Son günlerde, daha çok sosyal medyada, bir Z kuşağı tartışması sürüp gidiyor. Siyasiler ise bir yorum yapmıyor.
Yapmıyor çünkü, 24 milyon genç nüfustan, 2000 sonrası doğan 7 milyon genç, oylarıyla gümbür gümbür geliyor da ondan. Çünkü bu rakam seçim sonucuna etki edecek çoğunlukta da ondan. Yani bu kuşak Türkiye’nin geleceğine damga vuracak bir milenyum kuşağı.
Bazılarının onlara “Otorite tanımaz, tatminsiz ve tüketici” dediklerine bakmayın. Onlar, önceki yakın nesillerin bıraktığı dünya çöplüğüne, adaletsizliğe, eşitsizliğe daha çok önem veriyor. Teknolojiyi en iyi kullananlar da onlar. Onun için bu gençlikle savaşılmaz.
KUŞAK ÇOK
Z kuşağını daha çok konuşacağız. Gelelim daha önceki kuşaklara.
1980-2000 arası doğanların adı Y kuşağı. Onlar da otorite karşıtı, özgür ve tatminsiz olarak tanımlanıyor.
1965-1979 arası doğanlar ise X kuşağı. Bağımsız, girişimci, rekabetçi ve şüphecilermiş.
1946-1964 arası doğanlara da Baby Boomers kuşağı deniyor. Baby Boomers, 2.Dünya Savaşı sonrasında başlayıp 1960 yılına kadar süren doğum hızındaki büyük artış anlamına geliyormuş. Çalışkan, idealist, başarı odaklı ama bencillermiş.
VE DE BENİM KUŞAK
1925-1945 arası doğanlara yani yaşayan en eski kuşağa Sessiz Kuşak adı veriliyor. Kurtuluş Savaşı’ndan çıkmış, yokluk ve sefaletle boğuşan kuşağa... Çalışkan, uyumlu, kanaatkar ve otoriteye saygılı kuşak olarak tanımlanıyorlar.
İlk üçüne tamam da, dördüncüsüne itirazım var. Sizlere tarihten bir yaprak açayım, sessiz kuşağı yaşayandan dinleyin. 28 Nisan 1960’ta özgürlükleri yok eden Tahkikat Komisyonu Kanunu çıkınca, protesto için İstanbul Üniversitesi bahçesinde toplanıldığı haberi geldi bize, yani İstanbul Erkek Lisesi’ne. Biz de 100 kişi kadar okuldan kaçarak Beyazıt’a yürümeye başladık. Her taraf polis dolu.
Tam meydana gelirken bir yaralı gencin taşınışını gördük. Neticede biz de bahçeye girebildik. Gece polisler bastı, hepimizi Davutpaşa Kışlası’na götürdüler. Ancak sabaha karşı genç subaylar linyit kamyonlarını durdurup bizleri kömürlerin üstüne bindirerek kaçmamızı sağladılar. Sonradan öğrendik ki o gördüğümüz yaralı Turhan Emeksiz’miş.
Ve 30 Nisan Cumartesi. Bir arkadaşımla, okulda bütün sınıfları dolaştık ve bayrak töreninden sonra Beyazıt’a yürüyeceğimizi söyledik. Hocaların bütün engellemelerine rağmen, 1000 kadar öğrenci Cağaloğlu’nda toplanıp yürümeye başladık. Böylece o günkü gösterileri başlatan İstanbul Erkek Lisesi oldu. Polisler yolu kapatmıştı. Tanklar geldi ama askerler de gençti sonuçta.
Bütün arkadaşlar tankların üzerine çıktı ve Sultanahmet’e dönüş başladı. Yalan yok ben çıkamadım. Ancak yanımda bizden küçük bir liseli kardeşim iki tankın arasında kalıp göğsünden ezildi. Hemen kenara çektik ama, kurtarılamadı. Nedim Özpulat’tı o da. Okula geldim.
Bayrağı yarıya indirdim. Bir hademe müdüre yetiştirmiş. Pazartesi günü 7 gün tard cezası aldım. Ve o sene liseyi bitirtmediler bana. Bu anımı niye anlattım? Sessiz kuşakmışız ya sözde, daha 18 yaşındayken kafa yapımız buydu. Karar sizin.