Tarım sektörüyle ilgili yapısal sorunlar ve bu sorunlarla ilgili çözüm önerileri tartışılırken gündeme gelen konuların başında işletme sayısının fazla, tarım yapılan arazi ölçeklerinin küçük ve çiftçi/çalışan sayısının çok olması gelmektedir.
‘’İşletme ne kadar büyükse o kadar kârlı ve ekonomiktir.’’ anlayışı hakimdir. Büyük işletmelerin çoğalması tarımsal üretimin artması için temel şartlardan biri olarak değerlendirilir. İşletmelerin büyümesinin ‘’köylü’’ nüfusu azaltması da doğal bir sonuç olarak görülüp teşvik edilir.
Bu anlayışı desteklemek içinde ABD’den ve Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin ortalama işletme büyüklüklerinden örnekler verilir. Doğrudur, ortalamaya bakılacak olursa bizim arazilerimiz küçüktür ve parçalıdır.
Ancak, AB’deki işletmelerin %70’i 50 dekarın altındadır. Türkiye’de de işletme başına ortalama 4 adet parsel düşmekte olup ortalama parsel büyüklüğü 15 dekardır. Son yıllarda hızla artan arazi toplulaştırması çalışmaları artmalı, işletme başına düşen 4 parsel birleştirilmeli ancak Türk tarımındaki hemen her sorunun sihirli değnek misali büyük işletmelerle çözüleceği yanlışına düşülmemelidir.
Son yıllarda gelişmiş birçok ülkede aile çiftçiliğinin korunmasına yönelik politikaların uygulandığı, Birleşmiş Milletler Teşkilatının (BM) açlık ve yoksullukla mücadele ve doğal kaynakların korunması için 2014 yılını ‘’Aile Çiftçiliği Yılı’’ olarak ilan ettiği unutulmamalıdır.
Kırsal kalkınmanın ve küresel gıda güvenliğinin sağlanması, geleneksel gıda ürünlerinin ve biyoçeşitliliğin korunması için aile işletmeleri çok gereklidir.
Tüm dünyada endüstriyel büyük tarım işletmeleri toprakların %70’ini, fosil yakıtların %80’ini kullanarak üretimin sadece %30’unu gerçekleştirebilmektedir. Küçük aile işletmeleriyse toprağın geri kalan %30’u ile üretimin %70’ini yapmaktadır.
Küçük işletmeler akılcı ürün planlaması ve sonuç odaklı üretim teşvikleriye desteklendiği takdirde gıda arzının sigortası ve daha kârlı olacaktır. Küçük ve orta ölçekli işletmelerde parçalı yapıdan kaynaklı ölçek sorunun ise arazi toplulaştırması ve örgütlü üretim ile aşılabilir.
Böylelikle, tarımsal üretimden ayrılıp kente göçen nüfusun yarattığı ekonomik ve sosyal sorunlar da azalmış olur.
Bir ülkenin tarımsal üretimi üzerinde büyük işletmelerin sahibi olan uluslararası şirketlerin hakimiyet kurması en büyük risklerden biridir.