplantılar yapıldı. Şimdiye kadar sadece önlerinde dosyalarla altılı masada görülen Millet İttifakı üyeleri de birlik beraberlik sergilemek için ikinci gece Saraçhane’de halkın karşısına çıktılar. Çiseleyen yağmura rağmen uzun uzun konuştular. Belki de bu olay, muhalefetin seçim kampanyasının başlangıcı oldu.
*
Bence, bu iki gece toplantısının en önemli olayı, ilk gece kimseye haber vermeden bastonuyla gelen, 101 yaşındaki Nermin Hanım’ın ve bugün hayatta olamayan iki eşinin de soyadını taşıyan büyük sosyolog, yazar Nermin Abadan Unat’ın gelmesiydi. Hem de, “Verdiğim oya sahip çıkmak için hemen geldim” demesiydi. İşte, iki gecelik Saraçhane’nin özeti.
*
OLASILIKLAR
Bakanlar ve Hükümet Sözcüsü Ömer Çelik, “Bu, henüz kesinleşmemiş mahkeme kararıdır. Daha İstinaf ve Yargıtay süreci var” diyorlar. Doğru ama mahkeme kararı kesinleşse dahi İmamoğlu hapse girmeyecek, seçme ve seçilme hakkı ve diğer siyası hakları elinden alınacak. Diyelim ki, İstinaf ve Yargıtay, bir-iki aya karar verdi.
Peki, neden Anayasa Mahkemesi’nden kimse söz etmiyor? O süreç bence altı ayda bitmez. Diyelim ki, eğrisi doğrusuna geldi ve İmamoğlu cumhurbaşkanı adayı oldu. İşte o zaman YSK yine devreye girer. Artık ellerinde geçerli bir mahkumiyet gerekçeleri de vardır ve cumhurbaşkanı adaylığına izin vermeyebilirler. Şimdilik durum bu. Gün ola harman ola.
Not: İmamoğlu davasının savcısı mahkemeye dilekçe vererek, kararda usul ve yasaya aykırı hususlar olduğunu belirterek İstinaf’a gideceğini söyledi. Gerekçeli kararın bir an önce açıklanmasını istedi. Hukukçular savcının cezayı az bulduğunu söylüyorlar.
Bu hafta yazıma Kadın Bianet’in ‘11 ayda Türkiye’de 300 kadın öldürüldü’ bülteniyle başlayacaktım ama bu katliamı bir süreliğine unutturan bir iğrençlik yaşandı geçen hafta. Bir kesim hariç vicdanı olan herkesi infiale sürükleyen, yüreğini acıtan bir olay: Tarikat mensubu bir ana-babanın, altı yaşındaki kızlarını 29 yaşındaki bir adamla gelinlik giydirip evlendirerek yıllarca tecavüze uğramasına neden olması... Olayı AK Parti sözcüsü Ömer Çelik anlattı:
“Çocukların istismar edilmesi asla affedilmeyecek, lanetli bir suçtur. Mağdurun yanında olacağız ve her türlü desteği vereceğiz. Suçlu her kimse karşısındayız. Devam eden hukuki süreçte çocuklarımızın yararının gözetileceğine eminiz. Aile Bakanlığı da, açılan davaya müdahil olmuştur.”
Sonra da herkes konuştu, lanetledi. Kamuoyu, sosyal medyayı yıktı. Yıkmaya da devam ediyor. Herkes, aklına estikçe açıklama yapan Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın ne diyeceğini bekledi ama o konuşmadı. Başkanlık adına üç gün sonra açıklama yapılabildi. Buna da şükür! Düzgün ve kapsamlı bir açıklamaydı. Babanın mensubu olduğu vakıf ise sadece, “O kişinin bizle ilgisi yoktur” diyor. Kınamak yok ama… Meclisteki tüm partilerin isyanı ise alkışlanacak bir olaydı.
ŞİMDİ NE OLACAK?
Baksanıza, kardeşleri kurgu yalanlarla bugün 24 yaşında olan mağduru suçlu yapmaya çalışıyorlar. Kızın yetişkinlik döneminde yapılan düğün fotoğraflarını gösteriyorlar. Düşünün, mağdur mahkemeye Kasım 2020’de müracaat etmiş. İlk duruşma ise 22 Mayıs 2023’te. Kemik yaşı için 2012’de muayeneye başka bir kadını sokabilen bu karanlık, altı ayda delilleri daha da karartmaz inşallah. Neyse ki müdahil olacak avukatlık dernekleri dosyaya ulaşmışlar. Bu karanlığa izin vermezler. Zira H.K.G., dosyaya her şeyi koymuş. Bütün resimlere ve ses kayıtlarına kadar. Belki hatırlarsınız, yıllar önce “Yedi yaşında çocuklar evlenebilir” diyen bir başka karanlık isme mahkeme beraat kararı vermişti. Yine tanıdığınız birisi de dört sene önce “Dokuz yaşındaki kız evlenebilir, hamile kalabilir” demişti. Allah ile korkutan ama Allah’tan korkmayanların sonu gelmeli artık. Yüce dinimiz, bu karanlığa alet edilmemeli, YETER!
“Ben gelecek için hiçbir endişe duymadım. O yeterince hızlı geliyor.” Albert Einstein
Algı mühendisliği
Sahtekarlığın kitabını yazacak kadar becerikli sahte doktor kızımızla başlayan, sahte doktorlarımızın her gün yeni bir hikayesinin çıkmasıyla devam eden konu, gerçek doktorların gördükleri şiddetin kamuoyunda yarattığı algıyı unutturmaya devam ediyor. Bu da algı yaratmaktaki üstün başarının, toplumu nasıl unutkan yaptığının en güzel örneklerinden biri.
Yunan siyasi rejimi, küresel ölçekte çalışarak, Türkiye’nin başına yeni bir soykırım suçlaması derdi sarmaya çalışıyor. İddia da şu: “1919-1922 arası Türkler Anadolu’da bir Kurtuluş Savaşı yapmadılar. Tam tersine bir Yunan-Rum vatanı olan bu topraklarda bir istila ve yağma savaşı yaparak 9 Eylül’de İzmir’i ele geçirdiler ve Atatürk’ün emriyle şehrin özellikle Hristiyan mahallesini kül ettiler.”
Bu iddia ile önce Yunanistan’da, şimdi de Amerika’da Türkiye karşıtı bu propagandaya hız verdiler. ‘Smyrna Mou’ (Sevgili İzmir’im), isimli Yunan saldırgan tezleriyle çekilmiş film, 8 Aralık’ta ABD’de 700 sinemada tek gecelik gösterime girecek. Filmin ilk gösterimi ise New York’daki Metropolitan Sanat Müzesi’nde 29 Kasım’da yapıldı. Film ayrıca, 11 Ocak 2023’te de Brüksel’de Avrupa Parlamentosu’nda gösterilecek.
Film, İzmir’in zengin Yunan ailelerinden Baltacis’lerin, 1916-1922 yılları arasındaki hayatını ve sonra Midilli’ye kaçışını konu alıyor. Ne yazık ki oyuncu Burak Hakkı da filmde bu ailenin şoförü ve uşağı Halil’i canlandırıyor. Ailenin gelinine aşık olan Halil, duygularını hiçbir zaman belli etmiyor. Defalarca aileyi İzmir’i terk etmeleri için uyarıyor. Daha sonra ise Türk ordusunun saflarına geçiyor. Burak’a sormak lazım, “Senaryoyu okumadın mı, uşak olduğunu anlamadın mı sen?” diye.
*
Bu yazıyı, bu konuyla ilgili çok mücadele vermiş meslektaşım Yaşar Aksoy’un, İzmir’in İZ Gazetesi’ndeki, uzun yazısından derledim. İki cümle de ben ekleyeyim; bu film, yedi yıl önce, üst üste üç yıl tiyatroda sergilendikten sonra beyaz perdeye aktarılmış. Peki, devlet istihbaratımızın bütün bunlardan haberi olmamış mı? Mümkün mü? Amerika’nın, Yunanistan’ın dört bir yanını dev üsler haline getirmesini, adaların silahlanmasını seyrettiğimiz gibi bunu da seyrettik herhalde. Değişmez gerçek şu; Yunan lobilerine karşı etkili, ses getirecek icraat lazım icraat! Topla tüfekle değil.
Bize bir şey olmaz
Domatesimiz, Antep fıstığımız, limonumuz, incirimiz, yer fıstığımız, baharatlarımız ihraç ettiğimiz ülkelerden iade ediliyor. Ürünlerimiz sağlığa zararlı zehirli madde kullanımı nedeniyle iade edilirken, zehirlendiğimizi de onlardan öğreniyoruz. Peki bu iade edilen ürünler ne oluyor? Bir ihracatçı dostum cevapladı: “İhraç ürünlerin ambalajları çok farklı. İhracatçısı bunları, ihraç fazlası olarak zincirler dışındaki marketlere kolayca pazarlıyor. Ya da ambalajı değiştirip istediği yere satıyor.” Biz de afiyetle yiyormuşuz. Ne diyeyim, şifa olsun.
*
Şu Amerika’nın Türkiye yaklaşımlarını bir türlü aklım almıyor. ‘DEAŞ’la mücadele ediyorlar’ yalanı altında, PKK/YPG’ye binlerce tırla silah, mühimmat desteği yapıyor, askeri eğitim veriyorlar. Daha geçen hafta ABD Özel Kuvvetler Komutanı, Suriye’de eğitim verdiği PKK/YPG teröristlerinin mezuniyet töreninde, “Başarınızla gurur duyuyoruz ve devamını diliyoruz” diyebildi. Düşünün artık! Bu arada, F-16’lar için iyimser davranıp tahıl koridoru için Cumhurbaşkanı Erdoğan’a teşekkür edip S-300’leri ve Gülen meselesini ise ağızlarına bile almıyorlar.
*
ABD Dışişleri Bakanlığı, Suriye ve Türkiye’deki can kayıpları için başsağlığı diledi. Suriye’deki gerilimi azaltma çağrısını yenilerken, Irak’ın egemenliğini ihlal ettiği için de harekata karşı çıkmaya devam ettiklerini belirtti ama kınama mesajı yayınlamadı. Biz de umursamadık zaten. Bu arada sözcüleri NATO da harekata karşılık PYD ve YPG’yi 30 kilometre öteye çekmeyi önerdi. Bekleriz ama harekata devam tabii... Sırada Gabar, Cudi, Tendürek var.
*
Bir notum daha var; teröristleri bombalıyor, yerle bir ediyoruz ama ertesi günü yine roketler, füzeler atıp şehitler, yaralılar vermemize sebep oluyorlar. Üstelik havan topu Gaziantep’e, Türkiye destekli cihatçıların bölgesinden atılıyor. Bunun izahı var mı? Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, cezalandırma atışlarıyla Pençe Kılıç Harekatı başladığından beri 254 teröristin etkisiz hale getirildiğini söyledi ve dedi ki, “Şehitlerimizin kanlarının her damlasının hesabını soracağız.” İnşallah!
Katar ve Burak
Spor, kardeşlik, barış, sevgi ve saygı demekti, değil mi? Onun için de bugüne kadar, ligler bittikten sonra yapılan Dünya Kupası, ırkçılık yapmamak için ve de hava şartları nedeniyle Araplara, Katar’a verildi. Peki, bu organizasyon için 120 milyar dolar harcandığını açıklayan Katarlılar, seyrettiğim kadarıyla sıradan bir açılış töreninde ne yaptı? Bir savaş, öldürme aracı olan pırıl pırıl kılıçlarla gösteri... Kardeşlik gösterisi onlarda böyle herhalde. Hiçbir maçı kaçırmadan seyredip iki-üç maç hariç öyle ahım şahım bir futbol oynanmadığını görünce neye hayıflanıyorum biliyor musunuz? Burak Yılmaz’ın Portekiz maçında kaçırdığı penaltıya… O penaltı kaçmasaydı belki bugün Katar’da biz de olacaktık. Neyse, kısmet!
Bu arada ‘Potanın Perileri’nin Avrupa’da bütün rekorları altüst edip Eurobasket Ligi’nde Arnavutluk’u 140-44 yenmesiyle sevinelim.
İstiklal Canavarı, PKK, YPG ya da PYD tarafından beyni yıkandıktan sonra komşularına göre bir sene önce, açıklamaya göre dört ay önce Afrin’den kaçak olarak Türkiye’ye girip İstanbul’a yerleşti. Göstermelik kocasıyla da işe girip çalışmaya başladı. Geçen pazar günü de İstiklal Caddesi’nde, içinde TNT kalıpları olan bir çantayı oturduğu bankta bırakıp kaçtıktan sonra patlatarak, ikisi çocuk, altı canımızı öldürdü. Beşi hâlâ yoğun bakımda olan 81 kişinin de yaralanmasına sebep oldu. Bu canavar kadın kendini patlatmadı ama “Başının çaresine bak” diyen beyin yıkayıcılar tarafından patlatıldı. Öncelikle şehitlerimize rahmet, yaralılara şifa diliyorum.
İkinci önceliğim ise Türkiye emniyet teşkilatının tüm birimlerine. Görünen o ki bu canavar kadın takip ediliyormuş. Çünkü başörtülü bir yüzü kameralardan tespit edip saatler sonra yakaladılar. Ama ne gariptir ki bu aşağılık saldırıyı üstlenen bir terör örgütü de çıkmadı hâlâ.
Daha önce söylendiği gibi Erbil’de, Bağdat’ta, Şam’da güvenlik sağlamak beni hiç ilgilendirmiyor. Ben önce kendi güvenliğime bakarım. Böyle biline. Milletimizin başı sağ olsun.
TOGG için diyorum ki…
Zamanın dijital teknolojisini de aşan ilk Türk otomobili TOGG’un açılışından beri, ilk arabaların İtalya’da üretilip getirildiği konuşmaları bitmek bilmiyor. İlk açıklama Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank’tan gelmişti ama ağzıyla kuş tutsa olayı manipüle eden gruba yeterli olmadı. Sonra başka bakanlar da açıklama yaptı. Son noktayı Cumhurbaşkanı Erdoğan koydu. Ben ise bu meram anlatma çabalarını çok garipsiyorum. İlk etapta yılda 15 bin olarak planlanan üretimin devamı da İtalya’dan mı gelecek? Tabii ki hayır! O dev fabrika boşuna yapılmadı ya…
Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener açılış davetine mazeret bildirerek katılmamışlardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan açıkladı; şimdi gezmek istiyorlarmış. İşte fırsat! Gidip görsünler ve durumun ne olduğunu onlar açıklasınlar. Karşıt grup belki o zaman inanır.
Organ bağışı
Ülkemizde 20 bin böbrek, 1000 karaciğer, 800 kalp, 40 akciğer nakli bekleyen hasta varmış. Bu da daha çok organ bağışıyla daha çok hayatın kurtulması demek. Geçen yıl eşimin vefatından sonra, “Hangi organım işe yararsa alın” diye müracaat etmiştim. “Beyefendi, sizin organlarınızın son kullanma tarihi geçmiş. Teşekkür ederiz” diyerek kibarca reddettiler. Doğru. Deprem tatbikatında bile benim telefonum çalmadı. Sistem, “O yaşadığı kadar yaşadı, yormayalım” dedi herhalde. Ben de çocuklarımın dahi bilmediği bu şahsi sırrımı gülesiniz diye yazdım zaten.