Kadınlar artık tacize karşı sessiz kalmıyor. Tüm dünyada kadınların taciz faillerini açıkladığı “Me too” (Ben de) hareketi ülkemizde hızla yayılıyor.
Bir kadının sosyal medyadan ünlü yazar Hasan Ali Toptaş hakkında yazdıkları, ardından çok sayıda kadının aynı yazarla geçmişte yaşadığı birbirinden rahatsız edici olayları anlatmasıyla adeta büyük bir duvar yıkıldı. Toptaş, özür açıklaması yayınlarken, yayınevleri yazarla olan anlaşmalarını feshetti. Geçmişte Toptaş’a verilen bir ödül geri alındı.
Bir başka yazar İbrahim Çolak ise hakkındaki taciz iddialarının ardından sosyal medyadan yaptığı açıklamayla hatasını kabul ettikten sonra hayatına son verdi.
Hem yaşananlar hem Çolak’ın canına kıyması son derece üzücü ama bu hareket gerçeklerin ortaya çıkması, sorunun büyüklüğünün anlaşılması için de bir fırsat.
Makam, mevki kullanarak ya da erkeklerin kendilerini kadınlardan üstün görme inancıyla her şeyi hak gören anlayışlarının artık yıkılma zamanı geldi. Erkeklerin sınırlarını öğrenmesi ve 21’inci yüzyılda kadın ile erkeğin her alanda eşit olduğu bir dünyanın inşa edilmesi, bu dönemin en önemli ve öncelikli konusu olmalı.
Bunu sağlamak için herkesin sınırlarını bilmesi, “Islık çalmak da mı suç”, “Kötü bir niyetim yoktu” veya “Hayır dedi ama biliyorum naz yapıyor” gibi yalan yanlış inanışların ve geçersiz savunmaların artık hükmünü yitirmesi gerekiyor... Oysa hayır, hayır demektir.
İnanıyorum ki bu sorunu önce kabul ederek, sonra üzerinde konuşarak kadın ile erkek arasındaki arkadaşlığı, sevgiyi, aşkı doğru bir iletişimle, daha zarif ve daha eşit bir şekilde yeniden kurabiliriz. Ve bunu iki cins olarak birlikte başarabiliriz.
4 ELEMENT VE İNSAN
İnsanlar artık kendilerine sunulanı değil, seçenekler arasından tercihini yapıp dilediğini izlemeyi ya da dinlemeyi tercih ediyor. Bu nedenle özel abonelik sistemiyle yayın yapan ve ulusal kanallarda yer bulamayan alternatif yapımlar sunan dijital platformların sayısı da, izleyicisi de hızla artıyor. Dinleyici tarafında ise podcast’lerin yıldızı parlıyor. İnsanlar ilgi alanlarına uygun yayınlara yöneliyor.
İzmir Ticaret Borsası olarak bizler de oda ve borsalar arasında bir ilke imza atarak temmuz ayı sonunda “4 Element ve İnsan” kanalını yayına sunmuştuk. Bu yazıyı hazırlarken geriye dönüp baktım da tamı tamına 16 farklı içerik üretmişiz. Tecrübeli gazeteciler Özlem Gürses, İrfan Donat, Bahar Akıncı ve akademisyen Soli Özel’in yayına hazırladığı programlarda Fatih Altaylı, Lalehan Ünsal, Yeşim Temel Özcan, Gamze Cizreli, Gökhan Özertan, Mustafa Alper Ülgen, Ayşe Ayşin Işıkgece, Çağlar Keyder, Nevzat Birişik, Vedat Milor, Emrah İnce, Neşe Aksoy Biber ile Berrin Bal Onur, Saffet Emre Tonguç, Şebnem Türkdalı Temizocak, Mehmet Gürs ve Cemre Torun gibi farklı uzmanlık alanlarından isimleri ağırlamışız. Tarımdan gıdaya, gurme lezzetlerden seyahate, depremden organik üretim ve atalık tohumlara kadar pek çok konuyu, detaylarıyla ele almışız.
Tek hedefimiz, tarımın önemi, gıdanın sürdürülebilirliği gibi hayati bir alanda daha çok insana, daha nitelikli yayınlarla ulaşmak... Umarım sizler de dijital platformlar üzerinden bu programlara ulaşır, dinler ve daha iyilerini yapmamız için bizleri hem cesaretlendirir hem yönlendirirsiniz.
SUYUMUZA SAHİP ÇIKALIM
Su hayatın vazgeçilmezi... Ve üzerinde yaşadığımız yaşlı gezegen üzerindeki erişilebilir tatlı su miktarı, dünyanın toplam su varlığının yüzde 1’inden bile az...
Ülkemiz de sanılanın aksine su zengini bir ülke değil, hatta tam tersine yılda kişi başına düşen bin 519 metreküplük su miktarı ile “su sıkıntısı çeken” bir ülke. Türkiye nüfusunun 2030 yılında 100 milyona ulaşacağı ve kişi başına düşen su miktarının bin 120 metreküpe gerileyeceği öngörülüyor. Ne yazık ki bu öngörü, Türkiye’nin “su fakiri” olma yolunda ilerlediğine işaret ediyor. Ayrıca iklim krizi etkilerinin kötüye doğru bu gidişi daha da hızlandırması söz konusu.
Türkiye’nin gittikçe azalan ve bozulan su varlığı, Su Kanunu’na duyulan ihtiyacı artırıyor... Bu kanun; suyu bilinçsizce tüketilecek bir kaynak değil, korunması gereken bir doğal varlık olarak kabul etmeli, suyun tüm canlıların yaşamı için hayati önemini tanımalı, öncelikle suyu korumayı ve su varlıklarını havza bazında geliştirmeyi, katılımcı ve şeffaf bir anlayışla yönetmeyi hedeflemeli. Bunun için de TEMA Vakfı’nın bu konuda hazırlayıp milletvekilleriyle paylaştığı çalışmanın bir an önce değerlendirilmesi gerekiyor.