Haftanın Sohbeti’nin bu haftaki konuğu İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay oldu. Sorulara samimi yanıtlar veren Başkan Tugay, gençler ve çocukların kendisini ‘ağabey’ ya da ‘amca’ olarak sevmesinin kendisine büyük güç verdiğini söyledi.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay, 1967’de Van’da Öğretmen bir baba ve ev hanımı bir annenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. İzmir İnönü Lisesi’nde ortaokul ve lise eğitimini tamamladıktan sonra 1989’da Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirmiş. Ardından 1993-2000 arasında Plastik Cerrahi ihtisası yaparak, 2000’de ise İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde uzman doktorluğunu almış. Yurt dışında ve yurt içinde farklı hastanelerde görev aldıktan sonra 2009’da Karşıyaka’da serbest hekimlik yapmaya başlamasıyla birlikte siyasi hayatına da yön vermiş. Evli ve 3 çocuk babası olan Başkan Tugay, hakkında çok bilinmeyenleri, büyükşehir belediye başkanlığı sürecini ve nasıl bir İzmir hayal ettiğini anlattı.İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay, 1967’de Van’da Öğretmen bir baba ve ev hanımı bir annenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. İzmir İnönü Lisesi’nde ortaokul ve lise eğitimini tamamladıktan sonra 1989’da Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirmiş. Ardından 1993-2000 arasında Plastik Cerrahi ihtisası yaparak, 2000’de ise İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde uzman doktorluğunu almış.
Yurt dışında ve yurt içinde farklı hastanelerde görev aldıktan sonra 2009’da Karşıyaka’da serbest hekimlik yapmaya başlamasıyla birlikte siyasi hayatına da yön vermiş. Evli ve 3 çocuk babası olan Başkan Tugay, hakkında çok bilinmeyenleri, büyükşehir belediye başkanlığı sürecini ve nasıl bir İzmir hayal ettiğini anlattı.
- Biz sizi öncelikle hekim ve Karşıyaka Belediye Başkanı olarak tanıdık. Siyasetle bağınız ilk nasıl oluştu? Sizi etkileyen ne oldu, öğrencilik yıllarınızda da aktif miydiniz?
Aslında üniversite çağlarından beri ülkenin genel sorunları, toplumsal konularla ilgili hassasiyetim oldu hep. Tıp fakültesine girdim, zor bir okul; sonrasında da hem devlet memuru hem de doktor olarak yoğun bir çalışma yaşamım vardı. Yasal olarak da 12 Eylül’den sonra parti üyesi olmamız mümkün değildi. Ben de dışarıdan takip ettim normal bir vatandaş olarak. Daha sonra devlet memurluğundan ayrılıp özel hekimlik yapmaya başladığım zamanlarda Tabip Odası, Türk Tabipler Birliği gibi meslek kuruluşlarında da görevlerim vardı. Biraz da onların bana getirdiği birikimle partiye de katkı vereyim diye üye oldum. İl ve ilçe yönetiminde güzel projelerde çalıştık. Karşıyaka Belediye Başkanlığı’na aday oldum ve süreç böyle işledi.
- Siyaseti hekimlikle kıyaslarsanız hiç pişman oldunuz mu?
Yok, pişman olmadım hiç. Ancak gerçekten iki iş de zor. Doktorlukta insanların canını emanet alıyorsunuz. Belediye başkanlığı çok farklı; belediye başkanının açısından baktığım zaman şehri emanet alıyorsunuz. Şehirle beraber bir sürü insanın hakkını emanet alıyorsunuz.
- Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na aday olmaya nasıl karar verdiniz? Sizi etkileyen ne oldu?
Kırılma noktamız 2023’teki genel seçimler ve o seçimi kaybetmiş olmamız. Ondan sonra partiyle ilgili tabii sorgulamalar, bir değişim ihtiyacı olduğuna dair düşüncemiz oluştu. Ben ilk zamana biraz daha karamsar bakarken sonra genel başkanımızla yani Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu ile doğrudan sürdürdüğüm diyaloglarda onların çok kararlı olduğunu gördüm. Bundan çok etkilendim. Kurultayda Türkiye tarihine geçecek bir değişim oldu. Benim parti meclis üyesi olma düşüncem vardı ama sonra İzmir büyükşehir belediye başkanlığı pozisyonunun parti açısından daha kritik, daha önemli bir görev olduğuna inandım.
- Nerdeyse bir yıl olacak Büyükşehir Belediye Başkanlığı sürecinizi nasıl yaşadınız anlatır mısınız?
Dokuz ay içerisinde belediyeyi yeniden yapılandırmak, bütçe disiplini sağlamak ve geleceğe dönük planlar yapmayı hedeflemiştim. Bunlar gerçekleşti aslında. Bu dönem içerisinde beklenmedik bazı krizler yaşadığımızı söyleyebilirim. Başlar başlamaz memurların sosyal denge tazminatıyla ilgili 1.5-2 ay süren eylem sürecine maruz kaldım. Ardından iki vatandaşımızın elektrik çarpması sonrası hayatını kaybettiği üzücü olay yaşandı. Orman yangınları, körfez krizi gibi konularla geçti zaman. Bir taraftan planladığımız işleri, bir taraftan planlamadığımız halde başımıza gelen işleri ikisini birden yönetmeye çalıştım ve başarılı olduğumu düşünüyorum açıkçası.
- Çok fazla bilinmeyen, insanların görünce şaşırdıkları yönleriniz nelerdir? Hobiniz ya da ilgi alanınız var mı?
Şöyle aslında, duyarlılıkları olan bir insanım. Konuşurken olan sakin yapım, ifadelerimdeki durgunluk falan aslında hiç dünyamda yok. İç dünyamda tam aksine çok coşkulu, heyecanlı, yüksek enerjili bir yapı var. Doğayı çok severim, insanlarla iletişimi çok severim. Sanatın hemen her türünü çok seviyorum. Eskiden sporcu tarafım vardı, edebiyatla çok ilgiliydim. Çokça şiir yazdım. Hikaye yazmak için kafamda tasarladığım öykülerim var. Okumayı, yazmayı, müzik dinlemeyi, spor yapmayı çok seven bir insanım. Tabii gezmeyi de… Sosyal bir yaşamı aslında terk ettim önemli ölçüde. Hem doktorlukla hem de siyasetle.
- Hafta sonları ya da boş vakitlerinizde neler yapıyorsunuz?
Haftanın 7 günü çalışıyorum tabi sabahtan akşama kadar. Hemen hemen çalışmadığımız bir gün yok. Göreve geldiğim günden bu yana haftanın her günü mutlaka bir işimiz, programımız oldu. Yani kendime ayırabildiğim çok az zaman oldu. En çok film seyretmeye ve bir şeyler okumaya vakit bulabiliyorum.
- Ailenizle nasıl vakit geçiriyorsunuz? Neler yaparsınız?
Eşimle film seyrediyoruz. Bazen baş başa müzik dinleyerek sohbet etmeyi seviyoruz.
- Hayatın içinde de siyasetin içinde de zor zamanlar oluyor. Dışardan bakıldığında da eşinizi hep yanınızda görüyoruz. Başarılarınızda eşinizin rolü nedir?
Moralsiz olduğum, gerçekten artık patlama noktasına geldiğim zamanlarda benim için inanılmaz iyileştirici bir insan eşim. Ve gerçekten hala çok, deli gibi sevdiğim bir kadın. Benim için dünyada eşi olmayan, yeri asla doldurulamayacak birisi. Eşime, evime ve çocuklarıma çok bağlıyım. Eşim kendimi sıkıntılı hissettiğim zamanlarda bunu hemen görür. Onun varlığı güç veriyor. Bu açıdan kendimi çok şanslı sayıyorum.
İzmir’de en çok nereyi seviyorsunuz? Nerede olmaktan keyif alıyorsunuz? Huzur bulmak için kaçtığınız bir yer var mı?
Denize yakın alanlar çok özel yerler. Çocukluğum Balçova, İnciraltı, Fahrettin Altay ve civarlarında geçti. Çeşmeye doğru sahil şeridi boyunca her yerde hatıralarım var. Balıklıova’da ailemin yazlığı vardı. Karşıyaka sahili benim için çok özel bir yer. Şu anda nereye gitsem insanlar tanıyorlar. O yüzden nereye gidersem gideyim kaçmak diye bir şey yok. Deniz kenarında yürümeyi, bisiklet sürmeyi çok seviyorum. Özel anılarımın olduğu yerler daha çok Karşıyaka.
- En sevdiğiniz yemek hangisi?
Annem çok güzel karnıyarık yapardı. Ben de karnıyarığı evvelden beri çok severim. Onun dışında zeytinyağlıları çok seviyorum. Hepsi birbirinden güzel. Yaşım ilerledikçe daha çok ot türü şeyler yemeye başladım. Etten biraz daha uzaklaştım. Sarma, dolma ve keşkeğe bayılırım. Ege Bölgesi’nin hatta hiç Anadolu’nun birbirinden farklı keşkekleri var. Ama bizim Ege’nin yani ödemiş Tire, Beydağ, Kiraz civarında keşkek daha farklı. Oralarda daha fazla dövüldüğü için lezzeti de daha güzel oluyor diye düşünüyorum.
- Son zamanlarda İzmir ve Ege, mutfağıyla öne çıkıyor. Gastronomi festivalleri oluyor. Sizin de bu yönde projeleriniz var mı?
Gastronomi İzmir’in en güçlü damarlarından birisi. Döner mesela; herkes Bursa’dan sanıyor ama İzmir’den çıkmadır. Akdeniz mutfağı özelliği var; zeytinyağlıları, deniz ürünleri ile muhteşem bir mutfak kültürü... Doğudan taşınan et kültürü, Balkanlar’dan gelen börekler… Hepsinin birleştiği yer İzmir. Pek çok gastronomi etkinliği planladık. Bütün ilçelerde ayrı ayrı birbirini tamamlayacak etkinlikler yapalım diye düşünüyorum. Çeşme’de uluslararası organizasyonlar yapmalıyız. Büyükşehir destek verdiği zaman çok daha güçlü organizasyonlar olur. İzmir için 2026’da bir bienal planımız var. Bir de 2025’in sonbahar aylarında ilk uluslararası gastronomi festivalini başlatacağız. Uluslararası bir müzik festivalini de belki Çeşme’de, belki başka bir yerde gerçekleştireceğiz.
- Birgün görev süreniz bittiğinde nasıl bir şehir bırakmak istiyorsunuz?
Temiz, altyapısı büyük ölçüde çözülmüş, ciddi sorunları kalmamış, ulaşımda trafikle ilgili sorunları çözülmüş, depremle ilgili çalışmaları tamamlanmış gelecekte binaların depremle yıkılmadığı, konut açığının giderildiği her açıdan güzel bir İzmir bırakmak istiyorum. Sonrasında da göreve devam edersem çok daha ileride bir şehir bırakmak istiyorum. Her şeyden önce planım şu; kurumsal olarak başarılı ve yönü doğru bir İzmir Büyükşehir Belediyesi bırakmak istiyorum. İzmir’in kendi kent kimliği tarihsel; bu şehir herhangi bir kente benzemiyor. Bu şehrin hakkını vermek lazım. Çok seviyorum bu şehri. Bütün dünya İzmir olsa keşke. İnsanları da güzel; insanın insana saygı gösterdiği bir şehir. Evvelden beri farklı inançlar, farklı mezheplerle farklı etnik kökenli bir sürü insan yan yana, huzur ve barış içerisinde yaşadı. O yüzden İzmir, herkesi içine çeker ve sever. Bu şehrin kıymetini bilmek gerekiyor
- Bazen çok eleştiriliyorsunuz. Eleştirileri nasıl karşılıyorsunuz? Öfkenizi, kızgınlığınızı nasıl yaşarsınız?
İnsanlar geliyor bir şey talep ediyor. Ben yapmayı doğrumbulmadığım için isteklerini yerine getirmediğimde yazmaya, çizmeye, saçma sapan şeyler söylemeye başlıyorlar. Sonu gelmeyen bir iftiralar serisi başlıyor.
Bu durum yoruyor, kızdırıyor ve üzüyor. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım üzülüyorum. Bazen de öfkeleniyorum. Öfkemi yansıtmamaya çalışıyorum. Yakınlarımla sohbet ederken belki belli ediyorum.
- Büyükşehir Belediye Başkanı olduğunuz günden bugüne sizde en çok iz bırakan olay ne oldu?
Gençler ve çocuklardan gördüğüm sevgi, ilgi en değerli şeylerden. Hesapsızca seviyorlar. Talepleri yok. Kimisi ağabey, kimisi amca gibi sevmiş beni. Onların sevgilerini gördüğüm zaman, daha çok çalışmalıyım, onlara daha güzel bir şehir bırakmalıyım diye düşünüyorum. Beni en çok etkileyen şey bu. İnsanı en güçlü yapan şey toplumdan gördüğü sevgi ve destek. Giderek büyüyor bu sevgi. Tek istediğim de insanların sevgileri.