Bir evlat tanıyorum. Demokrasi ve Atatürk aşığı. Dr. İbrahim Sözen. Çok güzel özetlemiş: “6 saat süren 15 Temmuz’u aylar süren yüz binlerce şehit verdiğimiz Çanakkale destanı ile kıyaslamak, tıpta bir hastalığın adıdır ama, benim branşım değil” demiş.
Evet, bir hafta Türkiye’de yer yerinden oynadı. Akıl sır ermeyen bir psikolojik harp yapıldı adeta. Tabii her zaman olduğu gibi, mağduriyetle süslenerek...
Allah mekanlarını cennet eylesin, ışıklar içinde uyusunlar, 249 şehidimizi her dakika andık, yere göğe yazdık. Çünkü haklarıydı. Ama yine vatan için canını veren, cenazeleri bitmek bilmeyen şehitlerimizin ruhlarını muazzep eder gibi olduk. Onlar da analarının kınalı kuzusuydu. Tıpkı 15 Temmuz şehitleri gibi. Ama ayrımcılığa uğradılar. Köprüdeki törenin duasında bile, “Özellikle 15 Temmuz şehitlerimize” denerek ayrıldılar. Neden? Çünkü yedikleri kurşunlar farklıydı. Biri PKK, diğeri Fetö markaydı. Ne olur bundan sonra şehitlerimize ‘şehit’ diyelim sadece.
DOĞA HESAP SORDU
İstanbul, 18 Temmuz’da bu kez bir tabiat darbesi yaşadı. Ama tecrübeli olduğu için onu da bir destana çevirdi. Halk üç saat suyun içinde yükselip canlı kalabilmenin tarih yazacak örneğini gösterdi. Birileri 175 bin litre yağmur düştüğünü söylese de, mitingleri, yürüyüşleri, anmaları sayan yetkililer, bunu 6 milyon litreden fazla olarak hesapladılar. Çünkü, bir aylık yağış 1 saatte yağmıştı. Her taraf betonla kaplandığı için canı yanan, nefes alamayan doğa hesap soruyor diyemediler. Altyapı yetersiz kaldı diyemediler. Ancak genel kanaat bunun da Allah’ın bir lütfu olduğu şeklindeydi.
Bu yaşıma kadar benzer çok afad gördüm ama, düşen yıldırımın sayıldığını ilk defa yaşadım. Belki İstanbullu okurlarımın haberi yoktur, söyleyeyim. İBB saymış. Gururlanın. O gün tam 2.563 yıldırım ve şimşek düşmüş İstanbul’a. Şansımız varmış, hiçbirimizin tepesine düşmedi. Geçitlere alışmıştık da, metroyu su basmasına ilk defa şahit olduk. Haa bir de, Erdoğan, Avrasya Tüneli’nin temelini atarken, “Burası afet durumlarında sığınak olacak” demişti ama, bırakın sığınmayı kapatıverdiler. Neyse yaşadık bitti. Bir daha Allah korusun.
NASIL DESİN
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, “Kabinedeki yenilik, bir süreklilik ve değişim kabinesi olarak tercüme edilebilir. Yeni bir kan tazelemesi ile hizmetler daha etkin hale gelecek” dedi. O, RTE’nin “Yürü ya dostum” dediklerini göz ardı edip, revizyonu böyle tercüme etmiş. Bu tercümenin de tercümesi var tabii: İki başbakan yardımcısı ile dört bakanın etkin hizmet yapamadıkları için görevden alınmaları. Ama nasıl desin?
OLMUYOR, OLMUYOR
Burhan Kuzu hocamız, siyasetin her branşında oynadı Allah için. Sadece siyaset mi? Twitter’ın bile fenomen oyuncusu oldu. Başardı veya başaramadı, onu siz değerlendirin. Ağzıyla ne gaflar tuttu ama, beğendiremedi ki, bir türlü bakan olamadı. Zaten kendisi de söylüyor, “Siyasetin adaleti yok” diye. Yeni kabine için seçim kabinesi dediklerine göre, artık veteranlar takımında sahaya çıkacak. Sonrası malum: Jübile.
YİNE YAPARIM ORTA OYUNU
Biz millet olarak kabadayılığı severiz. Geçen hafta da et kokulusu ve magazin soslusunu yaşadık. Neymiş, Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim, Alaçatı’da mekan basmış. Aman yanlış olmasın, bu titriyle basmamış. O kadar da değil. Zaten baskını titriyle yapsaydı istifa ederdi canım. Öyle korumalarla filan da gitmemiş. Dört kişiyle sorunu çözmüş, çıkıp gitmiş. Ya da pabucu pahalı görünce kaçıp gitmiş. Üç gün mekan sahibi konuştu. Terim dinledi. Düşündü taşındı, planladı ve o da konuştu. Çünkü o bir aile babasıydı. En büyük baba. Damatlara söz hakkı bile tanımadı. Basılan mekanın komşusu olan damat meseleyi halledememişti zaten. İş başa düşünce bir aile babası n’apar. Sorunu çözer. O da öyle yapmış. Yine olsa, yine aynı şeyi yaparmış. Ammaa çok üzgünmüş. Üç kere çok üzgünmüş.
Peki basılan mekanın babası ne diyor? Gelmesine gerek yokmuş. Nerede görürse yine dövecekmiş. Miş de... Öyle kolay değil. Fatih Terim söz verdi. Artık daha dikkatli olacakmış. Çünkü basın toplantısında en az 15 kere söylediği gibi o bir aile babası. En büyük. Tüm babaların ona teşekkür etmesi lazım. Aile babasının bir sorunu nasıl çözeceği konusunda bizi aydınlattığı için.
İNCE HESAP
Trump, Beyaz Saray’ı boyatmak için uluslararası ihale açmış. Çinliler 3, Almanlar 7, Türkler ise 10 milyon dolar teklif vermişler. Trump, Çinliyi çağırıp “Neden 3 milyon?” diye sormuş. Çinli, “1 malzeme, 1 işçilik, 1 kâr” demiş. Alman, “Bizimki kaliteli iş. 4 malzeme, 2 işçilik, 1 kâr” diye cevap vermiş. Trump son olarak Türk’e “10 milyon neyin nesi?” diye sorunca, aldığı cevap: “Donald Amca, 4 sana vericez, 3 bizim, geriye kalan 3’ü de Çinliye vericez ki boyasın herif.”
BÜYÜ ÇÖZÜLDÜ
Hiç inanmam ama, bu Adriana’ya kesin büyü yapılmıştı. Para büyüsü. Kadın bütün ciddiyeti ile görevini yaptı, büyüyü çözdü ve gitti. Eee, herkesin bir işi var. Büyünün minare tozu, öpücük dökeni ise amacına ulaştı. Ya da patronları ulaştı. Çünkü dünya tanıdı onu. Unutana kadar da parsa toplanır. Hemen kitapları yabancı dillere de çevrilir. Herkes ekmek yer. O oranj gence ekmek gelmeyecek tek yer dizi sektörü bence. Çünkü görüntüsü pek iç yakıcı gözükmüyor. Bilemem tabii. Büyü yapıcının vardır bir bildiği.
CİHAD
Milli Eğitim Bakanı yeni müfredatı açıklamak için oturdu, durmak dinlenmek bilmeden “Cihad” dedi. İslam uğruna savaşı adeta savaşarak anlattı. IŞİD denen örgüt ne için savaştığını söylüyor: Cihad. Sonra da kalkıp çocuklara cihadı anlatıyorsun. İyi taraflarını anlatacaklarmış. Çünkü dinimizde varmış. Tamam var da, matematik, fen gibi ders olarak anlatmakla ne alakası var. Zaten Bakan da öyle eveleyip geveledi ki ne dediğini kendisi bile anlamadı.
23 Temmuz 2017, Pazar 05:00
Haberin Devamı