Ukrayna-Rusya krizinde adım adım felakete gidiliyor. Ortadoğu ateş topuna dönmüş, Kafkaslar ve Balkanlar’da çatışmalarda bu kadar can kaybı yaşanmış, Avrupa’nın göbeğinde geniş bir coğrafyanın kaosa sürüklenmemesi için dünyanın dişe dokunur katkısı yok. Son 30-40 yılda Amerika Birleşik Devletleri’nin askerî olarak müdahil olduğu hiçbir sorunun bütünüyle çözüldüğünü hatırlamıyorum.
Ekonomik ve siyasi gücüyle dünyanın birçok noktasına istikrar götürebilecek olmasına rağmen Washington bu etkisini kullanmıyor ya da kullanamıyor. ABD’nin yeni Başkanı Joe Biden çok kötü bir başlangıç yaptı. Hiçbir konuda fark ortaya koyamadı. Amerikan askerlerinin uzun yıllardır bulundukları Afganistan’dan çekilmeleri de tam bir trajediye dönüştü. Biden açısından ağır bir dış politika mağlubiyeti olarak kayda geçti.
Fakat bu sadece Biden’in yetersizliği olarak görülmemeli. Koskoca ABD devlet aklı, insanı şaşırtacak kadar kötü işliyor. Sorun çözme kapasitesi hayli gerilemiş bir süper güç var karşımızda. Bütün dünyayı etkisi altına alan koronavirüs pandemisinde de berbat bir sınav verdi.
En iyi üniversiteler, laboratuvarlar ve araştırma kuruluşlarına sahip olmasına karşın paradigmayı değiştirecek etki oluşturamadı. Amerika, Ukrayna-Rusya krizinde de işte böyle bocalıyor. Bir yandan Rusya’yı engellemeye çalışırken diğer taraftan Avrupa’yı korkutuyor. Ukrayna’yı ön saflara sürüyor ama olası bir çatışmada ne yapacağına dair işaret vermiyor.
Bu kadar önem verdiği Ukrayna’ya terör örgütü PKK-YPG’ye verdiği desteğin yüzde 1’ini bile sağlamadı. Washington, Ukrayna konusunda “Rusya her an saldırabilir” demekten başka bir şey yapmıyor. Polonya ve Birleşik Krallık, Ukrayna’ya silah sağlıyor. Bu durum bölgedeki güç dengesini değiştirecek bir adım değil. Tam tersine tansiyonu yükseltiyor. Avrupa Birliği içinde tam bir dağınıklık var. Her kafadan bir ses çıkıyor.
Birleşik Krallık’ın Brexit ile AB’den ayrılmasıyla ciddi bir boşluk oluştu ve Almanya ile Fransa arasında liderlik mücadelesi başladı. Rus gazına tamamen bağlı Almanya, Moskova’nın şiddetli tepkisinden çekindiği için Ukrayna’ya mesafeli yaklaşıyor.
Zaten Ukrayna’ya “5 bin adet miğfer göndermek” gibi komik bir karar almaları da pozisyonları hakkında fikir veriyor. Ayrıca Angela Merkel gibi küresel sistemde ciddi bir saygınlık kazanmış liderden sonra, düşük profil izlenimi veren yeni Şansölye Olaf Scholz’un ne kadar katkı sağlayabileceğine dair işaret yok.
Nitekim hemen Moskova’ya giden Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un bu boşluğu doldurmak için bir kez daha öne çıktığını görüyorum. Bu süreçte en önemli ülkenin Türkiye olduğu görüşündeyim. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan en samimi ve açık gayreti gösteren lider konumunda. Ankara’nın hem Kiev hem de Moskova ile çok sıkı ilişkileri var.
Erdoğan, krizin farklı aşamalarında hem Ukrayna Devlet Başkanı Volodomir Zelenski hem de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin üzerinde etkisini kullandı, tansiyonu düşürmeye çalıştı. Kiev’e yaptığı ziyaret de bu yönüyle dünyada yakından takip edildi.
Üstelik Erdoğan’ın girişimleri, Türkiye’nin AB veya ABD gibi özel-gizli bir ajandası olmadan konuya yaklaştığını kanıtlıyor. Erdoğan’ın hamlesinin tıpkı Kafkaslar ve Balkanlar’da olduğu gibi Ukrayna ve Rusya arasındaki krizin çözümüne de ciddi katkı sağlayabileceğine inanıyorum.