Küçük Şeyler bağımsız bir film. Altı festivalden ‘en iyi film’ ve ‘en iyi oyuncu’ da dahil tam 16 ödül kazanan, derdini hiç sıkmadan anlatan eğlenceli bir film. Bağımsız filmlerin başına gelen her zorluğu tabii o da yaşadı. Büyük umutlarla zor koşullarda çekildi, yüzlerce sıkıntıyı aşarak sinema salonlarına girdi. 100 salonda gösterime girince çok sevindi ama sadece bir hafta sonra salon sayısı dörde düştü.
Filmin başrol oyuncusu Alican Yücesoy –ki filmde Oscarlık bir performans sergiliyor- hayli öfkeli bir twit attı. Dedi ki: “İlk haftanın sonunda dört salona düşen filmimizle ilgili öfkemi kime yönlendirmeliyim? Afişleri iç eden kapital aşığı sinema salonlarına mı? Bunun da ötesine geçip seansı iptal eden salon sahiplerine mi? Tüm bunları kontrol etmesi gereken, kim olduğunu bilmediğim birine mi? Yoksa Recep İvedik gibi filmleri b*klayıp, iş eleştirmeye gelince ondan fazlası olmadığını kanıtlayan popüler YouTube eleştirmenlerine mi?”
Ve Küçük Şeyler’in direnişi böylece başladı. Filmin yönetmeni Kıvanç Sezer, filme gidip biletinin fotoğrafını çekenlere filmin posterini göndereceğini duyurdu. Birçok yazar biletin fotoğrafını gönderenlere kitaplarını hediye edeceğini açıkladı. Şimdi iş daha da büyüdü. Küçük Şeyler, yönetmeni ve oyuncularıyla şehir şehir gezmeye, onu izlemek isteyenlerin yanına gitmeye başladı. Ben de Kıvanç Sezer’le buluştum ve Donkişotvari bir mücadele başlatan Küçük Şeyler’i anlatmasını istedim.
Fotoğraf: Şafak Güven
Filmi gerçekten çok beğendim. Yeni orta sınıfın absürt halinin eksiksiz bir özeti ve tam bir yabancılaşma/yüzleşme hikayesi. Ama filmden bahsetmeden önce sosyal medyada yükselen isyanınızı konuşalım. Tam olarak şikâyetiniz ne?
Küçük Şeyler, yolculuğuna bir bağımsız film olarak şanslı sayılan bir pozisyonla başladı çünkü vizyona 100 kopya sokabildik. Yani film, 29 Kasım’da Türkiye çapında 100 salonda gösterime girdi. Ancak ilk haftanın sonunda 96 sinema filmi kaldırdı, sadece İstanbul’da üç, Ankara’da bir salonda kalmıştı… Sosyal medyadan birçok insan bize şikayetlerini ulaştırdı ve biz de dağıtımcıyla beraber bunun peşine düştük.
Ne olmuş?
Birçok şey… Filmin vizyonda olduğu sinema salonlarında filmin afişi asılmıyor, filme bir kişi geldiyse “Makina bozuldu” diyerek seansı iptal ediyorlar, bazı salonlarda ise bize sadece sabah seanslarını vermişler. Tüm bunların sonucundan filmimiz ilk haftasında 6.500 kişiye ulaşabildi. Seyirciler filmi bulamadı. Bütçemiz çok olmadığından zaten filmi zor çektik, bu yüzden de tanıtımı sadece sosyal medyadan yapabildik. Bu olanlar bağımsız filmlerin kaderi gibi… Ama ben bir yönetmen olarak filmimin izlenmesini istiyorum.
Başrollerini Alican Yücesoy ve Başak Özcan’ın paylaştığı film Adana, Antalya, Malatya, Kayseri, Suç ve Ceza festivallerinde ödül aldı. Onur karakterini canlandıran Alican Yücesoy Montenegro Film Festivali’nde ‘En İyi Erkek Oyuncu’ ödülünü aldı.
10 YIL BOYUNCA İNSANLARA RECEP İVEDİK VERİRSENİZ, TOPLUMUN FİLM BELLEĞİNİ MANİPÜLE ETMİŞ OLURSUNUZ
Küçük Şeyler’i izlemek ve izletmek neredeyse bir kampanyaya dönüştü…
Evet, düşüncelerimi paylaştım ve ortaya kendiliğinden bir kampanya çıktı. Daha önce tanışmadığım yazarlar sosyal medya hesaplarından “Bu filme gidenlere kitap hediye edeceğim” dedi. Moda Sahnesi “Filmi izleyenlere oyunumuzun biletini hediye edeceğiz” dedi. Ülkenin dört tarafından insanlar bana ulaşıp Yalova’da ya da Çanakkale’de filmi nasıl gösterebileceklerini sordular. Biz de filmimizi alıp o yerlere gitmeye karar verdik. Bu tavır yayıldı ve haksızlık karşısında bir duruş haline geldi. Bu sadece bizim uğradığımız bir haksızlık değil. Bağımsız filmlerin genel olarak böyle bir kaderi var. Ama biz bu dayanışmayı elimizden geldiğince duyurup bu kaderi değiştirmek istiyoruz.
Daha önce Onur Ünlü de ‘Sen Aydınlatırsın Geceyi’ filmini şehir şehir dolaştırmıştı…
Evet, biz de önümüzdeki birkaç ay gelen talepler doğrultusunda filmimizi dolaştırarak ve söyleşiler yaparak izleyicilerimizle buluşacağız.
Şu an gösterime devam eden dört salon haftaya bu röportaj yayımlandığında filmi göstermeye devam ediyor olacak mı?
Bunun bir garantisi yok. Salonlar dolu olursa devam eder. Salon sahiplerinin tek düşüncesi salonları doldurmak. Serbest piyasa böyle bir şey ama her film aynı koşulda çekilmiyor ve bağımsız filmlerin de seyirciyle buluşmaya hakkı var. Dağıtım ağında karşılaştığımız sorunları insanlara anlatarak eyleme geçmeye çağırıyoruz. Eyleme geçmek dediğimse filmi izlemeleri…
Bu sorun Avrupa’da nasıl çözülmüş?
Devlet yapım ve dağıtım desteği veriyor. Devletin yapım desteği verdiği filmlerin oynatıldığı bağımsız bazı sinemalar var. O sinemalar sadece bağımsız filmleri oynatıyor.
KAPISI SOKAĞA AÇILAN SALONLARI BOŞ BIRAKMAYIN
Türkiye’deki sinemaların sizin açınızdan en büyük problemi ne?
Eskiden sinema salonlarının sokağa açılan kapıları vardı. İstiklal Caddesi sinema doluydu. Artık Türkiye’deki sinema salonların büyük bir kısmı AVM’lerin en üst katında. Alışveriş, yemek ve eğlence dünyasının bir uzantısı olmasının dışında bir alanı kalmadı sinemanın... AVM’lerin içinde yaşayan, tek bir zincir tarafından kontrol edilen salonlar artık seyirciye tek tip bir sinema öneriyor. Bu da komedi, korku ve dram filmlerinin tek tip olmasına yol açıyor. Farklı bir bakış açısı göremezsiniz çünkü bu ticari bir risk sayılır. Ve bu riski ne sinema salonu, ne yapımcı, ne de dağıtımcı alır.
Bunun sonucunda…
Bunun sonucunda biz ‘Recep İvedik 6’yı izliyoruz. Siz 10 yıl boyunca her yıl insanlara bir ‘Recep İvedik’ verirseniz ve bunu 1.500 salonda gösterirseniz bir süre sonra film belleğini manipüle etmiş olursunuz. Şahan Gökbakar’ın diğer filmleri de gişede sonuç alamıyor. ‘Osman Pazarlama’, ‘Celal ile Ceren’ gibi... Şahan da ‘Recep İvedik’in önüne alternatif koyamıyor çünkü gösterim ağında tek tipleşme var. Biz kendine benzeyen, içimizden geldiği gibi bir film yaptık çünkü sinema, kendine benzeyen filmler üretemezse ülkedeki sanat ortamı eksik kalır.
Muhtemel seyircilerinize ne demek istersiniz?
Kapısı sokağa açılan sinemaları boş bırakmayın çünkü seyirci oralara gitmedikçe onlar kapanıyorlar. Görmek istediğiniz filmleri talep edin. Küçük Şeyler gibi, hatta daha iyi yerli ve yabancı birçok film vizyona giriyor. Bunlar insanların hayatına dokunan filmler... Sahip çıkmadığımız şeyler zamanla soluyor, bunu unutmayın. Sadece ‘Küçük Şeyler’i değil, bağımsız filmleri izleyin. “Festivalde ödül aldıysa kesin sıkıcı bir filmdir” diye düşünmeyin. Şans verin.
BU OLANLAR BİR ADAMIN KAFASINDA ZEBRA MASKESİYLE GEZMESİ KADAR ABSÜRT
Küçük Şeyler’de beyaz yakalı dediğimiz insan tipinin hayatından bir kesit izliyoruz. Spoiler vermeden filmden bahseder misiniz?
Bu bir işsizlik hikâyesi. Kendini işi üzerinden tanımlayan yeni orta sınıfın işsizlik sonucu içine girdiği ruh halini sanrılarla ve birtakım absürt dokunuşlarla veriyoruz. Karısıyla olan ilişkisine de değiniyoruz. Beş yıllık bir ilişkileri var ve çocuk sahibi olmanın eşiğindeler. Bütün bu süreç akamete uğruyor. Adamın gerçekle kurduğu ilişkinin gittikçe kopması karısını kaygılandırıyor. Aralarında yavaş yavaş tartışmalar başlıyor. Küçük şeylerin büyük düşleri nasıl tırmaladığını görüyoruz. Mizahı kullanarak bir dram ortaya çıkardık.
Bu bir sınıf hikâyesi. Güvenlikli sitelerde oturan, evlerini krediyle almaya çalışan, beyaz yaka olan ve kendine yabancılaşmış bir kesimi anlatıyorsunuz. İnsanlara ne demek istediniz?
İnsanlara “Yalnız değilsiniz” demek istedim. Kapalı kapılar ardında yaşanan ve sadece kendilerine özgü olduğu düşündükleri tartışmaları herkes yaşıyor. Filmi izlerken kızacaksınız da, güleceksiniz de ama her halükarda yalnız olmadığınızı hissedeceksiniz. Bu duygu, insanlara iyi gelir…
Türkiye’deki yeni orta sınıfın sorunu ne?
Yeni orta sınıfın geldiği noktada büyük bir problem var. Yeni orta sınıf kendini ürettiğiyle değil de tükettiğiyle tanımlamaya başladı. Hayata ne kattığıyla değil de, kendine ne kattığıyla ilgileniyor. Hangi restoranda hangi yemeği yediği, hangi tatile ne kadara gittiği, hangi telefonu kullandığı ile meşgul oluyor. Tüketiminin getirdikleri dışında kendine bir varoluş düzlemi yaratamıyor, absürtlüğü doğuran bu…
Zebra neyi temsil ediyor?
Gerçek hayattaki absürtlüğü çok hızlı kanıksıyoruz ve görememeye başlıyoruz. Mesela patron için İnsan Kaynakları etkinliği olarak planlanan ve çok güzel olduğunu düşündüğünüz parti, “Aslında adamın kafasında zebra maskesiyle gezmesi kadar absürt” diyoruz. Patron için yapılan doğum günü sahnesinde 40-50 yaşındaki koskoca adamlar anaokulu öğrencisi gibi doğum günü pastasıyla “Cengizzz” diye bağırıyorlar. Bu gerçek hayatta gayet yaygın bir şey ama filmde görünce “Biz ne yapıyoruz” diyoruz. ‘Şirketimiz bizim ailemiz’ düşüncesi var ama şirketimiz bizim ailemiz değil... Kendimizi iş üzerinden tanımlamak anlam eksikliğine ve mutsuzluğa sebep oluyor.
Küçük Şeyler, yönetmen Kıvanç Sezer’in şehir merkezinden uzağa inşa edilen bir site hakkında yaptığı üçlemenin ikinci filmi. Yönetmenin 2016 yapımı ilk filmi ‘Babamın Kanatları’ sitenin inşaatında çalışan bir işçinin ev alma mücadelesini anlatıyordu. Küçük Şeyler, bu siteden krediyle ev satın alan orta sınıf ve beyaz yakalı bir çiftin hikayesi üzerine kuruluyor. Önümüzdeki yıllarda çekilmesi planlanan üçüncü filmde ise siteyi yapan müteahhitin öyküsüne odaklanılacak.