Işıl CinmenCem Mumcu: Yatakta iki kişi görünür ama yatak dünyanın en kalabalık yeridir

HABERİ PAYLAŞ

Cem Mumcu: Yatakta iki kişi görünür ama yatak dünyanın en kalabalık yeridir

Üniversitede Bülent Somay adında bir hocam vardı, kendisini bilen bilir.

Ona hangi konuda ne sorsam cevap verebileceğini düşünürdüm.

Hatta babam benimle dalga geçerdi, “Her şeyi bilen adam bu konuda ne der acaba?” diye… Evet, o benim ‘her şeyi bilen kişi’mdi. İşte yazar, yayıncı ve psikiyatr Cem Mumcu da, şahsen tanımadığım zamanlarda bende benzer bir his yarattı. O da her şeye cevabı olanlardandı. Varoluş, insan, aşk, cinsellik, doğa, ölüm… Sanki hepsi tutarlı bir paradigmanın içinde sırlarını aralıyordu ona da. Son kitabı ‘Ölmeden Önce Mümkünse Yaşamanız Gereken 1 Hayat’ elime ulaştığında altını çize çize okumaya başladım, bitince de kendisini arayıp ‘Konuşabilir miyiz?’ diye sordum. Terapi odasına buyurun.

Haberin Devamı

Etkilendiğim tespitlerinizden biriyle başlayalım: “Yatak, dünyanın en kalabalık yeridir” diyorsunuz. Ne demek bu?

Yatağa en az altı kişi gireriz. Görünen genelde iki kişidir ama orada minimum altı kişi vardır; sen, senin annen, baban, partnerin, onun annesi ve babası... Onlar dışında arkadaşların, belki ilkokul öğretmenin, halan, amcan, başka imgeler, başka beklentiler, belki bir kadın dergisinde gördüğün saçma sapan bilgi de vardır…

Yani diyorsunuz ki, erotik imgemizi oluşturan tüm geçmişle birlikte giriyoruz yatağa. Doğru mu?

Evet, insan bütün kişisel tarihiyle, erkekliği ve kadınlığıyla, ona öğretilmiş ya da dayatılmış her tür donanımla yatağa girer. Erotik imgemizin oluşumu çok erken yaşlarda başladığı için annemiz ve babamızla ilişkimizden temellenir; orada da birçok derinlikli dinamik işler.

O halde cinsel sorunların çoğunun fiziksel olmadığını söyleyebilir miyiz?

Bedensel sanılan problemlerin çoğu duygusal dünyadaki meseleler yüzünden oluşur. Erken boşalan bir erkeğin ya da orgazm olamayan bir kadının meselesi bedensel değil; onlarda hiçbir eksiklik yok. Zihnindeki tüm o kalabalığı bireyselleştirip içindekine sahip çıkamazsan, seks dünyanın en zor şeyi haline gelir.

Peki, yataktaki kişi sayısını nasıl ikiye indireceğiz?

Öncelikle kişinin kendisinin tekliğe ulaşması lazım. İnanışlarımızın, düşüncelerimizin, arzularımızın çoğu bize ait değildir; geçmişte bize dayatılmış, öğretilmiş olanlardır. Kendi sesimizi öğretilen ve ezberletilenlerden ayırt edecek hale geldiğimizde, teklik olur. Kendimiz olabildiğimizde yatağa da tek kişi girmeye başlarız.

Haberin Devamı

Ama insanın ‘kendi olabilme’ yolculuğu hayli uzun sürüyor. 30-35 yaşından önce yatakta tek olmak pek mümkün değil sanki?

Kişinin hayatında nasıl bir insan olduğunu, başına neler geldiğini bilemeyiz ki... Bazı insanlar bunları hiç yaşamadan ölür gider. Bir danışanıma babası, “Kızım, evliliğin yüzde 99’u rol yapmaktır” demiş. Bu, rol yapmanın doğru olduğunu iddia eden bir önermedir. Çok acayip değil mi? Ne zaman yaşayacaksın? Ölünce mi?

Cem Mumcu: Yatakta iki kişi görünür ama yatak dünyanın en kalabalık yeridir

‘Ölmeden Önce Mümkünse Yaşamanız Gereken 1 Hayat’ Cem Mumcu’nun kurduğu Okuyan Us Yayınevi’nden çıktı. Kendisinin ‘dialogger’ isimli YouTube söyleşilerinin öne çıkan bölümlerinden derlendi. ‘dialogger’, 100’den fazla konuğun aşk, kaygı, öfke, aldatma, yüzleşme gibi konularda Cem Mumcu’yla söyleşilerinden oluşuyor.

Haberin Devamı

SELÜLİT SEKSİ BİR ŞEYDİR

Sosyal medyayla birlikte insanların üzerindeki mükemmeliyet baskısı arttı. Birçok kişi ‘Filtreli halime benzemek istiyorum’ diye estetik cerrahlara gidiyor. Bu normal mi?

Fotoğraflar çektin, saatlerce filtreledin, kendini incelttin, selülitlerini yok ettin. Seksi mi oldun şimdi? Hayır. Gerçeklikle bağlarını yitirdin. Bak Instagram’ına, kimseyi selülitli göremezsin. Oysa “Bu kadının memesi var” demekten çok da farklı değil, “Bu kadının selüliti var” demek. Selülit gerçek bir şeydir ve seksidir.

Erkeklerin büyük kısmının bu sözünüze katılacağını sanmıyorum.

Sahici olmayan şeylerin alıcısı olan erkekleri çok garip buluyorum. Nasıl bir imgeyle yaşamak ve sevişmek istiyorlar acaba? Çok derinliksiz geliyor bana bu. Oysa seksi olan,

sahici olandır ve ne yapıyorsa onunla meşgul olandır.

Bu ne demek?

Yani mesela bazı şarkıcıları çok seksi buluruz. Neden? Çünkü sahnede işini yaparken kendinden geçer. İyi bir garson ya da beyin ameliyatına konsantre olmuş bir cerrah da çok seksidir. Ne yapıyorsa onunla meşgul olan kişi seksidir. Ama o cerrah, “Öyle bir ameliyat yapayım ki… Hemşireler de bana şöyle baksın” dediği an, o tılsımı kaybeder. İşte artık etraf bu tılsımsızlarla dolu…

HER EVE GELDİĞİMDE CHARLIZE THERON’U BENİ BEKLERKEN BULURSAM, BİR SÜRE SONRA BAŞKALARINA BAKARIM

Erotizmin bitmediği yönünde bir iddianız var ama uzun ilişkilerdeki tutku kaybı da çok yaygın. Erotizm nasıl sürer?

Erkek, “Bu kadın artık benim ve hiçbir yere gitmez” derse, kadın da, “Bu adam benim ve artık hiçbir yere gidemez” derse, erotizm biter. Erotizmin sürmesi için her iki tarafın da birbirini kaybetme korkusunun devam etmesi lazım. Düşün şimdi, ben dünyanın en seksi,

en hoş hanımefendisiyle birlikteyim, diyelim o Charlize Theron olsun… Diyorum ki “Charlize, sen artık oyunculuk yapma”, o da mesleğini bırakıyor ve tüm gün evde inanılmaz seksi iç çamaşırlarıyla geziyor. Her eve geldiğimde onu bulabiliyorum çünkü beni bekliyor.

Bir süre sonra dışarda başkalarına bakarım.

Aksi mümkün değil mi?

Hayır, bu mutlaka olur. Başka erkeklerin ondan saygıyla, sevgiyle ve arzuyla bahsetmeleri, onu kaybedeceğime dair bir ihtimalin varlığı şart. Bu, birbirimizi kıskandırmak anlamına gelmiyor. Bin yıl bir yastıkta kocayacak olduğunu ve artık başka olasılığın olmadığını hissedersen, erotizm biter.

O halde evlilik başlı başına erotizmin düşmanıdır.

Evliliği nasıl ele aldığına bağlı. “Seni sonsuza kadar bir yastıkta kocayacak kadar seviyorum” demek, bunun sözünü vermek aslında mümkün değildir çünkü duygular değişebilir. Mutsuz çiftler bile kavga ettikten sonra güzel sevişir çünkü o kavga, bir ayrılma ve kaybetme ihtimalidir. Bir yokluk hissi yarattığı için Eros’u canlandırır.

Cem Mumcu: Yatakta iki kişi görünür ama yatak dünyanın en kalabalık yeridir

“BAŞARILI OLMAK İSTİYORUM” TEHLİKELİ BİR CÜMLE

Uzun süredir terapiye gitmiyorum ama şu anda bir danışan olarak size gelmiş olsaydım, diyeceğim ilk şey: “Artık hayal kuramıyorum” olurdu. Gördüğüm kadarıyla bu sorunu yaşayanların sayısı gittikçe artıyor. Hayalini kaybetmiş insanlar ne yapmalı?

Önce, “Benim hayalim nerede kırıldı? Hayal kurmayı nerede bıraktım ve orada ne yaşadım?” sorularının cevabı bulunmalı. Ama şu ayrıma da dikkat edilmeli: Hedef ve hayal farklı şeylerdir. Bir hayalinin olduğunu düşünenler bile çoğunlukla hedeflerini hayal sanıyorlar.

Nasıl ayırmalıyız? Somut bir örnek verir misiniz?

Mesela ev almak bir hedeftir, hayal değil. Evi alma biçimini değil, bir evi kendine benzetmeyi hayal edebilirsin ancak. Hayal, bir görkem içerir. Kişi, yaptığı işten çok keyif alan iyi bir marangozdur ve kendi tasarımıyla biricik bir koltuk oyuyordur ya da başka biri müthiş yemekler yapıp sevdikleriyle keyifli sofralar kuruyordur; görkem derken bunu kastediyorum. “Ben 15 yıl vadeli konut kredisi öderken inanılmaz bir görkem hissediyorum” diyene rastlamadım. Ya da yaşı geldiği söylendiği için, sevdiği biri olmadan ‘evlenmek istemek’ bir hedeftir, hayal değil. Anlatabildim mi?

Gayet iyi anladım. Zihin ve duygu ayrımından söz ediyorsunuz…

Evet, hedefler çoğunlukla zihinseldir ve toplumsal olarak dikte edilmiştir; hayal ise duygusaldır ve kişiseldir. “Başarılı olmak istiyorum” cümlesini çok duyarsınız... Başarı, çok tehlikeli bir laftır.

Neden?

Çünkü başarı, aslında ‘gelir’ yani sen ne yapıyorsan onu yaparken coşarsın, uçarsın, merak edersin; bunun sonucunda da birileri sana “Başarılı” der. Ama sen başarıyı hedeflersen, yok olmaz o iş. Picasso, “Ben çok ünlü bir ressam olmalıyım” diye resim yapsaydı ya da Einstein, evde “Herkesin beni tanıması lazım, çok ünlü bir bilim insanı olmalıyım” diye gezseydi… Olabilir miydi? Olamazdı. O, meraktan ölen, çocuk gibi bir insandı; oyun oynuyordu.

O yüzden başardı.

İNSAN YARALARDAN VE KUSURLARDAN OLUŞUR

Niye acıyı yaşamak ve atlatmak yerine işe yaramayacağını bilse de acısından koşarak kaçmaya çalışır insan?

Herkes için geçerli bir cevabı yok ama çoğunlukla asıl meselemizden bizi uzak tutan yöntemleri seçiyoruz. Çünkü acı veren mesele çok daha kadim ve derin bir yaramıza işaret eder. Mesela terk edildiğin için üzülmek narsisizmi yaralar. Acı çektiğini kabul etmek yerine ne yapıyorsun? Her gece başka bir partiye gidiyorsun ya da saçını boyatıyorsun. “Acımadı ki!” yapıyorsun yani, çünkü üzülmek ‘cool’ değil.

Fitreyle yok edilen selülite benziyor bu; acımıza da ruhsal filtre koymaya çalışıyoruz…

Evet, o yokmuş gibi yapmaya çalışıyorsun ama var. Biz, biraz yaralardan, biraz da kusurlardan oluşuruz. Birisi beni yaralarım ve kusurlarımla birlikte seviyorsa beni gerçekten sevdiğine dair inanç geliştiririm. Bir ağacı, kabuklarıyla ve çatlaklarıyla seviyoruz ama söz konusu insan olunca, fotoşoplu olmasını bekliyoruz. Oysa orada sadece ‘like’ barınabilir; ‘love’ yani sevgi barınmaz. Çünkü insan sevgilisinin çatlağını öper.

DERİNLEŞİRSEN SIKILMAZSIN

“Derinleşirsen sıkılmazsın” diye bir sözünüz var. Sevgi de, ancak bir insana karşı derinleşirsek ortaya çıkabilir değil mi? Çünkü birinin çatlağını onu tanımadan sevemezsin…

Evet, dostlarımıza karşı da öyleyizdir, şaraba karşı da aslında… Hayatında ilk kez şarap içiyorsan, sıradan bir kırmızı şarabı yudumlayıp yorum yaparsın ama şarap konusunda derinleşmeye başlarsan iş farklılaşır. Rayihaları, kokuları içine çekmeye, ayırt etmeye başladığında şarapla ilişkin derinleşir, o zaman çok geniş bir alana girersin. Bu bir insan için de böyledir, ahşap için de, çiçek için de…

Ancak derinleşememe, modern insanın en büyük sorunlarından biri, değil mi? Özellikle son iki yılda yaygın bir konsantrasyon sorunu yaşanıyor.

Bunda pandeminin ve sosyal medyanın rolü büyük. Konsantrasyon süremizin kısalmasının sebebi, derinliksiz takılmamız; sörf yapar gibi yaşıyoruz. Denizin dibinde neler olduğuna dair fikrimiz yok. Dalgıçlar denizin dibinde yavaş ilerler ama sörf yapan biri hızlı gitmek zorundadır.

‘MUTSUZ AMA KEYFİ YERİNDE’ OLANLARDAN KAÇIYORUM

Neden böyle oldu?

Belki derinleşmeyerek kendilerini kileri duymaktan kaçıyorlar, belki süratle rahatlayacakları bir zemine çıkmaya çalışıyorlar... Her gün Instagram’a bakıyorsun ama asıl meselene hiç bakmıyorsun. Ben bazı kişilerden adeta kaçarak uzaklaşıyorum; gayet neşeli, iyi insanlardan hem de. Nedenini düşünüyordum ki Büyük Ev Ablukada’nın bir şarkısı çıktı karşıma, o şarkıda cevabı buldum. Diyor ki: “Mutsuzum ama keyfim yerinde…” İşte ‘mutsuz ama keyfi yerinde’ insandan kaçıyorum ben. ‘Mutlu ve keyfi yerinde’yle ya da ‘mutsuz ve keyifsiz’le çok iyiyim.

‘Mutsuz ama keyfi yerinde’ biri size ne hissettiriyor?

O aradaki boşluğun tıngırtısı bana iyi gelmiyor. Orada samimi olmayan bir şey var. Mutsuz olduğumuzda, bazen o mutsuzluğun ve derdin içinde durmak gerekiyor. Bütün kaygılarımız ve anksiyeteler, hastalık değildir. Kaygı, insan yaşamının özüdür. Kaygı olmadan insan olunmaz.

30 yıllık psikiyatristsiniz. 30 yıl içinde insanların sorunları nasıl değişti?

Benzer duygular ve haller hep var ama anksiyete, kaygı ve mutsuzluğun iyice arttığını gözlemliyorum. Toplumla ilgili güven ilişkisinin darbe yediği bir dönemdeyiz. Karşı cinsin birbirine olan güveninde de azalma var. Coşkusuzluk ve kısırlık, güvensizlik, hoyratlık, yoğun bir öfke ve bencilleşme hissediyorum. Kaygıda, umutsuzlukta, hayalsizlikte, gayretsizlikte çok artış var. “Ben şimdi ne olacağım?”, “Bundan sonra ne olacak?” soruları hayli yoğun.

UMARIM KAFANIZ BİRAZ KARIŞIR

İnsanlar bu kitabı okuyunca içinde ne bulacaklar?

Bir arkadaşım, bir kitap için, “Bunu okusam kafam karışır mı?” diye sormuştu, “Umarım karışır” demiştim. Umarım ki bu kitapla okuyanın suyuna bir taş atmış olabileyim. Birazcık kafaları karışsın. Düşünmelerini, öfkelenmelerini, üzülmelerini, kendilerine bakmalarını, kendileri için üzülmelerini istiyorum. Çoğu kişi kendine acıyor ama gerçek anlamda kendisi için üzülmeyi bilmiyor. Ve umarım bu kitabı okuduktan sonra rüya görürler. İyi bakarlarsa bir ilişki kuracaklar kitapla. Bu ilişkiye bana öfkelenmek, benimle kavga etmek de dahil. Bu metin artık benden çıktı, kitap artık okurların.

Sıradaki haber yükleniyor...
holder